TTB ve TBB Millet İttifakı’na mı girer, yoksa kendi adayı ile mi yarışır?

Bu ve bunu gibi meslek kuruluşlarının, kendilerine çizilen sınırları aşmasına daha fazla seyirci kalınamaz. Anayasanın, “Amaçları dışında faaliyet gösteren meslek kuruluşlarının sorumlu organlarının görevine, kanunun belirlediği merciin veya Cumhuriyet Savcısının istemi üzerine mahkeme kararıyla son verilir ve yerlerine yenileri seçtirilir” şeklindeki yaptırımı bugün değilse ne zaman kullanılabilir ki?

TÜRK Tabipleri Birliği (TTB), son günlerin en çok konuşulan konuları arasına girdi. Pandemi konusunda devletin açıkladığı verileri gerçekçi bulmayan ve salgınla yürütülen mücadeleyi eleştiren TTB, üyesi olan tabiplerin haklarını korumak görevinden tamamen uzaklaşarak, bir siyasî parti dili kullanmaya başladı. Hükûmet kanadından sert tepkiler alan TTB, siyasetin muhalefet kanadından ise bir koruma şemsiyesi altına alınmış durumda.
“YönetemiyorsunuzTükeniyoruz” etiketiyle sosyal medyada başlattıkları kampanya, içinde birçok yanlış bilgi barındırıyor olsa da bir kesim tarafından sorgulanmadan kabul görmüş durumda.
Özellikle, sağlık çalışanlarının ölümleri üzerinden yaptıkları spekülatif haberler, üzerinde durulmaya değer. Dünya genelinde, Kovid-19’a bağlı ölümlerde sağlık çalışanlarının tüm ölümler içindeki oranı yüzde 7 civarında iken bu oranın Türkiye’de yüzde 1,5’in altında olduğunu bilmek için tabip odası üyesi olmaya gerek yok.
TTB’nin kendi verilerine göre “100’ün üzerinde” sağlık çalışanı hayatını kaybetmiş ve Sağlık Bakanlığı’nın vefat sayılarının gerçek sayılardan az olduğu iddia edilmişken, eline hesap makinesi alan herkesin yapabileceği bir hesabı bile yalan yanlış sunmak kabul edilemez bir durum. TTB’nin iddiası bu konuda dünyada ikinci sırada olduğumuz yönünde iken, gerçekler ne sayısal ne oransal olarak bu bilgiyi doğrulamıyor çok şükür.
10 Nisan’daki sokağa çıkma yasağı öncesi yaşanan karmaşık durumu da “Salgının yayılmasına sebep oldunuz” diyerek muhalefet eden Birlik, 10-25 Nisan tarihlerindeki negatif fark üzerine yorum yapmaktan da kaçınmıştı hatırlarsanız.
Son olarak, aile hekimleri arasında yaptığı anketi paylaşan TTB, bu sözde anketin sonuçları üzerinden de yanıltıcı bir şekilde Bakanlık verilerinin gerçeğin altında olduğu iddiasında bulunmuş. Hâlbuki kendi yaptıkları ankette, kendi kurdukları cümleler bile bu iddialarına destek niteliğinde değil. Nisan ayına göre, izledikleri PCR+ ve temaslı vaka sayılarındaki artış sorulmuş aile hekimlerine. Sonuçta yüzde 72’si kendi izlediği sayıda artış olduğunu söylemiş. Muhtemelen kaç hasta izlediklerini de sormuşlar herkese ve toplam sayıyı 23 bine (Türkiye’deki aile hekimi sayısı) bölerek hekim başına 8,5 evde izlem sayısı çıkarmışlar.
Buraya kadar her şey normal görünüyor da şu cümleye dikkat edin lütfen: “Aile hekimlerinden elde edilen sayılardaki artışın, Sağlık Bakanlığı’nın açıkladığı vaka sayılarıyla kıyaslandığında daha fazla olduğu yönünde sonuçlar çıktı.”
Hem “kesin şöyledir, böyledir” demeden yuvarlak lâflarla millete “Acaba?” dedirteceksin, hem de izlenenlerin hepsi pozitif vakaymış gibi hesap yapıp milletin aklıyla alay edeceksin. CHP bile ancak yapar bu kadar saçmalığı! Ondan sonra varlığın-yokluğun tartışılınca da arkana tüm muhalefeti alıp demokrasi çığırtkanlığı yapacaksın! Yok öyle yağma!...
Meslek Birlikleri neden var? Nasıl var olmalı?
Aslında meslek odalarıyla ilgili sorunlar bir türlü bitmiyor. Belli dönemlerde kendilerini siyasetin bir parçası gibi görme hatasını yaşayan bu kuruluşlar, özellikle 28 Şubat süreci ve sonrasında da AK Parti Hükûmetleri döneminde, muhalefetin dozunu her gün biraz daha kaçırarak birer siyâsî parti gibi hareket etmeye başladılar.
Anayasanın 135. Maddesinin açıkça ifade ettiği gibi, “Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları; belli bir mesleğe mensup olanların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslek mensuplarının birbirleri ile ve halk ile olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni hâkim kılmak üzere meslek disiplini ve ahlakını korumak maksadı ile kanunla kurulan kamu tüzel kişilikleridir.”
Aynı maddedeki “Bu meslek kuruluşları, kuruluş amaçları dışında faaliyette bulunamazlar” hükmü de hiçbir ihtilâfa mahal vermeyecek netliktedir.
Sorunu doğru şekilde ortaya koyarsak çözüme ulaşmak da kolay olur herhalde. Türkiye’deki meslek kuruluşlarının sorunu, yakın zamanda Barolar Birliği için ortaya konulan sorunla aynıdır aslında; TEKELLEŞME…
Özellikle çok partili sisteme geçtiğimiz 1950’lerden beri kendilerini Sivil Toplum Kuruluşu (STK) olarak tanımlamayı seçen meslek kuruluşları, üyelerinin, devletin koyduğu kurallar çerçevesinde çalışmasını “devlet adına” denetlemek görevleri açısından yarı resmî kuruluşlardır aslında. Yaptıkları yarı resmî görev gereği, ilgili meslek mensuplarının il ve ilçelerdeki örgütlenmeleri olan meslek odalarına kayıt zorunluluğu vardır bu kuruluşların. Sivil toplumun tabiatı gereği farklı sosyal alanları, siyâsî görüşleri, hayat felsefelerini benimsemiş meslek mensuplarının aynı çatı altında toplanması ise bu kuruluşların birer STK olmasının önündeki en önemli engeldir. 
Hayatın içindeki sosyal farklılıkları sebebiyle, her bir meslek mensubunu tek bir çatı altında toplama gayreti demokratik olamaz. Aidat ödemekle, aidiyet duygusu oluşturulamaz. Üye olmayı kanunî bir zorunluluk olarak gören meslek mensubunun, mecbur bırakıldığı bir birlik başkanı tarafından temsili anlamsız, faydasız ve sorunludur.
Bu ve bunu gibi meslek kuruluşlarının, kendilerine çizilen sınırları aşmasına daha fazla seyirci kalınamaz. Anayasanın, “Amaçları dışında faaliyet gösteren meslek kuruluşlarının sorumlu organlarının görevine, kanunun belirlediği merciin veya Cumhuriyet Savcısının istemi üzerine mahkeme kararıyla son verilir ve yerlerine yenileri seçtirilir” şeklindeki yaptırımı bugün değilse ne zaman kullanılabilir ki?
Eğer siyaseten bu madde işletilemiyorsa bile acilen yapılması gereken, tüm meslek mensupları için alternatif temsil alanları oluşturmaktır.