BU yazı, Trump ve Erdoğan arasında kişilik açısından “benzerlik” aramıyor. ABD ve Türkiye’nin yeni dünyada almak istediği pozisyon benzerliğine dikkat çekmek istiyor. Dolayısıyla Trump ve Erdoğan’ın, yaşadıkları, ülkenin geleceğine ilişkin sorumlulukları noktasında “Ne kadar da çok benziyor!” kadrajını betimlemek istiyoruz.
Her şeyden önce Trump ve Erdoğan’ın dünyayı okuma biçimi arasında çok ciddi benzerlikler var. Çünkü ikisini de yaşadıkları ülkenin “Devlet Aklı” bilgilendiriyor, müzakere ediyor ve eş güdümlü çalışıyor.
O zaman kritik sorular şunlar olsa gerek: “Türk Devlet Aklı” dünyanın geleceğini nasıl okuyor? Okumanın çıktıları olarak temel kodlar -öngörülerin formülleri- nelerdir? Hangi tedbirler alınıyor ve yol haritasının kilometre taşları nelerdir?
Her şeyden önce “Büyük fotoğraf” esprisi içinde öncül tespitler yapılmalı. Şahsî tespitlerimiz şunlardır:
1) Soğuk savaş “ideolojiler savaşı”ndan “paraların savaşı”na evriliyor.
2) İmparatorluktan koparak üretilen “ulus” devletler krize girdi ve “Birleşik Devlet Aklı”na yöneliyor.
3) Para savaşında ve “Birleşik Devlet Aklı”na yönelişte kontrolü ele geçirmek isteyen “Küresel Birleşik Şirketler” ulus devletleri teslim almak istiyor.
4) Para savaşı, Birleşik Devlet Aklı ve Küresel Birleşik Şirketler üçgeninde kaybolan tek kutuplu dünyanın yerini bölgesel güçler/ çoklu etki alanı alıyor.
İşte, Trump ve Erdoğan arasındaki en temel benzerlik, yukarıdaki bu okumalarla bir yol haritası üzere olmalarıdır.
Peki, Trump ve Erdoğan arasındaki benzerlik/ yön benzerliği sadece dünyanın evrildiği ana kodlar üzere midir? Hayır… Benzerlikler listesi içinde bir de iç ve dış politika arasındaki basınç dengesini tutmak adına “Hükûmete gelme ve hükûmet etme metodu” üzere olan yöntem benzerliğidir.
Dolayısıyla yukarıda tespit/ teşhis olarak ortaya koyduğumuz dünyadaki gelişmelere ilişkin çözüm/ reçete aşamasına geldiğimizde Trump ve Erdoğan arasındaki benzerlik daha da artmaktadır. Reçete noktasındaki ilâç/ muadil ilâç listesinde en fazla şunlar dikkatimizi çekmektedir:
ABD, özellikle “Küresel Birleşik Şirketler”in operasyonlarına az maruz kalmak için İsrail yanlısı tutumunu sürdürecektir. Hatta Türkiye’ye İsrail konusunda baskı uygulayacaktır.
Savaşın soğuk yüzü: Para
İdeolojiler savaşından tamamen çıkan dünya, para savaşlarına yöneldiği için Trump bütün dünyadaki para yükünün, endeks unsurun dolara yaslanmasının geçmiş yüzyılda ABD’yi “tek kutup yıldızı” yaparken artık bu yükün ABD’yi zehirlediğini düşünüyor.
Dolayısıyla tedbir alınmaması durumda ABD’nin elli yıl içinde çok büyük bir çöküşe geçeceğini görüyor/ görmesi sağlanıyor. Dolayısıyla Trump, doların hegemonyasının kontrollü şekilde ve ABD’yi güçlü tutacak eşiğe gelecek şekilde “Kontrollü Dolar Çekilişi”programını uyguluyor. Yani “tek kutuplu para”dan dünyanın çıktığını görüyor ve bu kaçınılmaz sürece uyum sağlayacak pozisyon alıyor. Biz buna “çok kutuplu para dönemi” diyebiliriz.
Peki Erdoğan, para savaşlarına yönelik hangi tedbirleri düşünüyor? Kuşkusuz Türk parasının bu savaşta masada olma ihtimali yok. Fakat “paranın garantör parası” diyebileceğimiz yani dolar karşısında -veya yanında- veyahut dolarla rekabet edecek/ direnç gösterecek başka para birimlerinin yanında para cephelerinde savaşacak ve böylelikle Türk parasının en az hasarlı bu savaştan çıkması için tedbir peşinde.
Trump fırsat buldukça Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “Para krizi çıkarırım!” diye uyarıyor. Yani dolar dışında bir garantör para arayışına girmemesini salık veriyor. Özellikle BRICS sürecinde, Erdoğan’ın bu bağlamda bir tedbir arayışında olduğunu gördüğü için, daha sert uyarılarda bulunma ihtiyacı duyuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başta Rusya ve Çin olmak üzere para direnci yüksek ülkelerle ticarî iş birliğini artırma çabası ve doları devre dışı bırakan millî paraların karşılıklı güçlenmesi amaçlı stratejiler bu bağlamda çok önemli.
Nitekim Trump’ın her fırsatta “Bize Papaz’ı verin, dedik. Türkiye vermeyince dolar üzerinden Türkiye’nin ekonomisine hasar verdik. Papazı vermek zorunda kaldılar!” diye caka satması, aslında “Dolara itaat et, rahat et!” telkininden ibarettir.
Aslında Trump şunun farkında: Çoklu para dönemi kaçınılmaz; ancak doların tek kutuplu gücündeki kaybı yavaşlatmak istiyor. Nitekim ABD’nin Çin ile savaşı bir askerî savaş değil; söz konusu bu para savaşında, doların kaybettiği cepheleri azaltmaktır. Dolayısıyla ABD ve Çin merkezli soğuk para savaşında ABD, Çin ile açıktan savaş yerine şantajlar üzerinden uzlaşmak istediğini belirtebiliriz.
Bir betimleme yapacak olursak, İsmet İnönü’nin İkinci Dünya Savaşı’na açıktan/ askerî olarak Türkiye’yi sokmaması gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan da para savaşlarında savaşa açıktan girmeme gayretinde.

Trump, fırsat buldukça Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “Para krizi çıkarırım!” diye uyarıyor. Yani dolar dışında bir garantör para arayışına girmemesini salık veriyor. Özellikle BRICS sürecinde, Erdoğan’ın bu bağlamda bir tedbir arayışında olduğunu gördüğü için, daha sert uyarılarda bulunma ihtiyacı duyuyor.
Birleşik Devlet Aklı’na dönüş “muhteşem” olacak mı?
Geçen yüzyıl, imparatorlukların dağıldığı bir yüzyıl oldu. Ancak bu dağılışta bir “durum” gözlerden kaçmadı/ kaçırılmamalı: İngiltere, ABD, Rusya ve Çin bu süreçte “Birleşik Devlet Aklı”nı elden bırakmadı. Bu dört ülke, tüm yaşanmışlıklara rağmen “Ortak Aklı”nı korudu. Bu bağlamda tüm dünya Osmanlı İmparatorluğu’ndan da bunu bekledi. Fakat olmadı, oldurulmadı ve “Osmanlı Birleşik Devlet Aklı” kendini koruyamadı.
Dünyada, Fransız Devrimi ile Avrupa’daki Rönesans sürecinin birleşerek tüm dünyaya armağan(!) ettiği “Yeni Dünya Düzeni: Ulus Devletler” trendi oldu. Ve Osmanlı sonrası, Anadolu’da kurulan Türkiye Cumhuriyeti kendini bu trendin parçası sayarak “Ulus Devlet” ilânında bulundu.
Ulus Devlet olmak/ kalmak adına “Birleşik Devlet Aklından Çıkış” programı uygulandı. Bu şu demekti: Osmanlı dönemindeki “Birleşik Devlet Aklı”nın dağıtılması gerekiyordu; bunun için de Türk Devlet Aklı’nın içinde olan “Kürt aklı”, “Arap aklı”, “Arnavut Aklı”, “Boşnak aklı” gibi tüm unsurların adeta bir “Devlet Simyacısı” tekniğiyle çıkarılması gerekiyordu. Özellikle Kürt ve Arap aklını bir daha Türk aklına katıştırılamayacak şekilde bünyeden çıkarılması planlandı ve uygulandı. “Kürt dili ve halkı yoktur!” ve “Arap demek bizi arkamızdan vuran hainler demek!” propagandası sürdürüldü.
“Birleşik Devlet Aklı”ndan kastımızı bir benzetme ile netleştirelim. “Ortak Akıl” ifadesinin de içeriğini tarif etmiş olalım.
Akıl hamuru örneği ile anlatalım: Türk aklını “Türk aklı hamuru” diye betimlemiş olalım. Bu hamura az çok “Kürt aklı hamuru” ve “Arap aklı hamuru” kattığımızı düşünelim. Çoğu Türk aklı hamuru olsa da başka akıl hamurlarını da eklediğimizi farz edelim. Bu birleşik/ katışık hamuru iyice birbirine yedirmiş olalım. İşte biz buna “Ortak Akıl” diyoruz: “Ortak Akıl” derken de “Akıl”dan kastımız, bu hamura vereceğimiz şekilde hamur katanların mutabık olmasıdır. Meselâ biz bu hamura “At” şekli vereceksek, diğer hamur sahipleri de bunu olumlamışsa, artık burada “Akıl” herkes için “At” şeklidir.
Dünya, yüzyıl önce birçok gelişme sebebiyle yüzlerce yıl sahip oldukları şekli bozmak/ ezmek zorunda kaldı. Yani şekil bozulacak, hamurdan başka bir şekil yapma mecburiyeti oluştu. Örneğin “rejim değiştirmek” bir “şekil” değiştirmek idi. Tıpkı “aile” merkezli saray rejiminden “halk” merkezli Cumhuriyet rejimine geçmek, bu türden bir şekil değişikliği idi.
Ancak tüm ülkeler “şekil değiştirmek” zorunda olsa da bazı ülkeler, şekli değişmiş fakat hamuru aynı kalmış olmayı tercih ettiler. Yani bizim benzetmemizle “At” şeklini bozdular; ancak birden fazla akıl hamurundan oluşan yapıya dokunmadılar. Fakat Osmanlı sonrası şekil değişikliğiyle Cumhuriyet’e geçen irade, hızını alamayıp hamuru da dönüştürmeye yöneldi. Özellikle “Kemalizm” adı altında yürütülen politikalarda “Arap aklı hamuru” ve “Kürt aklı hamuru”nun bir şekilde Türk aklı hamurundan tamamen çıkarılması hedeflendi ve bu hedefe ulaşmak için her yol denendi.
Ulus Devlet modelini sadece şekil değiştirme değil “tek akıl hamuru” şeklinde yorumlayan politikalar zamanla önce Kürtler, ardından Araplarla “Düşmanlaştırılmış taraftarlar”a evrildi… Bu şu demekti: Ulus devletler krize girdi! Bazıları bu krizi “Ulus devlet olma sürecinin tamamlanamaması” olarak tarif etti.
İşte tam da bu “Ulus devletler krizde!” anonsu ile beraber tüm dünyada tekrar “Birleşik Devlet Aklı”na dönüş rüzgârı oluşturuldu. Fakat bu dönüşü “imparatorluklar dönemine dönüş!” diye anlayamayız. Çünkü böyle anlarsak, o zaman şekil dönüşümü iddiasını da içermiş oluruz. Yani bu sefer de “Cumhuriyet şeklinden Saray rejimi şekline dönüş!” içeriği taşınmış olur.
Oysa bu dönüş, şekil değişikliği üzere değil, ortak akıl yani birleşik/ birleştirilmiş akıllar anlamındadır. Tıpkı yukarıda betimlediğimiz Türk akıl hamuruna başka akıl hamurlarını katıp karmamız, iyice yedirmemiz gibi…
Nitekim Türkiye’deki “Kürt” sıfatlı bütün tartışmalar bu bağlamda yaşanan tartışmalardır. Bu tartışmaları imkân bilip ayrılıkçı, bölücü hedefleri olan PKK gibi örgütlerin de amacı Kürt akıl hamurunu Türk akıl hamuruna katmak değildir. Aksine Türk aklından kopup, sadece Kürt akıl hamurundan oluşan bir “Butik Kürt Devleti” kurmaktır. Yani Kürtlerin de bir ulus devleti olsun çabasıdır.
Şimdi, yeri gelmişken şu kritik soruları sormalıyız:
“Dünya ‘Birleşik Devlet Aklı’na yönelmişken ve “Bölgesel Güçler Dönemi”ne girmişken, ulus devleti sadece şeklî değil hamur olarak da tek akıl hamurunda tekleştirmek isteyen ulusalcılık krize düşmüşken, hatta Kemalizm örneğinde olduğu gibi “Üniter Devlet Yapısı”nı bile tehlikeye sokacak kadar başka akılları ötekileştiren uygulamaların ödettiği bedeller ortada iken, çözüm nedir? Çözüm süreci nedir? Daha önce “Kürt” sıfatlı “çözüm süreci” ne kadar “şekil”, ne kadar “akıl hamuru” mutabakatı içeriyordu?
İşte Trump ile Erdoğan arasındaki en koyu benzerliklerden biri bu alandadır. Trump zaten ABD’nin Bileşik Devlet Aklı’na mukayyet olduğunu biliyor. O nedenle dünyadaki Birleşik Devlet Aklı arayışlarına saygı duyuyor, hatta destekliyor. Çünkü Trump’a göre son yüzyılda yürütülen ABD dış politikasındaki “Ulus Devletlerin Bekçisi” rolünün artık yürümediğini, çok pahalıya mal olduğunu ve hatta artık ABD’nin bütünlüğünü ihmal edecek, zehirleyecek kadar kontrolsüz hâle dönüştüğünü düşünüyor. Nitekim “Dünyadan kontrollü şekilde askerlerimizi çekeceğiz!” ilanı ve uygulaması bu nedenledir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Cumhuriyet, Kürtlerin de rejimidir. Türkler ve Kürtler kardeştir ve el birliğiyle bölgede güç olmamız tüm halkların faydasınadır!” ısrarı da aynı bağlamdaki stratejinin gereğidir. Ancak PKK’nın derdi ne Cumhuriyet ne de Birleşik Devlet Aklı modelidir. PKK “Ulus Devlet” maskesiyle Kürt halkını kandırmak istemekte ve küresel güçlerin kuklası olarak terör eylemlerinde maşa olarak kullanılmaktadır.
Sonuç olarak, “tek kutuplu dünyadan çok kutuplu dünyaya geçiş” sürecinde bölgesel güç olmanın ana motoru “Birleşik Devlet Aklı”nın inşâsından geçmektedir. Şekil “Cumhuriyet” olarak kalabilir, ancak bu, Cumhuriyet’in millî olması için geçmiş yüzyıllarda olduğu gibi Türk akıl hamuru -öncü/ çok- olsa da o hamura katılmış diğer halkların aklı da olmalı ve geleceğe birlikte yürünmelidir. İşte asıl “çözüm” süreci bu olsa gerekir.

“Türkiye Yüzyılı” vizyonu, söz konusu bu “durumları” okumak ve gereğini yapmayı içermektedir. Nitekim Suriyeli mülteciler ve Kürt sıfatlı her konuyu “Birleşik Devlet Aklı” stratejisi içinde ele alma çabası da aynı şartları dikkate almanın sonucudur.
Gazze soykırımında azmettirici: Küresel Birleşik Şirketler
İsrail Gazze’ye saldırdı. On binlerce insan öldürdü, soykırım uyguladı. İsrail aynı saldırganlığını Lübnan’a taşıdı ve binlerce insan öldürmeye devam ediyor. Başta ABD, İngiltere ve AB olmak üzere dünyanın geneli İsrail’in arkasında olduğunu ve sadece masum insan konusunda İsrail’den duyarlılık beklediklerini söylediler. Daha açık ifade edelim: Dünyanın ezici çoğunluğu, soykırım karşısında “sessiz” kaldı. Neden?!
Çünkü İmparatorluk döneminden Ulus devletine geçişte rol almış ve şimdi de tekrar Birleşik Devlet Aklı’na yönelişte engelleyici güç olan “Küresel Şirketler” devrededir. Biz bu şirketlerin Ulus devletleri teslim almak istediklerini gözlemliyoruz. Peki bu küresel birleşik şirketlerin sahipleri kimlerdir? Tespitimiz şu yöndedir:
Yahudi Siyonistler ile Hıristiyan Siyonistler bu şirketlerin çoğunluğuna sahiptirler ve birlikte hareket etmektedirler. Özellikle İsrail’in güvenliği konusunda stratejik ortaklardır. O kadar güçlü sermaye ve ekonomik pazara sahiplerdir ki söz konusu soykırıma dünyanın sessiz kalması için tüm güçlerini kullanmış ve devletlere baskı uygulamışlardır. Şu cümleyi kurmak mümkün: İsrail saldırıları karşısında Ulus devletler, küresel birleşik şirketlere teslim olmuştur.
Bizim İsrail konusunda ABD’nin aldığı pozisyonda bir gelişme olduğunu öngörüyoruz. Demokratların bu şirketlerle güçlü iş birliği sahibi olduğunu ve küresel şirketleri desteklediğini görüyoruz. Kuşkusuz ABD, Devlet olarak bu şirketlerle uyumlu olma çabasındadır. Ancak Demokratlar bu konuda daha hevesli ve aktifler. Cumhuriyetçiler de bu şirketlerin varlığına açıktan karşı değiller. Ancak bu birleşik şirketlerin geldiği öyle bir güç aşaması var ki, Amerikan devletini bile teslim alma ve kendilerine hizmet ettirme girişimleri mevcut.
İşte Trump’ın Başkan olarak bu yılki seçimde tekrar Başkan olması, tam da bu birleşik şirketlerin ABD’ye teslim alma girişimine karşı ABD Devlet Aklı’nın direnmesi olarak okunmalıdır. Daha açık ifade edelim: Trump üzerinden ABD Devlet Aklı, “Birleşik Devlet Aklı”nı korumak istiyor. Bu şu demektir: ABD kendi eyaletlerinin sorunlarına odaklanmış durumda. Oysa Demokratlar küresel şirketler üzerinden dünyayı sömürmekte ve elde edilen kazancı ABD içine yaymak noktasında ayak diretiyorlar. Kuşkusuz Cumhuriyetçiler içinde de küresel birleşik şirketlerle iş birliği yapanlar mevcut. Ancak Trump’ın önceki ve şimdiki söylemlerde dikkatimizi çeken bir husus var: Trump, küresel şirketlere teslim olmak istemeyen Ulus devletlerin dirençlerine saygı duyuyor. Ancak bu direncin, direnişin ABD çıkarlarına zarar vermesini istemiyor. O nedenle başta Rusya ve Çin olmak üzere ülkelerle müzakere süreçlerini önemsiyor. Kuşkusuz bu müzakerelerde hem ABD çıkarını önemsiyor hem de “Patron” görülmek noktasında kendisine pozitif destek verilmesini arzuluyor.
Trump’ın gelişinden en fazla konu ettiğimiz birleşik şirketlerin rahatsız olduğunu gözlemliyoruz. Türkiye’ye gelince… Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu noktada bir gerçekliğin farkında: Türkiye’nin küresel şirketlere direnecek bir ekonomik gücü ve markalaşmış şirketleri yok. Dolayısıyla para savaşlarında olduğu gibi bu konuda da NATO-BRICS dengesi içinde özellikle Çin’in ekonomi alanında yükselişini değerlendirmek istiyor.
Kuşkusuz ABD-Çin savaşında Türkiye’nin masada ve sahada bir aktör olması çok zor. Ancak Türkiye, sahip olduğu coğrafî ve tarihî konumu sebebiyle ABD ve Çin’in dünya üzerindeki hesaplarında göz ardı edeceği bir ülke de değil. Özellikle bölgesel güç olma noktasında Türkiye’nin AK Parti döneminde kat ettiği ciddi bir mesafe var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dünyadaki gelişmeleri okuma becerisi ve gerekli tedbirleri alma noktasındaki marifeti dikkat çekici. Ancak Türkiye henüz küresel birleşik şirketlerle mücadele edecek güçte değil. Zaten bu güce ulaşmak için özel çaba ve zaman gerekiyor. Aslında “Türkiye Yüzyılı” projeksiyonu da bu eksende bir vizyonu ifade ediyor.
Trump ve Erdoğan arasındaki benzerlikleri listelerken konu ettiğimiz para savaşları, birleşik devlet aklı, birleşik şirketler kumpası gibi yeni süreçlerin üçgeninde listelemek gerekir.
Türkiye Yüzyılı masalımsı mı, gerçekçi mi?
“Türkiye Yüzyılı” öncelikle “Türkiye’nin yeni yüzyıla hazırlanması” demek… Yeni yüzyıldaki dünyayı öngörebilmesi ve hak ettiği payı alacak şekilde etkin, güçlü ve bağımsız olması demek… Değilse, dünyayı ABD sonrası yönetecek ülke olarak kendisini ilân etmesi anlamında değil. Bu anlam ve bağlamda belki önümüzdeki yüzyıl için bir Çin devleti bu ölçekte kendini ilân edebilir. Ancak o bile “masalımsı” kalır. Çünkü dünyanın gidişatı tek bir ülkenin kendini dünya lideri ilân etmesi ve özellikle yüzyılı tekeline alması mümkün değil. Nitekim Çin de bu iddiadan şimdilik sakınıyor. Çünkü ABD karşısında güçlü kalabilmesi için stratejik müttefiklere ihtiyacı var.
Kuşkusuz Çin için en önemli ödevlerden biri, Çin’in Avrupa, Afrika ve Ortadoğu pazarında güçlü olması. Bu güç için Çin’in en çok önem verdiği ülke Türkiye. Çünkü Çin’i bu üç bölgeye en etkin taşıyacak lojistik imkâna Türkiye sahip. Rusya da bunun farkında. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya ve Çin ilişkilerinde gözettiği strateji de bu iş birliğine yönelik. Kuşkusuz ABD için bu süreç rahatsızlık verici. O nedenle ABD kendi aklınca Türkiye’yi terbiye etmek için bazı operasyonlar yürütüyor. Özellikle Kürtleri bu yönde kullanıyor.
Fakat Trump, bu dünya bekçiliğinin maliyetinin artık tahammül edilemeyecek kadar yükseldiğini, ABD içinde özellikle eyaletler ölçeğinde parçalayıcı olduğunu ve ABD’yi düşman bilecek adresleri çoğalttığının farkında. Hatta NATO’nun bile ABD için masraflı bir adres olduğunu dillendirecek kadar iş çığırından çıkmış görülüyor. Ancak Trump tüm bunların ABD’ye zarar vermesini, gücünü zayıflatmasını ve pazar payı biraz azalsa bile ABD’yi çökertecek ölçeğe gelsin istemiyor.
Nitekim bir ara Fransa Cumhurbaşkanı Macron “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir. AB, kendi askeri birliğini kurmalıdır!” şeklinde bir çıkış yaptı. Almanya biraz tereddütlü destek verdi fakat bir baktılar ki Ukrayna-Rusya savaşı bizzat ABD organizasyonuyla patlak verdi.
Trump, önceki başkanlık döneminde kontrollü şekilde çok büyük masrafları olan ve ABD çıkarlarına hizmet etmeyen bölgelerden askerlerini çekeceklerini söylemişti. Afganistan’dan çekilmesi bu bağlamda idi. Hatta Biden bile başkan olduğunda bu program devam etti. Çünkü bu çekilme kararı, bir “ABD Devlet Aklı”nın kararı idi. Ancak askerlerin çekildiği bölgelere Rusya ve Çin hâkim olmasın diye “taşeron savaşçılar ve savaşlar” örgütlendi. Çin-Tayvan, Ukrayna-Rusya ve İsrail-Müslüman Devletler gerilimi, bu stratejinin ürünleridir.
Sonuç olarak, “Türkiye Yüzyılı” vizyonu, söz konusu bu “durumları” okumak ve gereğini yapmayı içermektedir. Nitekim Suriyeli mülteciler ve Kürt sıfatlı her konuyu “Birleşik Devlet Aklı” stratejisi içinde ele alma çabası da aynı şartları dikkate almanın sonucudur.
Dolayısıyla son aylarda tartışma ve müzakere konusu yapılan Apo’nun Meclis’te DEM Grubu’nda konuşması teklifi, TUSAŞ saldırısı, kayyum atamaları, bir Kürt açılımı belirtileri veya yine çözümsüz kalacak Kürt sıfatlı bir operasyon görüntüleri değildir. Aksine yazımızda zikrettiğimiz, dünyanın yeni trendlerini, yeni dönem ve düzenlerin gereği olarak yürütülmesi gereken bir stratejinin sadece taktiklerinden ibarettir.
Trump ve Erdoğan arasındaki benzerlikleri listelerken konu ettiğimiz para savaşları, birleşik devlet aklı, birleşik şirketler kumpası gibi yeni süreçlerin üçgeninde listelemek gerekir.
Kuşkusuz tüm bunlar yaşanırken, ABD özellikle “Küresel Birleşik Şirketler”in operasyonlarına az maruz kalmak için İsrail yanlısı tutumunu sürdürecektir. Hatta Türkiye’ye İsrail konusunda baskı uygulayacaktır. Türkiye de perde önünde İsrail ile iş birliği izlenimi verecek her şeyden kaçınırken, perde arkasında, yazımız boyunca zikrettiğimiz parkurlarda “Türkiye Yüzyılı” yolunda gerekli stratejik adımları atacak ve uluslararası ilişkiler kodları üzerinden bir denge kurmaya çalışacaktır. Kuşkusuz bu çok zor bir süreçtir ve çok büyük efor gerektiren bir durumdur. Türkiye, Trump dönemi eğer doğru değerlendirilirse, mecbur kaldığı bu dönemi geçecek kabiliyettedir.



