
GÜNDÖNDÜ, günebakan, günçiçeği, aygün, günâşık, ayçiçeği...
Bir başka ifadeyle “Trakya’nın sarı gelini”.
Uçsuz bucaksız tarlaların nazlısı o.
En acemi olanı bile usta fotoğrafçı gösteren sarı çiçek.
Adını güneşten ve aydan alan bu güzel gelin, sabah gün doğarken doğuya bakar, gün boyu güneşi takip eder. Akşam vakti güneş batarken onu uğurlar. O sırada yüzü batıya dönüktür.
O yüzden “günebakan” derler. Aralıksız güne baktığı, güne âşık olduğu için onu kim yadırgayabilir? Işığını ve gıdasının bir kısmını güneşten alan tek o değil ki. Memleketimizin âşık dervişi…
Ertesi gün tekrar doğudan başlaması için, biz fark etmesek de gece boyunca aksi yönde yavaşça hareket etmesi gerekir. Ki güneşi doğuda tekrar karşılasın.
Öyle yapmazsa, her gün tek yönde ilerlemek zorunda kalır ve dolanıp durur, döne döne kelle kısmı gövdeden kopacak hâle gelir.
Gündöndülerin sabahtan akşama güneşe baktığı bilinir de bu bahsettiğimiz husus yani gece ters yönde hareket ettiği pek bilinmez.
Olgunlaşana kadar böylece yirmi dört saat hareket hâlinde devam eder. Bir an bile boş geçmez. Dervişe boş durmak yakışır mı?
İki maksatla kullanılır bu nazlı görünen fakat aslında epeyce dayanıklı olan bitki: Bir yağ çıkarmak için, bir de çekirdeğini çerez olarak çitlemek için. Küspesi ise yem yapımında kullanılır. Arıların da çok sevdiğini kaydedelim.
Televizyonun yaygınlaşmadığı dönemlerde, Trakya illerinde ve ilçelerinde (daha doğrusu Kemal Bey’in dediği gibi “Trakya’nın en güzel ilçelerinden illerini, illerini ilçelerini barındıran bir Trakya’da en güzel ilçelerinden illerinden birisi Trakya ve ilçeleri”nde) yazlık sinemaya gidenler, ellerine birer tane olgunlaşmış ayçekirdeği kellesi alır, filmi seyrederken çitlerdi.
Acıklı sahnelerde gözyaşlarının kelleye tıp tıp düştüğü, çekirdeği tuzladığı da vakidir hani. O tıp tıpları kimsenin duymadığı (çünkü duyulmaz), gözlerdeki ıslaklığın da kimse tarafından fark etmiyor sanıldığı anlardı o beyaz perde önünde, gecenin karanlığı altında geçen vakitler, çünkü herkesin gözleri nemli olurdu. O duygusallığa ruhen hazır gidilirdi. Daha afişi görünce başlardı hazırlık; kimlerin rol aldığı öğrenildiğinde...
“Sevgi neydi? Sevgi emekti...”
“Yolum düştü, köyünüzden geçmez olaydım. Elinden bir tas su içmez olaydım...”
“Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni...”
“Kara Murat hanginiz? Benim, benim, hayır benim.”
Artık, yazlık sinema da pek kalmadı, evinden çıkarken eline ayçekirdeği kellesi alan da.
Şimdi ne Fatih’in Fedaisi var, ne selvi boylu al yazmalı, ne sevdası dağ gibi âşıklar.
Hayat hep aynı şekilde devam ediyor, pek fazla değişmiyor gibi algılansa da sürekli değişiyor. Hiçbir gün diğeriyle aynı görülemez.
Mevsimlerin de değişimden payını aldığına şahidiz. Yıllar, eski yıllar gibi değil; insanlar, eski insanlar gibi değil.
Bu sene kurak gitti. Yeterince yağış gelmedi. Gündöndüler güne dönemediler. Başlarını erkenden eğdiler. Daha olgunlaşamadan.
Normal şartlarda her sabah doğudan başlayıp batana kadar güneşi takip eden gündöndüler, toprağa bakıyor.
Her biri toplu yargılamaya katılmış mahkeme salonundaki sanıklar gibi görünüyor. Darbe dönemlerinde mahkeme salonuna çevrilmiş spor sahalarını andırıyor vaziyet.
“Başın öne eğilmesin” diye şarkılar çalınsa da işe yaramaz artık. Eğildi bir defa.
Yağış yeterince olsaydı, göndöndüler döne döne güneşle beslenseydi, topraktan gıdasını alsaydı, kelleler olgunlaştıktan sonra zaten sabitleneceklerdi.
Ayçiçekleri belirli bir olgunluğa ulaştıklarında artık güneşi takip etmeyi bırakırlar. Fakat bu sene olgunlaşamadan bıraktılar.
Topraktan yeterli suyu alamayınca, güneş tek başına kurtaramadı onları.
Yazık oldu. İçleri boş çoğunun.
“Bir suçlu gibi ezik/ Sana selâm söyledi” demişti Behçet Necatigil.
Bu sene -suçlu değillerse de- mahcup oldu sarı gelinlerimiz. Yağ veremeyecekleri için üzgün görünüyor hepsi.
Önümüzdeki dönemde ayçiçek yağı üretimi az olursa, fiyatlar yükselir.
“Yağmur yağdı, böyle oldu” diye bir söz vardı eskiden esnaf arasında. Bilhassa pazarcılar çok kullanırdı. Şimdi vaziyet tersine döndü. Gündöndülerin gece aksi yönde hareket etmesi gibi tersine.
“Yağmur yağmadı, böyle oldu” diyecekler. Hem de şaka olsun, nazire olsun, kinaye olsun diye değil; vaziyeti anlatmak için.
Şimdi hep beraber yağmur duasına çıksak da kâr etmez. Gündöndüler başlarını kaldıramaz artık.
Fakat yağmur her hâlükârda şart. Malûm, barajların hâli perişan. Suyla dolu olması gereken kısımlarında inekler dolaşıyor. Göllerin de suyu çekildi, antik yollar, tarihî eserler ortaya çıktı.
O yüzden el açıp yağmur dileyelim. Yalvarıp yakaralım. “Susuz bırakma bizi Allah’ım” diyelim. Belki aramızda duası kabul edilecek birkaç kişi vardır. Vardır mutlaka. Onların hatırına biz de yırtarız arada.