TÜRKİYE’de futbolcu ne
demektir? Dünyadan haberi olmayan, boş, câhil bir insan tipi... Zaten yaş
itibarı ile âlim, bilgin olmaları da beklenemez. Ama ilgileri, hevesleri daha
çok para kazanmak ve daha çok şöhret kazandıracağına inandıkları bir futbol
takımına transfer olmak... Kazandıklarını da genellikle gece hayatında, barda,
pavyonda harcamaları ile haber olmaktalar. Elbette bu tanıma uymayan
futbolcular bulunabilir. Ama onların bulunması, çoğunun bu tarifin içinde
olmasına engel değildir.
Futbol, çocuklarla gençler üzerinde inanılmaz bir etkiye sahiptir. Adı
ezberlenilmeyen, kendisine benzemek için çaba gösterilmeyen futbolcu yok
gibidir. Futbolcular da muhtemelen bunu bilirler ve bundan özel bir haz
duyarlar. Hepsi bu kadar!
“Madem beni örnek alanlar var, o hâlde kendime çekidüzen vermeliyim, onlara
iyi örnek olmalıyım” diyenleri var mıdır? “Milyonların asgarî ücretle geçindiği
bir dünyada, bir orta hâlli Afrika ülkesinin bütçesi kadar para kazanıyorum,
bari bunun zekâtı kabilinden birkaç garibe bakayım, okul yahut hastane
masraflarını karşılayayım” diyenleri var mı?
İnşallah vardır da ben duymamış, görmemişimdir…
Futbolun -evet- spor tarafı, her spor dalı gibi insanın fizikî gelişimine,
sağlıklı kalmasına faydası vardır. Ancak bunun yanı sıra futbol insanı adeta
hayattan koparmaktadır. Hayatın gerçekleri futbolcular için giderek
önemsizleşmektedir. Onların kazandıkları ve nerelerde nasıl harcadıkları önemli
ve öncelikli hâle gelmektedir. Bir çeşit bağımlılık yapmaktadır bu. Maalesef bu
bağımlılıksa futbol oynayanlarla sınırlı kalmamaktadır. Yüz binleri,
milyonları, hayatın gerçeklerinden kopararak bir çeşit sanal âlemde hayâlî
sorunlara hapsetmektedir.
Maç izleyebilmek için gidip gece yarısında saatlerce bilet kuyruğunda
beklemek nasıl bir insan davranışıdır? Yahut bir maç sonucunu tartışırken en
yakın arkadaşı veya akrabası ile kavga eden, hattâ yaralayanların haberleri,
futbolun insanı nasıl insanlıktan çıkardığının birkaç örneğidir.
Futbolun uyuşturucu tarafını en çok takdir edenler de diktatörler olmalıdırlar.
Bu yüzden olmalı ki, futbola en çok yatırım yapan yönetimler, diktatörlük
idareleridir. Halkın ihtiyacından, hizmetinden kestikleri milyon dolarlık
harcamaları, utanıp sıkılmadan futbol için yaparlar. Halkı bir ömür boyu futbol
ile oyalarlar. Eski SSCB idaresi de, Hitler, Franko ve Mussolini gibi liderler
de futbolun bu tarafını zamanında anlayarak bu alana hâdsiz hesapsız harcamalar
yapmışlardır.
Diktatörlerin uyuşmuş, uyuyan, her denileni tekrarlayan bir halka
ihtiyaçları her zaman olur.
Abdülhamid Han da galiba işin bu tarafını fark etmiş. Türkiye’de yere göğe
sığdırılamayan üç büyük futbol takımını da (Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray)
kurdurmuş. Gerçi bu üç takımın tüzüğü de Kemalizm ile sınırlıdır ama gelin
görün ki, kurucusu Kemal Paşa değil, Abdülhamid’dir. Bütün faaliyet ve
kutlamalarında asla Abdülhamid adını anmadıkları gibi, bütün minnetlerini ve
bağlılıklarını Kemal Paşa’ya sunmaktadırlar.
Hemen bütün dünyada futbol takımlarının böyle bir işlevi vardır. Halkın bir
sorununu elbette çözemezler. Öyle bir iddiaları da yoktur. Ama kendilerine
bağlanan, statlarına, maçlarına koşan veya evinde saatlerce heyecan içinde
bekleyen taraftarlarını hayatın gerçeklerinden koparmayı başarırlar. Ülkeyi
tanıtmak gibi acayip bir iddiaları vardır. On bir tane kısa pantolonlu, bir
yuvarlak topun peşinde karşı takıma göre daha iyi koştuğunda, ülkenin tanınmış
olacağını iddia ederler. Bu tanınmanın işsizin, asgarî ücretlinin, emeklinin
hangi sorununa çâre olacağı sorusu ile hiç ama hiç ilgilenmezler.
Türkiye’de futbol bir sektördür. Bu sektör hemen her konuda olduğu gibi
kirli sermayenin elindedir. Ne kadar yeraltı ve yerüstü babası varsa hemen hemen
hepsinin bir futbol takımı vardır. Bir zamanlar İstanbulspor vardı ve başkanı
Cem Uzan idi. Şimdi öyle bir takım var mı? Nerededir, ne iş yapar? Sahibi
gidince ne hâllere düşmüştür?
Hemen herkesi tırtıklaması ile bilinen Uzan Ailesi, hangi beklenti ile bu takıma milyarlar harcamıştır? Kirli sermaye hiçbir zaman hayır hasenat için bir futbol takımına yatırım yapmaz. Kirli sermayenin rengi, dini, imanı yoktur. Hepsi aynıdır. Birbirlerine çok benzerler. Uzanların İstanbulspor’u ile Ülkerlerin spor kulübü arasında toplumun yararına zırnık bir fark arayanlar, o farkı zor bulurlar.
Güney Azerbaycan’da bir spor kulübü: Traktör Sazi
Güney Azerbaycan’ın Traktör adıyla bir futbol takımı vardır. Resmî adı, “Traktör
Sazi”... Tebriz’de kurulu olan Traktör Fabrikası’nın takıma yardımları dolayısı
ile bu adı aldığı anlatılır. Bir futbol takımının traktörle ne kadar ilgisi
olursa, Traktör takımının da buraya kadar anlatılan futbol hikâyesi ile ilgisi
o kadardır.
Güney Azerbaycan’da toplumsal bilincin statlardan fışkırmış, patlamış hâli
gibidir Traktör. Yüz bini aşkın insanın âdeta kendinden geçerek, Fars işgalinin
ortadan kaldırmaya çalıştığı bilince âdeta yeniden ruh vermiş gibidir. Traktör,
futbol kavramını sanki aklamış, ona yeni bir anlam katmıştır!
Traktör’ün Tebriz’deki stadının adı da “İmam Yadigâr”… Yetmiş veya yetmiş
beş bin kişilik kapasitede olduğu iddia ediliyor. İran’da rejime taraftar
toplayacak her türlü sosyal faaliyetin dışında kalanları, rejim “Haramdır” diye
yasakladığı hâlde futbolu ve Traktör’ü yasaklamış değildir. Çünkü onunla 40
milyon civarındaki Türk nüfusunu uyuşturma, oyalama, avutma beklentisi vardır.
Ancak Traktör, şehinşahlık rejiminin beklemediği bir misyonun sahibi olmuştur.
Siyâsî liderlerin, yazarların, aydınların, tüccarların söylemeye cesaret
edemediği cümleleri, Traktör takımının seyircileri, on binlerce, yüz binlerce
taraftarı hep bir ağızdan bağırmaktadır: “Azerbaycan
çok yaşa! Kuzeyinle Güneyinle! Bakü-Tebriz-Ankara!”
Böylece işgalci Fars rejiminin hile ve yalanlarını Traktör, kendi etki
sahasında yok etmiştir. Seyircisine kimliğini hatırlatıp cesaretle donatmıştır.
Traktör Futbol Takımı taraftarları, kendilerini “Kızıl Kurtlar” diye
adlandırmaktadırlar. Traktör taraftarının bilincinin zekâtı kadarı, Türkiye’deki
Süper Lig’de oynayan takımların taraftarlarında var mıdır? Öyle bir işâret
yoktur!
Traktör, tarifsiz bir Türkiye sevdâlısıdır. Ama Türkiye’nin belli başlı takımlarında, statlarında Traktör’ün adı bile yoktur. Gerçi aksini beklememek lâzımdır. Türkiye’nin üç büyük takımının kurucuları Abdülhamid’in adını anarlar mı? Ansalar bile küfür için olabilir. Dolayısı ile bu takımlardan Traktör için bir kardeşlik, bir vefa, bir kadirşinaslık beklemek gerçekçi değildir.
Zarif ve arkadaşları, Güney’in işgalini ne kadar sürdürebilirler? Onlar için tehlike Güney ile sınırlı değildir. Daha bunun Kirmanşah’ı, Belucistan’ı, İsfahan’ı, Ahvaz’ı ve en önemlisi Horasan’ı vardır!
“Aras’ı ayırdılar”
İşgalci İran şehinşahlığının Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Ermenistan’ın
Karabağ’da yenilmesinden büyük rahatsızlık duydu. Çünkü Ermenistan saldırıları
ile Kuzey’i meşgul ederek Güney ile ilgilenemez duruma mahkûm etmek
istiyorlardı. Bakü’de düzenlenen zafer töreninde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
okuduğu şiir için oldukça küstah ve saldırgan bir karşılık verdiler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Topraktan pay
olmaz, Aras ile bizi ayırdılar” demişti. Soyadında kullandığı Zarif’ten
başka hiçbir sermayesi ve nezâketi olmayan Bakan ise, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı
tarihi bilmemekle, aslında Aras ile İran’dan Azerbaycan’ın ikiye bölünüp
kuzeyinin İran’dan koparıldığını” iddia etti. Böylece Kuzey Azerbaycan toprak
bütünlüğü için tehdidini açık etti ve Ermenistan’ın aldığı yenilginin Fars yönetiminde
yol açtığı büyük hayâl kırıklığını ortaya koydu.
Zarif bu iddialarını, Aras’ın iki yakasında toplanıp birbirlerini selâmlayan
Azerbaycan halkına söyleyebilir mi? Yahut “İmam Yadigâr” dedikleri stada
giderek, orada hemen her hafta bir çeşit bilinç takviyesi alan taraftara bu
cümlelerini söyleyebilir mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Güney Azerbaycan’ın ünlü şairi Bahtiyar
Vahapzade’nin yazdığı şiirinden bir alıntı yaptı:
“Aras’ı ayırdılar
Kum ile doldurdular
Ben senden ayrılmazdım
Zor ile ayırdılar,
Ay Lâçin, can Lâçin,
Men sene kurban Lâçin…”
Bu mısralardan, İran’ın toprak bütünlüğü için tehdit çıkardı Zarif. Ama
aslında tehdit yok. Çünkü 1828 Kaçar Hanedanlığı ile Rusya Çarlığı arasında
yapılan Türkmençayı Anlaşması ile Aras nehri sınır kabul edilmiş, nehrin kuzeyi
Rusya’ya, güneyi ise Kaçar Hanedanlığına bırakılmıştır. Yenilmez, yıkılmaz
sanılan Rusya (SSCB) yerle yeksan olunca, Aras’ın kuzeyi özgürleşmiş iken,
1924’te ortaya çıkan Fars işgalinin kıyamete kadar sürüp gideceğini ancak bir
Fars hayâlciliği iddia edebilirdi.
Zarif ve arkadaşları, Güney’in işgalini ne kadar sürdürebilirler? Onlar
için tehlike Güney ile sınırlı değildir. Daha bunun Kirmanşah’ı, Belucistan’ı,
İsfahan’ı, Ahvaz’ı ve en önemlisi Horasan’ı vardır! Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan,
okuduğu kısa bir şiirle Fars’ın kulağına zarif bir kar suyu kaçırmıştır!
Korkuları çoğalmıştır! Bağırıp şamata çıkarmaları ise, mezarlıktan korkanların
orada türkü söylemelerinden başka bir mânâ taşımamaktadır.
Merhum şair Arif Nihat Asya’nın dediği gibi, “Ağlayın, parmakları nur, sularından kınalı kızlarım/ Ağlasın Meraga
göklerinden Meraga’ya bakıp yıldızlarım/ Şu yakın suların kolu neden bükülmez/ Fırat
niçin, Dicle niçin, Aras niçin benden doğar, bana dökülmez?”…
Aras nehri, Bingöl-Erzurum’dan kalkıp Azerbaycan’a, oradan Hazar Denizi’ne
ulaşır. Aras, Türkiye’nin Azerbaycan’a kadim bir armağanıdır. Kardeşliğin,
dayanışmanın katıksız su hâlidir. Aras’ın Azerbaycan’ı bölmek için bir sınır
yapılması geçicidir. Zaten onu sınır yapan Rusya Çarlığı ve Kaçar Hanedanlığının
günümüzde olmayışı da bu geçiciliğin habercisidir.
Aras; yalnızca bereketin, rahmetin, kardeşliğin suya dönüşmesidir. Yoksa
kardeşleri bölmenin bahanesi ve aracı değildir.
İran’da Azerbaycan rûhânileri (ilmiye sınıfı) işgalci Farsların hizmetinde
ve onların suçlarını örtmenin birer aracısı durumundadır. Gün görmemiş
hurâfelerle halkı aldatma, Fars işgalini meşru bir hak olarak gösterme çabasındadırlar.
Dolayısı ile oradaki rûhâniyet ile halkın gönül bağı kopmuştur. Halkın
hissiyatından o rûhâniler habersiz olduğu gibi, o hissiyatın amansız düşmanıdırlar.
Halkın hissiyat ve heyecanının karşılığı, Güney Azerbaycan’da Traktör Sazi’dir!
Bu nedenle dünyada bir ilk yaşanmaktadır: Halkı uyutması, avutması için icat
edilip kullanılan bir futbol takımı, halkın uyanışı için, halkın yüzyıllardır
bastırılan ve örtülen özleminin açığa vurulduğu bir alan hâline gelmiştir.
“Aras! Aras! Han Aras!
Bingöl’den kalkan Aras
Al başımdan sevdâyı
Hazar’da çalkan Aras!”