Trafikte neden canavarlaşıyoruz?

Trafikte aslında “başka birisi” olmuyoruz, tam tersine, dışarıda başka birisiyken şoför koltuğuna oturunca aslımıza rücû ediyoruz. “Trafik canavarı” dediğimiz şey başka bir varlık değil, biziz! Yol süresince, aslında kendi hayatımızı hızlandırılmış bir şekilde yaşıyoruz. Bu açıdan hep başkalarına değil de yolda nasıl birisi olduğumuzu anlamak için kendimize de bakalım…

TRAFİKTE, normal zamanlarda olduğumuzdan neden daha farklı biri hâline geliyoruz?

Bu soruyu hem psikolojik, hem de sosyolojik perspektifte derinlikli olarak ele almak gerekir.

Trafik davranışları bizim kültürümüzün önemli bir yansıması. Kendimizi tanımak ve anlamak adına önemli ipuçları veriyor. Biz bu yazıda, ileri çalışmalara da zemin hazırlayacak bir genel değerlendirme yapmak istiyoruz.

Trafiğin muhtevasına baktığımız zaman sürücü (biz), araba, yol, diğerleri, varılacak hedef, trafikte uyulması gereken yazılı kurallar ve toplumsal normlar karşımıza çıkmaktadır. Bu unsurları düşününce, aşağı yukarı normal toplumsal ilişkilerde göreceğimiz her şeyi biraz küçültülmüş hâlde trafik âleminde de yaşıyoruz. Bundan dolayı trafiği hayatın konsantre ve hızlandırılmış hâli olarak görebiliriz.

İnsan bu hızlandırılmış kesitte, normal zamanlarda olduğu gibi kendi karakterinin gereğini yerine getirmekte, kendi özelliklerini bir şekilde yansıtmaktadır. Araba onun sığındığı mekândır, dünyalık mülküdür. O mülk ile bir statü elde etmiştir ve diğer insanlara bu statüsü üzerinden hükmetmek, varlığını onlara hissettirmek ister.

Arabaya binen her sürücü, önce işi öğrenir, daha sonra varoluşunu diğerlerine ispatlama derdine düşer. Arabanın markasından tutun da plâkasına, arabanın sağına soluna yapıştırılan yazılara ve iç dizaynına kadar her göstergenin bir anlamı vardır. Birinin arabasını inceleyerek, onun kişiliği, karakteri, ideolojisi, yaptığı iş veya toplumsal statüsü gibi durumlara ilişkin tahminlerde bulunabiliriz.

Trafikte gittiğimiz yol ise sosyal yaşam alanımızdır. Kendimizi diğerlerine karşı orada gösteririz, diğer insanlarla etkileşimimiz o yolda başlar. Bir taraftan da yol akıştır, geçip giden zamandır. Yolun başlangıcı ve sonunu ömür olarak da düşünebiliriz. Hızlı gidiyorsak telâştan dolayı yolun çevresinde ne olup bittiğini fark edemeyiz. Sadece diğer arabalara, ışıklara, virajlara, kontrol noktalarına dikkat ederiz. Bunlar üzerimizdeki acil iş baskıları gibidir, bu telâş içinde geçip giden ömrümüzün muhasebesini yapamayız.

Trafikte “diğerleri” vardır. Kimisi bizi geçer veya kimisini biz geçer, onları arkada bırakırız. Bazen geçip bir daha karşılaşmayacağımızı düşündüğümüz arabalarla ilerideki bir ışıkta tekrar yan yana gelebiliriz. Bütün bu diğerleriyle olan etkileşimlerimize rekabet, hırs ve diğerinin önüne geçme arzusu damgasını vurur. Bilinçli bir yolculuk yapmayıp akışa kapılırsak, kendimizi diğerleriyle yarış yapar hâlde buluruz.

Arabanın içindeki hikâyeleri bilmeyiz. Kim nereye ne için yolculuk yapıyor, onu da bilmeyiz. Arabanın içi de bizi ilgilendirmez. Önemli olan içindekiler değildir artık, mekanik bir varlık olan arabadır. Arabaları geçmek ve onun önünde olmak, sahte bir mutluluk hissi verir insana. 

Trafikte diğerleriyle olan etkileşimimiz, bir nevi bizim sosyal hayatımızı özetler. İtişler, kakışlar, onlara verilen tepkiler, bastığımız kornalar, kurallara uyma durumumuz trafikteki davranış şekillerimizdir. Aslında burada ne kadar ham ya da ne kadar olgun bir insan olduğumuz net olarak anlaşılır. Bir de daha doğal hâlimiz kendini gösterir. Bir nevi maskeler atılmış, gerçek yüzümüz ortaya çıkmıştır. Ham insanlar sürekli diğerlerini rahatsız ve tedirgin ederler. Olgun kişiler ise akışı kolaylaştırırlar. Bazen ufak bir problem büyük bir çatışmaya dönüşür. Bazen küçük bir yol verme jesti insanı mutlu eder.

Arabanın camından dışarıya attıklarımız da yaşayıp giderken arkada ne bıraktığımızı simgeler. Bazı insanlar çevre duyarlılığı ortaya koyup arabanın içinde oluşan atıkları bir torbada toplayarak duraklarda ya da yol bitince çöpe atarlar. Bazıları ise, işi biten atıkları kontrolsüz bir şekilde camdan dışarıya fırlatırlar. Bu yüzden çokça pet şişe, cam şişe veya peçete gibi atıkların yol kenarlarına yığıldığı görülür.

Yolun sonunu ise ömrün bitişine benzetebiliriz. Hepimiz günlük telâş içinde hemen her şeyin olup bitmesini isteriz ama ölüme daha hızlı yaklaştığımızın farkında değilizdir. Hemen sonuç görme, bir an önce varma arzusu trafikte de kendini gösterir. Peki, varınca ne olacak? O pek düşünülmez. Yolu bir an önce bitirmeye çalışırız ama yol biterken ömür de bitip gitmektedir.  

Birisinin sürdüğü araba ile trafik yoğunluğu olan bir yolda yaklaşık 100 kilometre yolculuk yapsanız, onun mizacı, kişiliği ve karakterine dair oldukça fazla veri elde edersiniz. Çünkü kişi, ömrünü o kadarcık yola sıkıştırmış ve ne olduğunu bize özetlemiştir.

Netice olarak, trafikte aslında “başka birisi” olmuyoruz, tam tersine, dışarıda başka birisiyken şoför koltuğuna oturunca aslımıza rücû ediyoruz. “Trafik canavarı” dediğimiz şey başka bir varlık değil, biziz! Yol süresince, aslında kendi hayatımızı hızlandırılmış bir şekilde yaşıyoruz. Bu açıdan hep başkalarına değil de yolda nasıl birisi olduğumuzu anlamak için kendimize de bakalım…