TRAFİKTE, normal
zamanlarda olduğumuzdan neden daha farklı biri hâline geliyoruz?
Bu
soruyu hem psikolojik, hem de sosyolojik perspektifte derinlikli olarak ele
almak gerekir.
Trafik
davranışları bizim kültürümüzün önemli bir yansıması. Kendimizi tanımak ve
anlamak adına önemli ipuçları veriyor. Biz bu yazıda, ileri çalışmalara da
zemin hazırlayacak bir genel değerlendirme yapmak istiyoruz.
Trafiğin
muhtevasına baktığımız zaman sürücü (biz), araba, yol, diğerleri, varılacak
hedef, trafikte uyulması gereken yazılı kurallar ve toplumsal normlar karşımıza
çıkmaktadır. Bu unsurları düşününce, aşağı yukarı normal toplumsal ilişkilerde
göreceğimiz her şeyi biraz küçültülmüş hâlde trafik âleminde de yaşıyoruz.
Bundan dolayı trafiği hayatın konsantre ve hızlandırılmış hâli olarak
görebiliriz.
İnsan
bu hızlandırılmış kesitte, normal zamanlarda olduğu gibi kendi karakterinin
gereğini yerine getirmekte, kendi özelliklerini bir şekilde yansıtmaktadır.
Araba onun sığındığı mekândır, dünyalık mülküdür. O mülk ile bir statü elde
etmiştir ve diğer insanlara bu statüsü üzerinden hükmetmek, varlığını onlara hissettirmek
ister.
Arabaya
binen her sürücü, önce işi öğrenir, daha sonra varoluşunu diğerlerine ispatlama
derdine düşer. Arabanın markasından tutun da plâkasına, arabanın sağına soluna
yapıştırılan yazılara ve iç dizaynına kadar her göstergenin bir anlamı vardır.
Birinin arabasını inceleyerek, onun kişiliği, karakteri, ideolojisi, yaptığı iş
veya toplumsal statüsü gibi durumlara ilişkin tahminlerde bulunabiliriz.
Trafikte
gittiğimiz yol ise sosyal yaşam alanımızdır. Kendimizi diğerlerine karşı orada
gösteririz, diğer insanlarla etkileşimimiz o yolda başlar. Bir taraftan da yol
akıştır, geçip giden zamandır. Yolun başlangıcı ve sonunu ömür olarak da
düşünebiliriz. Hızlı gidiyorsak telâştan dolayı yolun çevresinde ne olup
bittiğini fark edemeyiz. Sadece diğer arabalara, ışıklara, virajlara, kontrol
noktalarına dikkat ederiz. Bunlar üzerimizdeki acil iş baskıları gibidir, bu
telâş içinde geçip giden ömrümüzün muhasebesini yapamayız.
Trafikte
“diğerleri” vardır. Kimisi bizi geçer veya kimisini biz geçer, onları arkada
bırakırız. Bazen geçip bir daha karşılaşmayacağımızı düşündüğümüz arabalarla
ilerideki bir ışıkta tekrar yan yana gelebiliriz. Bütün bu diğerleriyle olan etkileşimlerimize
rekabet, hırs ve diğerinin önüne geçme arzusu damgasını vurur. Bilinçli bir
yolculuk yapmayıp akışa kapılırsak, kendimizi diğerleriyle yarış yapar hâlde
buluruz.
Arabanın
içindeki hikâyeleri bilmeyiz. Kim nereye ne için yolculuk yapıyor, onu da
bilmeyiz. Arabanın içi de bizi ilgilendirmez. Önemli olan içindekiler değildir
artık, mekanik bir varlık olan arabadır. Arabaları geçmek ve onun önünde olmak,
sahte bir mutluluk hissi verir insana.
Trafikte
diğerleriyle olan etkileşimimiz, bir nevi bizim sosyal hayatımızı özetler.
İtişler, kakışlar, onlara verilen tepkiler, bastığımız kornalar, kurallara uyma
durumumuz trafikteki davranış şekillerimizdir. Aslında burada ne kadar ham ya
da ne kadar olgun bir insan olduğumuz net olarak anlaşılır. Bir de daha doğal
hâlimiz kendini gösterir. Bir nevi maskeler atılmış, gerçek yüzümüz ortaya
çıkmıştır. Ham insanlar sürekli diğerlerini rahatsız ve tedirgin ederler. Olgun
kişiler ise akışı kolaylaştırırlar. Bazen ufak bir problem büyük bir çatışmaya
dönüşür. Bazen küçük bir yol verme jesti insanı mutlu eder.
Arabanın
camından dışarıya attıklarımız da yaşayıp giderken arkada ne bıraktığımızı
simgeler. Bazı insanlar çevre duyarlılığı ortaya koyup arabanın içinde oluşan
atıkları bir torbada toplayarak duraklarda ya da yol bitince çöpe atarlar.
Bazıları ise, işi biten atıkları kontrolsüz bir şekilde camdan dışarıya
fırlatırlar. Bu yüzden çokça pet şişe, cam şişe veya peçete gibi atıkların yol
kenarlarına yığıldığı görülür.
Yolun
sonunu ise ömrün bitişine benzetebiliriz. Hepimiz günlük telâş içinde hemen her
şeyin olup bitmesini isteriz ama ölüme daha hızlı yaklaştığımızın farkında
değilizdir. Hemen sonuç görme, bir an önce varma arzusu trafikte de kendini
gösterir. Peki, varınca ne olacak? O pek düşünülmez. Yolu bir an önce bitirmeye
çalışırız ama yol biterken ömür de bitip gitmektedir.
Birisinin
sürdüğü araba ile trafik yoğunluğu olan bir yolda yaklaşık 100 kilometre
yolculuk yapsanız, onun mizacı, kişiliği ve karakterine dair oldukça fazla veri
elde edersiniz. Çünkü kişi, ömrünü o kadarcık yola sıkıştırmış ve ne olduğunu
bize özetlemiştir.
Netice olarak, trafikte aslında “başka birisi” olmuyoruz, tam tersine, dışarıda başka birisiyken şoför koltuğuna oturunca aslımıza rücû ediyoruz. “Trafik canavarı” dediğimiz şey başka bir varlık değil, biziz! Yol süresince, aslında kendi hayatımızı hızlandırılmış bir şekilde yaşıyoruz. Bu açıdan hep başkalarına değil de yolda nasıl birisi olduğumuzu anlamak için kendimize de bakalım…