
HİÇ de aynı şey
değil, yaşayan bilir! Dört tekerlek üzerinde rahat bir koltuğa kurulmuşken,
ayaklardan biri gaz ve diğeri fireni yönetirken, direksiyon kontrolü de
elindeyken, insan aynı olmuyor işte!
Masumca
yatağından uyanan kâinatın gözbebeğini bir de trafikte görün! Sarı ışık yanar
yanmaz kornaya basıp öndekine bir sinir ucu dokunuşu yapıyor. Niye ki?
Öndekinin gözü yok mu, varacağı hedefi yok mu, yeşil yanınca gitmeyecek ve
arkadaki geç mi kalacak? Geç kaldı diyelim, üç beş saniye ile ne değişecek? Öndeki
araç sahibi sinirlerine hâkim olma çabasına giriyor, dikiz aynasına gözü
kayınca, arka camdan el kol sallayan şoförü fark ediyor. Adam diyor ki hâl
diliyle, “Bak sarı yandı, uyarı kornası yaptım. Kırmızı yandı, iki saniye oldu
ve hâlâ o tekerlekler dönmüyor. Hâlâ ne duruyorsun?”.
İyi
de, hayat mı kurtarıyorsun, bu ne acele? “Ben daha uzun korna yaparak sana hâddini
bildirmez miyim?” diyor.
Dur!
Bu daha yolun başı. Bunlar ilk ışıklar. Daha ne hatâlı sollamalar olacak, ne küfürler
yağacak yol boyunca. O dil neler söyleyecek neler! O kulaklar neler duyacak!
Neyse ki cam kapalı olunca küfür hakkı içeride kalana ait gibi görünüyor. İnsan
iki ayağı üzerinde bu kadar cüretkâr olamazken, dört teker ve koltuk başka bir
güç katıyor herhâlde. Mahalle aralarında gecenin bir yarısı son ses müzik dinleyerek, yok, hayır, müziğe benzer
bir gürültü dinlemeye mecbur bırakarak araba sürenler... Camın otomatiğine
basıp elindeki boş sigara paketini caddeye savuranlar... Bunlar iyi insanlar
mı? Elbette değil. Olmadık bir yere araç park edip herkesi kıvrandıran biri de
aynı günahtan payını alır, sola sinyal verene yol vermeyen de. Sinyalsiz bir
şekilde kafasına göre direksiyon kıran da günahını sırtlanmış olur.
Her
kontak çevirmek cambazlık gibi bir şey; evden çıkmak ve eve dönmek arasında
günahlı ya da günahsız kalabilme cambazlığı... Sarhoşken insan, bir isyan
tercihi yapmıştır; ama aynı şekilde araç kullanmaya cesaret etmekle günahını
ikiye, üçe katlamış olur. Bir de kaza yaparsa, bir de başkasının hayatına mâl
olursa, eyvah! Aklım bu noktada duruyor.
Makas
atmanın, dirift yapmanın, çevre yolunda motosiklet yarışlarının adını günah
kapsamına alırken insanlığımla hesaplaşıyorum doğrusu. Hem kendi, hem de herkesin
hayatıyla kumar oynamanın bir bedeli olsun, değil mi? Hangi günah tutkuyla
sevilmez ki zâten? Hangisi heyecan vermez, hangisi keyifli olmaz ki? Daha büyük
zevkleri tanımayınca bu hep böyledir. Yaşamayı sevmeyen, katliamdan korkmaz; âhireti,
Cennet’i beklemeyen, dünyada bulduğu her şeye tutunur, her şey onu kahreder ya
da zevke dönüşür.
İnsanın
Allah sevgisi gibi özel zevki olmalı. Trafiğe çıkınca, içinde beliren dev
egonun onu ele geçirmesine engel olabilirse, bu muazzam bir başarıdır.
Sol
şeritte yavaş gideni, sağda durup yolu tıkayanı ya da şerit ihlâli yapanı
gördüğümde hep aklıma böyle bir yazıyı kaleme almak gelirdi. Tâlî yoldan anayola
süratle dalandan tutun da korna tacizcisine kadar her türden trafik günahını
burada sayıp dökmek değildi tabiî hayâlim. Hız çağında sabrı tavsiye etmek,
yerçekimine direnmek gibi bir şey… Küfrün ağızlarda virde dönüştüğü bir zamanda
Allah’tan bahsedilmesini söylemek hiç kolay değil. Ama insanın insana bir
kaderdaş olarak sunacağı çok güzellik var. Yaya gördüğünde, “Buyurun, siz geçin!”
jestini bir de gülümsemeyle yaparsa insan, ne kaybeder? Kazançtır bu. Bütün
dünya için bir zaferdir.
Park
ederken özen göstermek, küfürsüz bir seyri tamamlamak ayrı güzel. İman edip sâlih
amel işleyenlerden bahsediyor Yaratıcımız, “Hüsrana uğramayan şanslı insanlar,
hakkı önerirler, sabrı önerirler” buyuruyor. İşte onlara imrenerek yazıyorum
trafik günahlarını; belki kısmet olursa, bir de sevaplarını yazarım.
Bizim
gelecek kaygımız beş on yıl ötesinden çok daha ötelerde. Hayâl edin lütfen: Mahşerdesiniz
ve mizan kurulmuş, bir sürü insan sizden şikâyetçi. “Ben senin hakkını ne zaman
yedim ki?” diye itiraz ediyorsunuz ve dünyadan bir video izletiliyor. Kimsecikler
yok yanınızda ama Kirâmen Kâtibin melekleri kaydetmiş küfürleri. Hiç
tanımadığınız birçok kimse yedikleri küfürden bahsediyor. “A, bunu da mı
kaydetmişler? Söyleyip geçmiştim” demektense, öfkelerini yutanlardan olmak çok
daha güzel.
İnsanın
yükü başından aşkınken, onu zora sokacak her tavır elbette günah olarak değer
kazanmalı. “Günahın değeri mi olur?” demeyin, zâlimin amel defterine
kaydedilince borçlanır ve mazlum, alacağının her zerresini alır.
Caddeler
coşkun dereler gibi akıyor, bu artık hayatımızın normali. Ama bir metal
yığınının arkasına saklanıp insanlıktan çıkmaya sebep olamaz hiçbir şey.
Birbirimizi sevmedikçe iman etmiş olmaz ve Cennet’e de giremezmişiz, bu durumda
trafikte kul hakkı koca bir manşet oluyor zihnimde. Birkaç saniye içinde
sinirini bozduğum, canını yaktığım ya da küfür salladığım biriyle nerede
karşılaşıp helâllik dileyebilirim ki? Kimse kimseyi tanımıyor ve karşılaşmayı
da ummuyor, değil mi? Ama işte, âhiret, dünyanın sonucu ve mutlak buluşma yeri!
Sokakta
top oynayan çocukları ve yağmurda yol kenarında yürüyenleri düşünmek, insana
daha çok yakışıyor. Saygı, insanın kendisiyle başlar; aile, eş dost, akraba
derken din kardeşiyle devam eder ve düşmanla son bulur. Trafik günahlarını sevaplara
dönüştürmek ümidi ve coşkusuyla son bir kelâm daha söylesem, ne güzel olur…
En
pahalı kumaş deri, en pahalı gözlük göz, en kıymetli pabuç ayak, en dolu cüzdan
sağlık, en lüks araba insan ve insana en yakışan şey onurdur!