
HERHÂLDE insanın en kıymetli varlığıdır bastığı topraklar. Hem
sahip olduğu, hem ait olduğu bir cevherdir. Sahibiyet de, aidiyet de hayatî bir
bağ doku ile birbirini besler. Bu hücresel bağın iki tarafında iki organ var
gibidir: İnsan ve toprak… Sayısız hücreden müteşekkil iki organ…
Organlardan birinde meydana gelen hasar, bağ dokuda
zayıflamaya, destek görevini yitirmeye ve yok olmaya zemin hazırlar. Bir
organın iflası, diğer organın da önce zayıf düşmesine, sonra yetersiz kalmasına
neden olacaktır. Nihayetinde toprak ve insan arasındaki bu hücresel yıkım,
“vatan” denilen bedenin hastalanmasına yol açacaktır. Bu nedenledir ki, bir
insanın marazı, bir toprak parçasını ve onun teşkil ettiği vatanı
hastalayabilir, vatanın bir aykırı hücresi, tüm toplumu yok edebilir.
Bu analiz, iki bağlı cevherin bir diğeri olmadan (tam
ve bütün olarak) yeterli oksijene sahip olamayacağı sonucunu gözler önüne
seriyor.
Toprağa saygı
Yaşadığı topraklarda insan, bir “millî sadakat”
şiarıyla var olur. En dar çerçevede, kendi gayretiyle idame ettirdiği aile
hayatı gibi, bazen milletçe bir özveriden geçmesi ve sürecin bitiminde aynı
duruşta kalabilmesi beklenir. Bir beşeri, bir aileyi ve bir milleti ayakta
tutabilmenin şartı da yürünen yollarda takınılan tavırla oldukça
münasebetlidir. Yani karakterli bir topluluk (aile veya millet) varsa,
yürünmesi kaçınılmaz yollar da vardır.
Bu yollar bazen insanın kıymetini belirlerken, bazen
de geride kalanların birlik ve varlık meselesine temas eder. Mevzubahis
aile ya da milletse, yollar kaçınılmaz, yolcu yükümlü ve amaç mukaddestir.
Yollar
Kıvrımları, sapakları, tümsekleriyle farklı
hüviyetlere sahiptir yollar. Toz toprak da olsa, asfalt da olsa… Kavşaklarla,
geçitlerle, viyadüklerle sıfatlandırılmış yollar vardır. Ya da bu yolları
besleyen yan yollar… Kimi deniz seviyesine gidişi temsil eden bir eğimle
karakterizeyken, kimi gün doğumuna ulaşmanın hayâlini destekler gibi ufka doğru
yükselir. Hem sonra yollar, amacı hatırlatırlar. İnsanın bir kalbe
dokunuşundaki o temsilî yol da, doğumdan ölüme uzanan beşerî yol da bir amacın varlığını
ispat eder. Aynı şekilde, yolların bir amaçla var oluşunu tasdikler.
Yollar ayakları taşır bir yandan. Ayakların sadakatle
bağlı olduğu bedenleri ağırlar. Sıklıkla muhabbetlidir yollar. Muhabbeti
meydana getiren ses de, söz de, tasvir de yollarda karşılar misafirini. Bir
yerde hiçbir eklemle efektlendirilmemiş, yekpâre bir yol dahi varsa, orada bir
yolculuk muhakkak vardır. Yolcunun bir hareket plânı (amacı), bir başlangıç
noktası ve bir hedefi kaçınılmazdır.
Bir yolculukta, hareket noktasında dile gelen ve kalbi
kuşatan niyette sabit kalmak işin püf noktası. Bu, yola çıkan kişinin hedefe
vardığı noktadaki oranını belirler. Bir insan bütünsel ve kompakt bir hâlde
çıktığı yolculuğun sonunda, yüzde kaçını hedefe vardırabilir? Yolun niyeti ve
amacı, yolda verilen kayıplar ve yolun nihayetine taşıyıp getirdiğin her şey,
bu oranı ölçümlemede başvurulacak verilerden… Yani senin oranını…
Bu denklemde henüz işleme yön verecek işaretleri
belirlemedik. Fakat onu belirlemek için seni tanımak gerekiyor. Senin hakkında
bildiklerimiz de bu problemi çözümlemede kullanacağımız dataları belirleyecek.
Peki, seni nereden biliyoruz?
Şöyle ki… Çıkış yeri, hedefe giderken kullanacağın yol
ve varış noktası, seni “yüzde yüz”den ileriye götürmeyecek. Seni yüzde yüz
yapan bir amacın var zaten. Sen bu amaçla yolda eksilmemekle yükümlüsün. Bizim
meselemiz, tam olan “sen”i hedefe “tam” ve “bütün” olarak vardırabilmek. Ve
geride bıraktığın her şeye tam ve bütün kalabilme hakkını teslim etmek.
Sen bu hikâyede yolcusun. Amacın toprağa, sahip
olduğun milliyete ve geride bıraktığın medeniyete sadakat.
Bu sadakat duygusuyla başladığın serüven, senin
niyette sabit kalmanı sağlayacak ve amacını meydana getiren tüm olgular da
seninle birlikte bir bütün olmaya devam edecek. Yolda eksilirsen, denklemin
sonucunda oranın düşer. Oranın düşmekle kalmaz, amacına ihanet etmiş olursun ve
geri döndüğünde seni bekleyen bir toprak, milliyet ve medeniyet bulamazsın.
Sen, amacını yük etmiş bir yolcusun. Bu yükü sırtında
ya da kalbinde taşıyabilirsin. Tercih senin. Yükü sırtında taşırsan yolculuk
zorlayıcı, meşakkatli ve eksiltici olabilir. Yükünü kalbine nakşedersen
hafiflersin. Sen onu taşımazsın da o seninle gelir.
Yolculuğun bir de nedeni var. Amaç elbette seni bu
yola düşürür. Fakat amacı meydana getiren bir neden de olmak zorunda. Nedenin
şu ki, kısmetlendirildiğin, ortak bir kültürü paylaştığın, seninle birlikte bir
dolu insanın geçmiş ve geleceğini ihtiva eden vatan topraklarındaki parazitleri
temizlemek… Bunlar sömürücü, saldırgan ve tehditkâr parazitler… Bunlar kimyayı
bozar. Beşerî ve toplumsal bazda kimyevî bozulmalar, maddenin bir daha asla
aynı oranlarda bir sentez meydana getiremeyeceğinin ya da saf bir element
hâline geri dönemeyeceğinin de habercisidirler.
Tüm bu olası tehlikelerden, kimyayı bozan
parazitlerden kendini ve nefes aldığın toprakları kurtarmanın tek çaresi,
yükünü hedefe vardırmak. Senden beklenen bu yolculuk, kalbî muhabbetle birlikte
oldukça kolay aslında. Tek yapman gereken, amacı kaybetmemek ve hedefe bütün
olarak varabilmek!
Ama yolların çeşit çeşit olduğunu konuşmuştuk. Yokuş mudur, iniş mi? Taşlı mıdır, tozlu mu? Münferit mi, eklemli mi? İşin ritmi de tam burada belli oluyor. Her yolcunun yolu da, yükü de kendine mahsus…
Ama bu vücutta bir hücre, bir organ olabilmek için vereceğin ödünler, seni yolun sonunda eksiksiz ve tam bir “insan” yapacak. Her bir “insan” bu yolculukta yükünü sağlam tuttu mu, yolun sonunda vatan da tek bir vücut olarak sağlam, sıhhatli ve bâki kalacak!
Yolculuk
Bir medeniyet, taşıdığı kültür ve kültürü meydana
getiren insanların yolculuklarıyla ömür sürer. En köklü medeniyetlerde dahi
-zaman zaman- varlığın sürekliliğini sekteye uğratabilecek nispette riskler ve
toplumsal imtihanlar baş gösterecektir. İşte bu süreçlerde her bir mücadele,
bireysel anlamda çıkılan yolculuklar gibidir. Her yolcu kendine has birtakım
yüklere sahip olacağı gibi, vatan birliğini kaim kılmak gayesinin getirdiği
yüklere de gebedir.
Vatan bir vücutsa, vatanın kalbi millet, kalbe kan
taşıyan akciğerler “şehit ve gaziler”, tüm bunları en akılcı yoldan muhafaza
etmekle yükümlü beyin de “devlet”tir. Devleti iktidar ve muhalif odaklar,
milleti her tür görüş ve inançtan insan, şehit ve gazileri de ilâhî ve millî
tutkular bir arada tutar. Her insan ve topluluk, bu vücudun organları olduğu
gibi ruhudur da bir taraftan. Ruhun bedende kalması kalbin atışını,
akciğerlerin görevini icra edişini ve beynin işlevlerini yerine getirişini
taahhüt eder. O zaman bu yolculuk, bir beden ve bir ruh olarak hayatta
kalabilmenin tek yolu!
Şimdi, yolculukta eksilmeden devam edebilmenin ve yükü
yolun sonuna vardırabilmenin koşullarını ele almak zamanı!
Yolcunun yükü
Yük, ağırlığınca bir etki bırakacak elbette. Milletler
zorlu sınavlardan geçerken yükü taşımamak, imtihanın sonunda aynı oranla var
olamamak anlamına geliyor. Bu yükü şimdi beraber taşımak ve hedefe vardığımızda
hâlâ bütün kalabilmek, hem “ben” kimliğimizi, hem de “biz” erdemini
yaşatabilmek gerekiyor.
Yolcu, yola çıkmadan önceki inanç, görüş, mâkâm, iş
gücü, mal varlığı, sosyal yaşam gibi kişisel birikimlere sahiptir. Tüm bunlara
“millî sadakat” yükü eklendiğinde, sevgisi kadar fedakâr ve kararlılığı kadar
başarı sağlayacağı muhakkak.
Vatanın varoluş ve süreklilik mücadelesinde canından
ve sağlığından feda edenler varken, ekonomik ve toplumsal birtakım zorluklara
burun kıvırmak elbette yolculuğun bitiminde seni eksilten bir tavır olacaktır. İşte
bu mücadele, herkes için bir yolculuğu temsil ediyor. Sahip olduğu umdeler,
siyâsî görüş, yaşam statüsü, manevî hassasiyetler ve bireysel beklentileriyle
insan, yolun karakterini ve yükün ağırlığını belirliyor. Yol boyunca karşısına
çıkan tümsekler ve virajlar bu yolda yapması gereken fedakârlıkları sembolize
ediyor. Ve tüm zorluklara direnç gösteren yolcu, yolun nihayetinde kendinin ve “vatan”
denilen vücudun bütünlüğünde güçlü bir etki meydana getiriyor.
Hedef
Her bir yolcu kendi kimliğiyle birlikte, bu toplumsal
kimliği hedefe vardırmakla yükümlüdür.
Her ne görüşten ve bakıştan olursan ol, seni yolcu
yapan ve yoldaki tüm engellere rağmen eksilmemeni gerekli kılan “millî sadakat”
duygusu, aksi kabul edilemez bir mahiyet taşır. Sen bu varoluş mücadelesinde
hedefe vardığında ölçüleceksin. Yolda siyâsî görüşünü bir kenara at gitsin!
Yaşam statünden de ödün vermek gerekiyorsa hiç düşünme! Elbette bir toplumda
bireyler, şahsî beklenti ve kazanımlar elde edebilmek ümidiyle yaşayacaklardır.
Elbette herkes kendi siyâsî görüşünün saygın olduğu bir benlik duygusunda kendi
kimliğini önceleyecektir. Elbette tüm bunlar olağan ve kabul edilebilir
eylemlerdir.
Fakat bir vatan mücadelesinde tüm bunların önemini
aşan olgu, tek vücut kalabilmek olacaktır. Bir yerlerde, annesinin güvenli ve
sıcak ikliminden uzaklarda -gücünün de üstünde- bir mukavemet gösteren,
medeniyetin ve medeniyeti meydana getiren tüm insanların nefes alabilmesi adına
canını, başını feda eden birileri varken senin verebileceklerinin pahası buna
yetişir mi?
Ama bu vücutta bir hücre, bir organ olabilmek için vereceğin ödünler, seni yolun sonunda eksiksiz ve tam bir “insan” yapacak. Her bir “insan” bu yolculukta yükünü sağlam tuttu mu, yolun sonunda vatan da tek bir vücut olarak sağlam, sıhhatli ve bâki kalacak!