Toprak ve insan

Tüm olası tehlikelerden, kimyayı bozan parazitlerden kendini ve nefes aldığın toprakları kurtarmanın tek çaresi, yükünü hedefe vardırmak. Senden beklenen bu yolculuk, kalbî muhabbetle birlikte oldukça kolay aslında. Tek yapman gereken, amacı kaybetmemek ve hedefe bütün olarak varabilmek!

HERHÂLDE insanın en kıymetli varlığıdır bastığı topraklar. Hem sahip olduğu, hem ait olduğu bir cevherdir. Sahibiyet de, aidiyet de hayatî bir bağ doku ile birbirini besler. Bu hücresel bağın iki tarafında iki organ var gibidir: İnsan ve toprak… Sayısız hücreden müteşekkil iki organ…

Organlardan birinde meydana gelen hasar, bağ dokuda zayıflamaya, destek görevini yitirmeye ve yok olmaya zemin hazırlar. Bir organın iflası, diğer organın da önce zayıf düşmesine, sonra yetersiz kalmasına neden olacaktır. Nihayetinde toprak ve insan arasındaki bu hücresel yıkım, “vatan” denilen bedenin hastalanmasına yol açacaktır. Bu nedenledir ki, bir insanın marazı, bir toprak parçasını ve onun teşkil ettiği vatanı hastalayabilir, vatanın bir aykırı hücresi, tüm toplumu yok edebilir.

Bu analiz, iki bağlı cevherin bir diğeri olmadan (tam ve bütün olarak) yeterli oksijene sahip olamayacağı sonucunu gözler önüne seriyor.

Toprağa saygı

Yaşadığı topraklarda insan, bir “millî sadakat” şiarıyla var olur. En dar çerçevede, kendi gayretiyle idame ettirdiği aile hayatı gibi, bazen milletçe bir özveriden geçmesi ve sürecin bitiminde aynı duruşta kalabilmesi beklenir. Bir beşeri, bir aileyi ve bir milleti ayakta tutabilmenin şartı da yürünen yollarda takınılan tavırla oldukça münasebetlidir. Yani karakterli bir topluluk (aile veya millet) varsa, yürünmesi kaçınılmaz yollar da vardır.

Bu yollar bazen insanın kıymetini belirlerken, bazen de  geride kalanların birlik ve varlık meselesine temas eder. Mevzubahis aile ya da milletse, yollar kaçınılmaz, yolcu yükümlü ve amaç mukaddestir.

Yollar

Kıvrımları, sapakları, tümsekleriyle farklı hüviyetlere sahiptir yollar. Toz toprak da olsa, asfalt da olsa… Kavşaklarla, geçitlerle, viyadüklerle sıfatlandırılmış yollar vardır. Ya da bu yolları besleyen yan yollar… Kimi deniz seviyesine gidişi temsil eden bir eğimle karakterizeyken, kimi gün doğumuna ulaşmanın hayâlini destekler gibi ufka doğru yükselir. Hem sonra yollar, amacı hatırlatırlar. İnsanın bir kalbe dokunuşundaki o temsilî yol da, doğumdan ölüme uzanan beşerî yol da bir amacın varlığını ispat eder. Aynı şekilde, yolların bir amaçla var oluşunu tasdikler.

Yollar ayakları taşır bir yandan. Ayakların sadakatle bağlı olduğu bedenleri ağırlar. Sıklıkla muhabbetlidir yollar. Muhabbeti meydana getiren ses de, söz de, tasvir de yollarda karşılar misafirini. Bir yerde hiçbir eklemle efektlendirilmemiş, yekpâre bir yol dahi varsa, orada bir yolculuk muhakkak vardır. Yolcunun bir hareket plânı (amacı), bir başlangıç noktası ve bir hedefi kaçınılmazdır.

Bir yolculukta, hareket noktasında dile gelen ve kalbi kuşatan niyette sabit kalmak işin püf noktası. Bu, yola çıkan kişinin hedefe vardığı noktadaki oranını belirler. Bir insan bütünsel ve kompakt bir hâlde çıktığı yolculuğun sonunda, yüzde kaçını hedefe vardırabilir? Yolun niyeti ve amacı, yolda verilen kayıplar ve yolun nihayetine taşıyıp getirdiğin her şey, bu oranı ölçümlemede başvurulacak verilerden… Yani senin oranını…

Bu denklemde henüz işleme yön verecek işaretleri belirlemedik. Fakat onu belirlemek için seni tanımak gerekiyor. Senin hakkında bildiklerimiz de bu problemi çözümlemede kullanacağımız dataları belirleyecek. Peki, seni nereden biliyoruz?

Şöyle ki… Çıkış yeri, hedefe giderken kullanacağın yol ve varış noktası, seni “yüzde yüz”den ileriye götürmeyecek. Seni yüzde yüz yapan bir amacın var zaten. Sen bu amaçla yolda eksilmemekle yükümlüsün. Bizim meselemiz, tam olan “sen”i hedefe “tam” ve “bütün” olarak vardırabilmek. Ve geride bıraktığın her şeye tam ve bütün kalabilme hakkını teslim etmek.

Sen bu hikâyede yolcusun. Amacın toprağa, sahip olduğun milliyete ve geride bıraktığın medeniyete sadakat.  

Bu sadakat duygusuyla başladığın serüven, senin niyette sabit kalmanı sağlayacak ve amacını meydana getiren tüm olgular da seninle birlikte bir bütün olmaya devam edecek. Yolda eksilirsen, denklemin sonucunda oranın düşer. Oranın düşmekle kalmaz, amacına ihanet etmiş olursun ve geri döndüğünde seni bekleyen bir toprak, milliyet ve medeniyet bulamazsın.

Sen, amacını yük etmiş bir yolcusun. Bu yükü sırtında ya da kalbinde taşıyabilirsin. Tercih senin. Yükü sırtında taşırsan yolculuk zorlayıcı, meşakkatli ve eksiltici olabilir. Yükünü kalbine nakşedersen hafiflersin. Sen onu taşımazsın da o seninle gelir.

Yolculuğun bir de nedeni var. Amaç elbette seni bu yola düşürür. Fakat amacı meydana getiren bir neden de olmak zorunda. Nedenin şu ki, kısmetlendirildiğin, ortak bir kültürü paylaştığın, seninle birlikte bir dolu insanın geçmiş ve geleceğini ihtiva eden vatan topraklarındaki parazitleri temizlemek… Bunlar sömürücü, saldırgan ve tehditkâr parazitler… Bunlar kimyayı bozar. Beşerî ve toplumsal bazda kimyevî bozulmalar, maddenin bir daha asla aynı oranlarda bir sentez meydana getiremeyeceğinin ya da saf bir element hâline geri dönemeyeceğinin de habercisidirler.

Tüm bu olası tehlikelerden, kimyayı bozan parazitlerden kendini ve nefes aldığın toprakları kurtarmanın tek çaresi, yükünü hedefe vardırmak. Senden beklenen bu yolculuk, kalbî muhabbetle birlikte oldukça kolay aslında. Tek yapman gereken, amacı kaybetmemek ve hedefe bütün olarak varabilmek!

Ama yolların çeşit çeşit olduğunu konuşmuştuk. Yokuş mudur, iniş mi? Taşlı mıdır, tozlu mu? Münferit mi, eklemli mi? İşin ritmi de tam burada belli oluyor. Her yolcunun yolu da, yükü de kendine mahsus…

Ama bu vücutta bir hücre, bir organ olabilmek için vereceğin ödünler, seni yolun sonunda eksiksiz ve tam bir “insan” yapacak. Her bir “insan” bu yolculukta yükünü sağlam tuttu mu, yolun sonunda vatan da tek bir vücut olarak sağlam, sıhhatli ve bâki kalacak!

Yolculuk

Bir medeniyet, taşıdığı kültür ve kültürü meydana getiren insanların yolculuklarıyla ömür sürer. En köklü medeniyetlerde dahi -zaman zaman- varlığın sürekliliğini sekteye uğratabilecek nispette riskler ve toplumsal imtihanlar baş gösterecektir. İşte bu süreçlerde her bir mücadele, bireysel anlamda çıkılan yolculuklar gibidir. Her yolcu kendine has birtakım yüklere sahip olacağı gibi, vatan birliğini kaim kılmak gayesinin getirdiği yüklere de gebedir.

Vatan bir vücutsa, vatanın kalbi millet, kalbe kan taşıyan akciğerler “şehit ve gaziler”, tüm bunları en akılcı yoldan muhafaza etmekle yükümlü beyin de “devlet”tir. Devleti iktidar ve muhalif odaklar, milleti her tür görüş ve inançtan insan, şehit ve gazileri de ilâhî ve millî tutkular bir arada tutar. Her insan ve topluluk, bu vücudun organları olduğu gibi ruhudur da bir taraftan. Ruhun bedende kalması kalbin atışını, akciğerlerin görevini icra edişini ve beynin işlevlerini yerine getirişini taahhüt eder. O zaman bu yolculuk, bir beden ve bir ruh olarak hayatta kalabilmenin tek yolu!

Şimdi, yolculukta eksilmeden devam edebilmenin ve yükü yolun sonuna vardırabilmenin koşullarını ele almak zamanı!

Yolcunun yükü

Yük, ağırlığınca bir etki bırakacak elbette. Milletler zorlu sınavlardan geçerken yükü taşımamak, imtihanın sonunda aynı oranla var olamamak anlamına geliyor. Bu yükü şimdi beraber taşımak ve hedefe vardığımızda hâlâ bütün kalabilmek, hem “ben” kimliğimizi, hem de “biz” erdemini yaşatabilmek gerekiyor.

Yolcu, yola çıkmadan önceki inanç, görüş, mâkâm, iş gücü, mal varlığı, sosyal yaşam gibi kişisel birikimlere sahiptir. Tüm bunlara “millî sadakat” yükü eklendiğinde, sevgisi kadar fedakâr ve kararlılığı kadar başarı sağlayacağı muhakkak.

Vatanın varoluş ve süreklilik mücadelesinde canından ve sağlığından feda edenler varken, ekonomik ve toplumsal birtakım zorluklara burun kıvırmak elbette yolculuğun bitiminde seni eksilten bir tavır olacaktır. İşte bu mücadele, herkes için bir yolculuğu temsil ediyor. Sahip olduğu umdeler, siyâsî görüş, yaşam statüsü, manevî hassasiyetler ve bireysel beklentileriyle insan, yolun karakterini ve yükün ağırlığını belirliyor. Yol boyunca karşısına çıkan tümsekler ve virajlar bu yolda yapması gereken fedakârlıkları sembolize ediyor. Ve tüm zorluklara direnç gösteren yolcu, yolun nihayetinde kendinin ve “vatan” denilen vücudun bütünlüğünde güçlü bir etki meydana getiriyor.

Hedef

Her bir yolcu kendi kimliğiyle birlikte, bu toplumsal kimliği hedefe vardırmakla yükümlüdür.

Her ne görüşten ve bakıştan olursan ol, seni yolcu yapan ve yoldaki tüm engellere rağmen eksilmemeni gerekli kılan “millî sadakat” duygusu, aksi kabul edilemez bir mahiyet taşır. Sen bu varoluş mücadelesinde hedefe vardığında ölçüleceksin. Yolda siyâsî görüşünü bir kenara at gitsin! Yaşam statünden de ödün vermek gerekiyorsa hiç düşünme! Elbette bir toplumda bireyler, şahsî beklenti ve kazanımlar elde edebilmek ümidiyle yaşayacaklardır. Elbette herkes kendi siyâsî görüşünün saygın olduğu bir benlik duygusunda kendi kimliğini önceleyecektir. Elbette tüm bunlar olağan ve kabul edilebilir eylemlerdir.

Fakat bir vatan mücadelesinde tüm bunların önemini aşan olgu, tek vücut kalabilmek olacaktır. Bir yerlerde, annesinin güvenli ve sıcak ikliminden uzaklarda -gücünün de üstünde- bir mukavemet gösteren, medeniyetin ve medeniyeti meydana getiren tüm insanların nefes alabilmesi adına canını, başını feda eden birileri varken senin verebileceklerinin pahası buna yetişir mi?

Ama bu vücutta bir hücre, bir organ olabilmek için vereceğin ödünler, seni yolun sonunda eksiksiz ve tam bir “insan” yapacak. Her bir “insan” bu yolculukta yükünü sağlam tuttu mu, yolun sonunda vatan da tek bir vücut olarak sağlam, sıhhatli ve bâki kalacak!