Toprak kıvamına gelebilmek

Şüphesiz çirkinlikleri de örter toprak, çeri çöpü bağrında yok eder. İşte bu yüzden toprak gibi olmaya muvaffak olmak sabır, gönül ve tebessüm işidir. Mesele, toprak kıvamına gelebilmektir azizim! Acıyıp ezilirken gönlü hoş, nefsin zincirlerini muhkem, ruhu huzura erdirebilmektir vesselam...

AH azizim, hayat bu! Ne zaman neyle karşılaşacağını bilmez insan. Hele hele insanın insana yaptığı ötekileştirme ve kötülüğü hangi kelimelerle anlatabiliriz ki? Öyle ya, onlar kendilerine benzeyeni severler; kendileri gibi düşünenleri, kendileri gibi yetişenleri ve hayata kendileri gibi bakanları… Kendilerinden ne kadar çok özellik varsa o kadar çok pohpohlar, o kadar sever ve alkışlarlar. Doğru orantı vardır sevgi ve saygılarında. Ne kadar çok ortak yön, o kadar sevgi!

Hayat böyle güzeldir onlara. Herkesin keyfi yerindedir nasılsa, hepsi aynı şekilde bakıyordur dünyaya. Erdemi yanlış anlayanlar kendileri gibi olanlarla oyalanırlarken, farklı olanla karşılaştıklarında hemen tırnaklarını gösterir, ağız burun bükerler. Ne aciz ve zavallı bir duygudur aslında bu! Hâlbuki hayatımız boyunca sahip olmak istediğimiz hususiyet de hoşgörü, sabır ve önyargısız olmak değil midir?

İnsan önce kendine saygı duyduğunda daha sonra karşısındaki insana da saygı duyabilir. Ama bu, kendi gibi olana saygı duymak anlamına gelmemeli elbette. Kendimiz gibi olmayanı gördüğümüzde dürüstçe, hiçbir olumsuz cümle geçmeden aklımızdan devam edebiliyorsak yolumuza, saygı duymayı öğrenmişiz demektir.

Birine saygı duymak, onu ve yaptıklarını onaylamak demek değildir. Birine saygı duymak, kendine karşı dürüst olmaktır. Birinin yaşam şekli, hareket ve düşünceleri bizi rahatsız ediyorsa, dönüp kendimize bakmalıyız önce. Bir yerlerde bir eksiklik vardır muhakkak -ki o eksiklik, bize hoş olmayan şeyler düşündürüyordur-!

Ah azizim, işte sadece bu sebeple her zaman bize ters düşen fikir ve görüntüyle karşılaştığımızda yutkunarak sükût etmeyi bilmeliyiz! Bunun için de önce sevmeyi değil, saygı duymayı öğrenmeliyiz. Hem de çok iyi öğrenmeliyiz ki yaşantımıza yansıyacak güzellikleri gören aile efradı ve konu komşuya da örnek teşkil etmiş olalım.

Bizler şanslı insanlarız aslında; zira hayatımıza numune-i imtisal, yaşadıkları hayat ve eserleriyle maddî-manevî hayatımızın aydınlığı ve huzuru olan kıymetlerimiz var.

Dinle azizim! Sana geçenlerde okuduğum kıssadan bahsetmek isterim: Cüneyd-i Bağdadî Hazretlerine bir papaz gelip “Ben mi üstünüm, sen mi üstünsün?” diye sormuş. O da “Bir hafta sonra gel” demiş. Papaz, bir hafta sonra geldiğinde Hazretin vefat ettiğini görmüş. “Bugün bana cevap verecekti” diye söylenince cemaat tabutu göstererek “İşte orada, git sor! O boşuna konuşmaz” demiş. Tabutunun başına gidip aynı soruyu sormuş papaz. Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri Allah-u Teâlâ’nın izniyle başını kaldırıp şöyle cevap vermiş: “Geçen hafta, sonumun ne olacağını bilmediğim için sana cevap veremedim. Ben imanla gidip kendimi kurtardım, senden üstünüm. Sen kendine bak!” Papaz ağlamaya başlamış, Kelime-i Şehadet getirip hemen Müslüman olmuş. Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri, netice belli olmadan “Ben Müslümanım, sen de kâfirsin; ben senden üstünüm” dememiş. Ne büyük bir tevazu, ne derin bir anlayış!

Keşke bu tevazu ve büyüklüğün milyonda, hatta trilyonda birini hayatımıza yayabilsek…

Hayatım boyunca elbette yanlışlıklara düşmüşümdür azizim, ama her düşüşümde bir öğretiyle ayağa kalktığıma inanıyorum. Ve her öğrendiğim iyiyi, güzeli hayata geçirmek şiarım olmuştur. Ömür geçiyor azizim! Dünya hayatı tükenmez gibi gelse de bize, daha “Ne oldum?” demeden bu diyardan göçüp gideceğiz. Rabbim hayırla gitmeyi nasip etsin!

Hayırlar içinde gitmek istiyoruz ya azizim, hazırlıklarımızı hiç gözden geçiriyor muyuz acaba? Sözüm sana değil elbette, ben bu soruları hep kendime sorarım. Sonra uzun uzun düşünür, yargılarım kendimi. Aslında “hayatın içinde insanca yaşamayı bilmektir” bütün soruların cevabı. Kendimiz gibi olmayanlara da kendi penceremizden gülümseyebilmek, kısacası toprak gibi olabilmekten geçiyor sanırım.

Evet, Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumî, “Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol!” der ve o ince, hassas ruhumuza dokundukça nefislerimizi mutmain kılacak düsturları bir bir sıralar: “Şefkat ve merhamette güneş gibi ol! Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol! Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol! Hoşgörüde deniz gibi ol! Tevazu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol! Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!”

Bilir misin azizim, bana en çok toprak gibi olmak dokunur. Ne büyük anlamlar yüklüdür şu bir satırlık cümlede! Toprak tevazudur, tahammüldür, bile isteye sonuna kadar sabırdır, hoşgörü ve alçakgönüllü bir ahbaplık, arkadaşlıktır. Ayaklarımızın altında çiğnenen toprak gibi güzelliklere gebe olsak keşke; toprak çöp öğütür, gübre çiğner, çiçek verir, meyve verir, en önemlisi de gören göze ders verir. “Ayaklar altında ezilip taşlaşıyorum” diye gocunmaz. Bilakis, bir çiçek tohumu atana bir saksı çiçek, bir meyve tohumu atana binlerce meyve verir.

Evet, toprak katı ve kesif bir örtü gibi görünse de aslında kendi içinde hassas hazineler gizleyen tılsımlı bir meraktır. Hünerli eller, akıllı fikirli ruhlar Rabbin verdiği şuurla toprağı işlemiştir; zamanımıza kadar ve toprak kendini vasıflı işçilerine teslim etmiştir. Öyle ya, kendinde bulunan hususiyetler nevş-ü nema bulsun ki Rabbimizin tecelliyat ve cilvelerine ayinedarlık yapsın.

Şüphesiz çirkinlikleri de örter toprak, çeri çöpü bağrında yok eder. İşte bu yüzden toprak gibi olmaya muvaffak olmak sabır, gönül ve tebessüm işidir. Mesele, toprak kıvamına gelebilmektir azizim! Acıyıp ezilirken gönlü hoş, nefsin zincirlerini muhkem, ruhu huzura erdirebilmektir vesselam...