SUYLA, havayla ve hatta ateşle ilintili en önemli elementten birisi de topraktır. Bütün bileşenleriyle birlikte toprak, doğurgan bir ana üretkenliğindedir. Besin kaynağı ve sığınak sağlayıcısıdır.
İnsan bedeninde olan otuz elementin yanında toprak, madenleriyle, taşlarıyla kıymete haiz çok iyi bir hatıra eşyasıdır. Güzellikleriyle hafızaya maliktir. Toprak; dağlarıyla, ovalarıyla, içinde barındırdığı cevherleriyle ve bütün bileşenleriyle büyük bir kara parçasıdır. Öyle ki toprak, elementlerin en ağırlarından biri olsa da paha da hafif, kalplerimize yakın, kıymeti oldukça ağır bir elementtir. Toprak üzerinde yalınayak yürüdüğümüzde tabiat ile aramızdaki bariyer kalkmaktadır. Bütün negatif enerjimiz böylelikle alınmaktadır. Bu hâliyle toprak, psikolojik bir sakinleştiricidir desek yeridir.
Toprak; Âşık Veysel, Karacaoğlan, Neşet Ertaş gibi birçok ozanımızın deyişlerine ve felsefelerine yârenlik yapmıştır. Âşık Veysel’de toprak; “Dost dost diye nicesine sarıldım/ Benim sadık yârim kara topraktır/ Bir çekirdek verdim dört bostan verdi/ Benim sadık yârim kara topraktır” şeklinde vücut bulduğunu görüyoruz. Başka bir ozanımız da “Yüreğim, sanatım, dilim toprak” (Arif Nihat Asya) demektedir. Böyle ozanlar ki hurçlarında hep toprağın bereketini, rüşeymini ve ruhunu taşımaktadırlar. Çinliler toprağı “her şeyin anası” olarak nitelendirirler. İncil’de “Topraktan geldik ve toprağa gideceğiz”denir. Dinimizde ve Anadolu’da toprak, yaratılış ve dünya üzerine hikâye edildiğini görüyoruz. Öyle ki toprağın görüntü figürü anadır. Neolitik dönemlerde toprağın kadın figürleri şeklinde resmedildiği kalıntılar vardır. Eski lahitler de ve dinî yaratılış anlayışlarının odağında hep toprak bulunmaktadır. İlk insan Hz. Âdem’in topraktan yaratılmasına götüren bir yolculuktur bu. Yunan mitolojisinde toprak ana, “Gaia”dır. Çin mitolojisinde “Pan Ku” olmuştur. İskandinav mitolojisinde “Ymir” olarak bilinir. Biz Türkler, “Ötüken” veya “Doğa Ana” olarak biliriz. Moğollar, “Cer Ana” derler. Öyle ki toprak, ovalar, dağlar, taşlar gibi, türlü türlü elementler ihtiva eder. Nur Dağı, Hira Mağarası’nda Peygamberimize verilen ilk emirler, Hz. Musa Peygambere Mısır’daki Sina Dağı’nda verilen On Emir, Hz. İsa’nın Hıristiyanlığın en ünlü vaazını bir dağın üzerinde yapması, Japonya’da Fuji Dağı, Zeus’un Olympos’u, Budistlerde Nirvana-Dağ metaforu gibi bu listeyi daha da uzatabiliriz. Belki de bu konuyu sadece “Dağ” başlığında işlemek daha elzem olacaktır.
Yer kabuğu, sıcak gezegenimizi donarak katılaşmasını önleyen bir örtü gibidir. Şekillenen yeryüzü için iyi bir enerji tedarikçisidir. Toprak, altındaki kimi kimyasalların ortaya çıkmaması için örtü görevini üstlenen bir yapıdadır ayrıca. Topraktan derinlere inildikçe her beş metrede bir santigrat derece ısınarak, on altı bin santigrat derece sıcaklıklara ulaşan magmaya karşı korumaktadır. Aşil’in topuğundaki zayıf noktanın korunmasına benzer bir hassasiyettir bu. Bunlar gibi koruma zırhlarını saya saya bitiremeyiz. Daha çok Ağro teknolojiyi toprağımıza, doğamıza uyumlu ve çevresel duyarlılığı olanlardan tercih etmeliyiz. Canlıların besin kaynağı olan toprak, iktisadın da temelini teşkil eder. İnsan doğasının hammaddesidir. Su gibi hava gibi hayatî elementlerin en tepe noktasındadır. Bundandır ki aynı suyumuz gibi havamız gibi toprağımızı da korumalı ve kollamalıyız. Tarımın, hayatın, uygarlığın ana kıymeti olan toprağı yaşatmalıyız. Toprağın, sermayenin elinde bir meta olarak bulunmasına engel olmalıyız. “Babadan bağ, dededen zeytin kalmalı” anlayışındaki kıymetlere ulaşmalıyız. Denizciler ve suda boğulma tehlikesini yaşayanlar daha iyi bilirler ki toprağa sağlam basma çok kıymetlidir. Ayağımızın altındaki toprak daha çok bizi güvende tutacaktır. Biz insanlar ve diğer birçok canlı mutat kara canlısıyız sonuçta.
Bir zamanların ekincisi olan atalarımızdan aldığımız emaneti gelecek nesillere sağ salim teslim etmeliyiz. Torunlarımıza bırakacağımız güzellikler bunlar olmalıdır. Sonuçta toprak “En iyi kardeşten daha iyidir” değil mi? İnsanın gözü hep ufuklarda, hep ileridedir. Gök cisimlerinin hareketlerini merak duygusuyla daha çok ilgimizi çekse de ayağımızın altındaki toprağı ihmal ediyoruz maalesef. Sezai Karakoç’un “İçinden çağrılmayan insanı dışardan çağırmak ne mümkün” anlayışı ve İsmet Özel’in “Şarkıya dön, eve dön, kalbine dön” mottosu çerçevesinde bütün iyi niyetimizle biz, toprağa en saf hâlimizle dönmeliyiz. Doğumla birlikte adım attığımız hayat denen döngü sonunda, ölümle beraber yine başladığımız yer olan toprağa ve özümüze belki de gerisin geri köyümüze geri dönmeliyiz.