CAMİLER, toplumların vesika-i ilhamı… Şehirlerin sosyal ve ahlâkî değerlerini ayakta tutan omurgası, birleştiren kaynaştıran mayası, yaşamın devamını temin eden kalp vuruşudur. Camiler, dış kompozisyonuyla ruhânî bir gölge gibi evleri ve yolları bütünleyen, birleştiren vizüel bir anlatım; bir yandan da her şeyi kuşatan, kapsayan mânâsıyla bir şefkat eli.
Camisiz beldelerde böylesi bir kaynaştırıcı unsur tespit etmek, böylesi bir seyirlik huzur tablosu izlemek ve şehirlerin hantal ve yorgun kimliğini yumuşatabilmek çok da mümkün değil. Sosyal dokusuyla “biz”i anlatan cami silüetleri, sanatkârâne kıvrımlarıyla medeniyetlerin, kültürlerin aksettiği bir gözgü aynı zamanda. Kimine göre kültürel bir miras, kimine göre ümmet şuurunu diri tutan bir vaiz. Pek az insanî dokunuşta böylesi çok katmanlı bir anlam birliği bulunabilir. Camiler kesmetaşı, ahşabı, tuğlası, güneşi çağıran vitrayları, ruh dinlendiren son cemaat yerleri, gök kubbeye uzanan minareleri, incecik tığlarla örülmüş hissi veren çini, seramik ve hat süslemeleri, şadırvanları, avluları, zarafet timsali sütunlarıyla insanî bir emek ve dokunuş ama davetkâr sureti, İlâhî tınısı, secde izleri ve ümmet birliğini fısıldayıp duran gök kubbe imitasyonu ile bambaşka bir iklimin habercisi.
Eşyadaki düzen, İlâhî kudretin ve sanatın bir yansıması elbette. Ve pek tabii her eşya, eşyayı kullanan ruhların serpintileriyle dolu. Ne kadar nesne varsa âlemde insana has sevgileri, korkuları, inançları yansıtan bir sırlı perde. Ne var ki camilerdeki zahirî ve batınî anlatımı bu raddede yansıtan çok az element var âlemde. Madde âlemini aşıp safi bir ruh timsali gibi kalpleri saran başka hangi nesneden ve maddeden bahsedilebilir?
Bugün asırlık camilerin hâlâ buradayım diye haykıran dış yüzü, ancak içinde devlet kurmuş bir İlâhî cevherin dışavurumu olabilirdi
Evlerin muhabbet derlenen köşesi, dış dünyanın sesini kısıp içteki tınıyı mahfaza eden penceresi, bigâne nazarları setreden ve gözleri birbirine kenetleyen perdesi neyse, camiler de şehirler, semtler, diyarlar için böylesi bir anlam akışına sahip.
Değişen ve dönüşen, bazen kaybedilen, bazen daha iyisiyle ikame edilen ne kadar tahavvül varsa çağlar boyu, cami kültürü ve camilerin topluma bıraktığı iz, güven veren bir sadakatle var olmaya devam ediyor. Bu mukavim tabiat sadece yapısal bir direniş de değil üstelik. Camiler, bedenlerini meydana getiren bütün eklemelerden azade, ruhlarıyla mesnetlenmiş bir direnç kuvvetine haiz. Zamanın eksilten ve eskiten yüzü her eşyayı başka bir surete tebdil ediyor da Allah’ın evi camilerdeki baskın ruhânî dayanak, asırlar boyu sureti de tazeliyor. Bunu sadece maddî bir gerçeklik ve kudret varsaymak, eskiyen her şeye ve her nesneye inat, taptaze bir bahar yüzüyle kalp ısıtan camilerin sırrını es geçmek demektir. Ruhu olmayan her şeyin, bütün şatafatına ve göz boyayan alacalı zahirine rağmen zamanın değirmeninde öğütülmediği görülmedi. Bugün asırlık camilerin hâlâ buradayım diye haykıran dış yüzü, ancak içinde devlet kurmuş bir İlâhî cevherin dışavurumu olabilirdi. Nice evler, köprüler, yollar, surlar ve insan emeği bütün o devâsa kaleler, kuleler yaşının yorgunluğunda süzülmüş bir simayı andırsa da, camiler, var oldukları günden bugüne eriyip tükenen anları, izleyen gözler için huzur hamalı bir hatırata dönüştürüyor.
Cami zeminine sırlanan ayak izleri azaldıkça, o beldedeki birlik, sadakat, vefa ve ne kadar insanî hissediş varsa yavaş yavaş zemin altı seviyeye düşüyor.
Bütün bu tefsir, camilerin sosyal, ahlâkî, kültürel damarlarımızda ne mühim bir eriyik olduğunun rölatif bir kesiti. Ama bu mânâdan az ötede maşeri bir gerçeklik meydanına varıyoruz.

Birlik içinde kulluğu keşfetmenin başka âlemlere giriş kapısı olduğu da aşikâr. Toplu ibadetler, hüzünlere el birliğiyle dokunma haysiyetini de giydiriyor gönüllere. Birlikte tok olmanın Muhammedî öğütlerini hatırlatıyor.
Camiin mimarî ihtişamına göre tasarlanmış gösterişli taç kapılar, evvela hayatî bir mecraya girişi öğütlüyor kalbe
Tam da meydan demişken, camiler bir buluşma meydanı, bir acil durum toplanma alanı, bir eğitim merkezi, danışma kurulu, istişare ocağı, sosyal yardımlaşma kurumu hatta bazen esnafın ekonomik gelişmelere göre fikir münazarası yaptığı sosyo-kültürel bir mecra, bazen de düğün, sünnet ve vefat gibi hayatî virajlarda güzergâhı belirleyen merkez. Hayatın tam mihrakına kurulmuş bu dinî mimarî enstrümanı, Allah ile kul arasındaki muhabbeti tazelemenin, farz olan namaz ibadetini ifa etmenin peşi sıra bir dizi faydayı daha kenetliyor insan ömrüne.
Bir araya gelmek, cem olmak, aynı gök kubbe altında saf tutup Allah’a secde etmek, pek tabii ahirete uzanan bu yolculuğun her merhalesinde hâlâ tespite muhtaç müjdelerle dolu. Camiin mimarî ihtişamına göre tasarlanmış gösterişli taç kapılar, evvela hayatî bir mecraya girişi öğütlüyor kalbe. Daha ilk adımda sütunlu, revaklı, şadırvanlı avluların dinginliği, dünyanın kaosundan keskin bir konturla ayrılışa ikna ediyor ruhu. Bir adım öncesinde bıraktırıyor nefes alış öyküsünün bütün maddî kaygılarını. Ne kadar dış âleme ait kalp sızısı, akıl karmaşası, soru-cevap kurgusu içinde çamura bulanmış zihin odaları varsa hepsi, daha avluya ilk adım atışta ibadete hazırlanan bir cemaatin dinginliğiyle yer değiştiriyor. Kaygılarla donuklaşan göz bebekleri, avludaki muhabbetin tınısıyla yeniden canlanıyor. Birazdan, Rabbinin huzuruna, mümin kardeşliği mertebesiyle, ibadet aşkına tutulmuş safların arasında çıkacak olmanın heyecanı, dünyanın geri kalan bütün el yapımı keder yamalarını geçersiz kılıyor. Artık bir tek, biz âleminin azası olan ve Yaradan’a hamd ve tövbe ile baş eğecek arı bir ruh kalıyor geriye. O ruhu heybesine katan mümin, benlik curcunasının da sesi kısıldı mı, zeminden, mekândan ve zamanda öte bir ana teslim oluyor.
İşte tam o anda rüzgâra teslim olmuş bir kuşun hürriyeti sarıyor fikirleri. Mabedin ana cemaat yerine girişteki ilk kararlı adımla birlikte, sırtında birikmiş tozu toprağı şöyle bir silkeliyor insan, yığma tenekelerden dünya telaşlarını kapının dışında bırakıp, hafiflemiş bir tabiatla soluyor İslâm’ın atmosferini. Artık ben hasmını hatırlatan bütün o kibir, gurur, nefret ve hasetten irinler de kimyasal bir çözünmede uhrevî hissedişlere terfi ediyor. Aynı safta tekbir getiren diller, küstüren, inciten kelimeleri zapt ediyor lisanın zindanlarında. İlâhî lütufla donanıyor birliğe, cemaate ve secdeye sevdalı alınların yazısı… Bunca rahmetle yıkanan insan, hayatın olağan döngüsüne yeniden dâhil olduğunda da saf tutanlarla birlikte giyindiği libasla devam ediyor zamanın tik taklarına…
Kim bir cemaatin birlik mizacını yudumlarsa, hayatın bütününe yayılan biz şuurunu, bizden kaynak alan kudreti de kalbine yoldaş ediniyor.
Toplu ibadetler, hüzünlere el birliğiyle dokunma haysiyetini de giydiriyor gönüllere
Her insanın ömründe camiden önce ve camiden sonrası vardır. Her ruhun secde kokan mabedlerle ilk teması, ömrünün mirengi noktasıdır. Hakiki bir ibadet şuuru, insanî bir birlik arzusu, hayatî bir cevher arayışı ve muttaki bir var oluş haritası isteyen, camilerin İlâhî mûsıkîsini kalbe içirmeli. Cemaatlerde kul kimliğinin eksik gedik, yamalı hâlinden duyduğu mahcubiyetle Rabbine başını eğen, hayatın diğer tüm akışlarında da aynı tevazu ve muhabbet sarmalı içinde yola revan oluyor.
Ömür yolunun camilerle, cemaatle harmanlanan seyyahı için sonraki tüm gidişler, daha rafine, daha rikkatli ve daha saadetli öykülerle bezeniyor. Birlik içinde kulluğu keşfetmenin başka âlemlere giriş kapısı olduğu da aşikâr. Toplu ibadetler, hüzünlere el birliğiyle dokunma haysiyetini de giydiriyor gönüllere. Birlikte tok olmanın Muhammedî öğütlerini hatırlatıyor. Birbirine el olmanın, yol olmanın, derman olmanın cennetten devşirme hazzını özletiyor. Devâsa kubbelerin altında bir yorgun baş olmak, birbirimize muhtaç olduğumuz hakikatiyle yeniden aklettiriyor kibrin çamurlu sularından arınmak vakti geldiğini. Her ruhun değerli olduğunu, her canın kıymete mukabil bir cevherle yaratıldığını, kâinatta bir zerrelik mekân teşkil eden varlığımızın, kulluk ve mümin kardeşliği rütbesinde nasıl da hacimlerle hükûmet kurduğunu keşfe davet ediyor.
Her tohumun yağmurdan öncesi ve sonrası gibidir cemaat lezzetini tadanların yol ayrımından önceki ve sonraki vaziyeti. Cemaat rahmetiyle sulanmayan gönüllerin yekpare, cılız, vaatsiz, meyvesiz bir kuru taneden hâllice tabiatı, camilerin coşkun rahmet pınarlarında sulandıktan sonra dolu dizgin dallarda, tatlı sulu meyveler veren ekinlere tahavvül eder.
Ruhun evrimi, kulun devrimidir camilerle buluşmak
Bir beldede kaybolan ailevî dinamikler, cemaatlerde rahmetten damlalar toplayanlar için yeniden yeşeren dallar gibidir. Artık zemheri bitmiş, baharın müjdesi cemreler düşmüştür hanelere. Ne kadar ahlâkî çöküşü tetikleyen eylem ve sıfat varsa, ibadetle, birlik içinde, saf saf dökülmüştür menfi mealler. Tek tek nefisleri alt eden ruhların mabedlerde buluşmasıyla topumlar hem İlâhî rahmetin nizamıyla teşkilatlanır hem de insanlığı yerin yedi kat dibine çeken bütün şahsî menfaatler değerden düşer ki bu artık esnafından memuruna, komşusundan dostuna her bir nefsin bir diğerine hürmetle yol alması gerektiği bilincini yeniden serpiştirir akıllara.
Mimarî estetiği, ruhanî cevherleri, kültürel ve sosyal etkileşime imkân veren, insanlığı aynı hassasiyetlere davet eden bir başka meydan bulan, söylesin… Hem öyle bir meydan ki, hayatın bütün kargaşasının tam ortasında, evleri birbirine bağlayan, yolları uzakları bütünleyen, ayrı düşmüş kalpleri harmanlayan bedeni ve ruhuyla her mevsim, her iklim ve her nefse mutabık bir meydan…
Bir yandan da unutma diyor usulca… Tarihini, ceddini, medeniyetini ve her şeyden öte kulluğunu… Tevhid eden minareler vahdetin tasviri, secdeleri kuşatan kubbeler ümmetin ifadesi…
Rabbim camisiz, ezansız, cemaatsiz, namazsız, biz’siz ve birlik’siz bırakmasın nesillerimizi…



