ETRAFIMDA öyle çok ismini
gördüm ki, “Asil Kan” adlı kitabın sahip olduğu derdi anlamak üzere yazarı,
araştırmacı ve aynı zamanda uzman psikolog olan Kâzım Yurdakul ile kıymetli bir
söyleşi yapma gereği düşüncesi hâsıl oldu.
Üç
bölümde yayınlayacağımız söyleyişinin evvelâ giriş bölümüyle sizi baş başa
bırakacağım ama şimdiden sorayım size: Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip
Erdoğan’ın son yıllarda özellikle üzerinde durduğu ve hattâ âdeta dert
edindiği, Türkiye Cumhuriyeti’nin bânisi Gazi Mustafa Kemal’i ne kadar tanıyor,
doğumu ve gerçek ailesinden başlayarak ölümüne dek onu ne kadar biliyoruz?
“Ne
mutlu Türk olana” değil, “Ne mutlu Türk’üm diyene”
·
Söyleşimize
başlarken, öncelikle Asil Kan’ın yazılma amacının ne olduğunu anlatır mısınız?
İnsanımız
her zaman söyler, “Biz dışarıdan yıkılmayız, düşman bizi ancak içeriden
yıkabilir”. Bunu söyler ama maalesef içeriden yıkım sürecini hazırlayan yemi de
yutar. Türkiye’de toplumsal anlamda zaman zaman dualiteler oluşturulup bu
ikilikler üzerinden aynı toplum vuruşturulur. Hem de hakikat aslında başka bir
şeyken, iki bâtıl üzerinden vuruşturmak… Takipçilerin ikisinin de kendisini
hakikat peşinde zannettiği, kurgucusu tarafından bir proje gibi çizilen
süreçlerde bu mümkün. Sol-sağ, Alevî-Sünnî, Türk-Kürt gibi…
Öncelikle
Türk, bir ırkın adı değil, âdemlerin birliğidir bize göre. Araştırılıdığında
görülür ki, Lozan sürecinde Kürt liderlerin “Biz de Türk’üz!” beyanlarının
bulunduğu söylem ve mektuplar vardır. O yüzdendir “Ne mutlu Türk olana” değil,
“Ne mutlu Türk’üm diyene” ifadesi kullanılmıştır. “Diyene”… Bu söylemde
sağ-sol, Alevî-Sünnî, Türk-Kürt ayrımı olmaz, olamaz. Zira bir dönem aslıyla
kullanılan kavramların daha sonra anlamları kalmamış ve bölünme unsuru
sayılmış, bunu bilmek zorundayız. 12 Eylül’den sonra sağdan ve soldan isimler
bir araya gelerek birbirlerini dinlemediklerini ifade ettiler. Sorun da
dinlememek…
Bu
ayrım plânında Atatürk-Vahdettin, Türkiye-Osmanlı ayrımları da kurgulanmış.
İşte biz de bu kitabı bunun için yazdık!
Osmanlı’nın
duruklama yıllarında Hanedan üyelerinin, sultanların, çocuklarının, bir fikri
sahiplenmeye başladıklarını ve son dönem Hanedan üyelerinin yanında bizim
önemli gördüğümüz liderler, “Osmanlı da bizim, Cumhuriyet de” dediler,
diyorlar. Ancak genel ve sosyal medyada buna dair söylem sahipleri cılız
kalıyor. Ya Cumhuriyet düşmanlığı, ya Osmanlı düşmanlığı üzerine kurulu zinciri
kırmak için bu kitap yazıldı. Çünkü toplumun tarih bakımından barışacağı alan,
Mustafa Kemal Atatürk. Toplumda bunun işaretleri var; gerçekleri öğrenmek
isteyen bir talepkâr kitle oluştu.
Bu
talepteki insanlar, ortak bir millet, vatan ve devlet fikrine sahip kimseler.
Din konusunda da böyle… Ancak bu niyeti karşılayan bir liderliğe de ihtiyaç
var. Yoksa o yola çıkmak zorlaşır.
“Zamanı
gelmişti”
·
Türkiye’de
konsensüs bu kitabın çıkmasına sizce müsait miydi?
Artık
dünya vizyonu olan bir devletten bahsediyoruz. Son yüz elli yıldır
yaşadıklarımız ortada, dünyanın yaşadıkları da ortada. Bu yüzden artık zamanı
geldi!
Kitabın
çıkma zamanı buydu, süreç açısından belki birkaç ay daha geç çıkabilirdi ancak
çıktı. Çünkü zamanı gelmişti. Çünkü bilginin karartıldığı dünyada yeniden
bilginin aydınlandığı çağ başlıyor. Ve buna Türkiye Cumhuriyeti Devleti
liderlik edecek.
Evet, sansasyonel ve de riskli konulara giriş yaptık, ama bu adım atılmalıydı, biz de öyle düşünerek teşebbüs ettik. Şu âna kadar gelen tepkiler, doğru bir iş yaptığımızı gösteriyor.
“Daha
önce yazılamazdı”
·
Kitabı hazırlarken
bir engellemeyle karşılaştınız mı? Devlet sizi takip etmedi mi daha önceki girişimler
gibi?
Hayır,
karşılaşmadım. Ama bu devletin görmediği veya duymadığı bir şey yoktur. Kaldı
ki bu çalışmayı yaparken her aşamada istişâre hâlinde oldum.
Kitabı
yazmak hep aklımdaydı, nüfus bilgileri hâriç. Ancak zamanının gelmesini
bekliyordum. Sonunda nüfus bilgileri de bir lütuf gibi bana geldi ve aksiyon
aldım. Sosyal medyada yaptığım paylaşımlar yahut katıldığım televizyon
programlarında Sayın Cumhurbaşkanımızın konuşmalarını takip ederken izler ve
işaretler takip ederek onun ne anlatmaya çalıştığını ve bundan kaçınmadığını
gördüğümü bir mücadele bilinciyle aktardım.
Bu
kitap daha önce yazılamazdı. Yazılsa da çıkamazdı. Girişimlerde bulunanları
biliyorum, ne kadar iyi niyetli olduklarına da şâhidim. Ama zamanlama onlar
açısından yanlıştı.
(Devam edecek…)