Kâzım Yurdakul: “Toplumun tarih bakımından barışacağı alan, Mustafa Kemal Atatürk”

Kitabı yazmak hep aklımdaydı, nüfus bilgileri hâriç. Ancak zamanının gelmesini bekliyordum. Sonunda nüfus bilgileri de bir lütuf gibi bana geldi ve aksiyon aldım. Sosyal medyada yaptığım paylaşımlar yahut katıldığım televizyon programlarında Sayın Cumhurbaşkanımızın konuşmalarını takip ederken izler ve işaretler takip ederek onun ne anlatmaya çalıştığını ve bundan kaçınmadığını gördüğümü bir mücadele bilinciyle aktardım.

ETRAFIMDA öyle çok ismini gördüm ki, “Asil Kan” adlı kitabın sahip olduğu derdi anlamak üzere yazarı, araştırmacı ve aynı zamanda uzman psikolog olan Kâzım Yurdakul ile kıymetli bir söyleşi yapma gereği düşüncesi hâsıl oldu.

Üç bölümde yayınlayacağımız söyleyişinin evvelâ giriş bölümüyle sizi baş başa bırakacağım ama şimdiden sorayım size: Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın son yıllarda özellikle üzerinde durduğu ve hattâ âdeta dert edindiği, Türkiye Cumhuriyeti’nin bânisi Gazi Mustafa Kemal’i ne kadar tanıyor, doğumu ve gerçek ailesinden başlayarak ölümüne dek onu ne kadar biliyoruz?


“Ne mutlu Türk olana” değil, “Ne mutlu Türk’üm diyene”

·       Söyleşimize başlarken, öncelikle Asil Kan’ın yazılma amacının ne olduğunu anlatır mısınız?

İnsanımız her zaman söyler, “Biz dışarıdan yıkılmayız, düşman bizi ancak içeriden yıkabilir”. Bunu söyler ama maalesef içeriden yıkım sürecini hazırlayan yemi de yutar. Türkiye’de toplumsal anlamda zaman zaman dualiteler oluşturulup bu ikilikler üzerinden aynı toplum vuruşturulur. Hem de hakikat aslında başka bir şeyken, iki bâtıl üzerinden vuruşturmak… Takipçilerin ikisinin de kendisini hakikat peşinde zannettiği, kurgucusu tarafından bir proje gibi çizilen süreçlerde bu mümkün. Sol-sağ, Alevî-Sünnî, Türk-Kürt gibi…

Öncelikle Türk, bir ırkın adı değil, âdemlerin birliğidir bize göre. Araştırılıdığında görülür ki, Lozan sürecinde Kürt liderlerin “Biz de Türk’üz!” beyanlarının bulunduğu söylem ve mektuplar vardır. O yüzdendir “Ne mutlu Türk olana” değil, “Ne mutlu Türk’üm diyene” ifadesi kullanılmıştır. “Diyene”… Bu söylemde sağ-sol, Alevî-Sünnî, Türk-Kürt ayrımı olmaz, olamaz. Zira bir dönem aslıyla kullanılan kavramların daha sonra anlamları kalmamış ve bölünme unsuru sayılmış, bunu bilmek zorundayız. 12 Eylül’den sonra sağdan ve soldan isimler bir araya gelerek birbirlerini dinlemediklerini ifade ettiler. Sorun da dinlememek…

Bu ayrım plânında Atatürk-Vahdettin, Türkiye-Osmanlı ayrımları da kurgulanmış. İşte biz de bu kitabı bunun için yazdık!

Osmanlı’nın duruklama yıllarında Hanedan üyelerinin, sultanların, çocuklarının, bir fikri sahiplenmeye başladıklarını ve son dönem Hanedan üyelerinin yanında bizim önemli gördüğümüz liderler, “Osmanlı da bizim, Cumhuriyet de” dediler, diyorlar. Ancak genel ve sosyal medyada buna dair söylem sahipleri cılız kalıyor. Ya Cumhuriyet düşmanlığı, ya Osmanlı düşmanlığı üzerine kurulu zinciri kırmak için bu kitap yazıldı. Çünkü toplumun tarih bakımından barışacağı alan, Mustafa Kemal Atatürk. Toplumda bunun işaretleri var; gerçekleri öğrenmek isteyen bir talepkâr kitle oluştu.

Bu talepteki insanlar, ortak bir millet, vatan ve devlet fikrine sahip kimseler. Din konusunda da böyle… Ancak bu niyeti karşılayan bir liderliğe de ihtiyaç var. Yoksa o yola çıkmak zorlaşır.

“Zamanı gelmişti”

·       Türkiye’de konsensüs bu kitabın çıkmasına sizce müsait miydi?

Artık dünya vizyonu olan bir devletten bahsediyoruz. Son yüz elli yıldır yaşadıklarımız ortada, dünyanın yaşadıkları da ortada. Bu yüzden artık zamanı geldi!

Kitabın çıkma zamanı buydu, süreç açısından belki birkaç ay daha geç çıkabilirdi ancak çıktı. Çünkü zamanı gelmişti. Çünkü bilginin karartıldığı dünyada yeniden bilginin aydınlandığı çağ başlıyor. Ve buna Türkiye Cumhuriyeti Devleti liderlik edecek.

Evet, sansasyonel ve de riskli konulara giriş yaptık, ama bu adım atılmalıydı, biz de öyle düşünerek teşebbüs ettik. Şu âna kadar gelen tepkiler, doğru bir iş yaptığımızı gösteriyor.


“Daha önce yazılamazdı”

·       Kitabı hazırlarken bir engellemeyle karşılaştınız mı? Devlet sizi takip etmedi mi daha önceki girişimler gibi?

Hayır, karşılaşmadım. Ama bu devletin görmediği veya duymadığı bir şey yoktur. Kaldı ki bu çalışmayı yaparken her aşamada istişâre hâlinde oldum.

Kitabı yazmak hep aklımdaydı, nüfus bilgileri hâriç. Ancak zamanının gelmesini bekliyordum. Sonunda nüfus bilgileri de bir lütuf gibi bana geldi ve aksiyon aldım. Sosyal medyada yaptığım paylaşımlar yahut katıldığım televizyon programlarında Sayın Cumhurbaşkanımızın konuşmalarını takip ederken izler ve işaretler takip ederek onun ne anlatmaya çalıştığını ve bundan kaçınmadığını gördüğümü bir mücadele bilinciyle aktardım.

Bu kitap daha önce yazılamazdı. Yazılsa da çıkamazdı. Girişimlerde bulunanları biliyorum, ne kadar iyi niyetli olduklarına da şâhidim. Ama zamanlama onlar açısından yanlıştı.   

(Devam edecek…)