BEN tuzsuzluğu hiç
bilmedim eminim ki milyarlarca insandan biri gibi. Mangoyu üniversiteye
geldiğimde tatmıştım. Onsuz günleri hatırlıyorum. Fena günler değildi. Mangonun
tadını biliyor olmaktan memnunum. Sadece tat dünyam değil, toplumsal hayatımda
da buna benzer şeyler yaşadım, yaşıyorum, yine eminim ki yaşayacağım yine ve yine
sizin gibi, onlar gibi…
Tuzu
birçok yerde yasaklıyor, azaltıyor veya göz önünden kaldırmaya çalışıyorlar. Sağlığa
zararlı olduğu tespit edilmiş; zaten tabiî yollardan yeteri kadar alıyormuşuz.
İyi de, bu tuzu bize silah dayayarak yedirmediler veya yedirmeye çalışmıyorlar
ki… Hele patates, fasulye yerken yemekte biraz tuz eksik olsun, mutfağın altını
üstüne getirir, o “zararlı” denen tuzu yemeğimize atar ve mutlu mutlu yeriz.
Tuz
alışkanlığımızla ilgili gözlemlediklerimi siz de gözlemlemişsinizdir. Annesi,
küçük bebeğe bir şey yedirirken tatsız olmasın diye yiyecekleri tuzlu olarak
yediriyor. Hâlbuki bebecik tuzun tadını bilmez. Annesi tatsız olmasın diye
tuzlu yedirdikçe tuza alışıyor ve artık yiyecekleri tuzsuz yiyemez hale
geliyor. O da kendi çocuğunu besleyip büyütürken tatsız olmasın diye tuzlu
yediriyor ve annesinin geldiği noktaya geliyor. Bu böyle devam edip gidiyor ve eski
tabirle “daire”, yeni tabirle “döngü” meydana geliyor. Eğer bu daire veya döngü
faydasız, hatta zararlı ise “kısır” yahut “fasit” deniyor. İşte bizim “tuz
döngümüz” de böylece meydana gelmiş oluyor.
Tuz
döngümüz bilim adamlarına göre zararlı olduğu için, “kısır tuz döngümüz” veya “fasit
tuz dairemiz” de diyebilirsiniz buna. Peki, bu kısır döngümüz sonsuza kadar
devam edip gidecek mi? Bunu sonra konuşalım da önce toplumsal hayattan misal
vereyim.
11
yaşında görme kabiliyetimi kaybettim, hakikî tabirle kör oldum. Kör olduğumun
hemen ertesinde okuyamayacağım, çalışamayacağım, evlenip yuva kuramayacağım,
askere gidemeyeceğim, kendi kendime bakamayacağım gibi kaygılarla ailemi ve
çevremdeki diğer insanları bir üzüntü, bir acı sardı. Küçük yaşta olduğum için,
sanırım toplumsal tuzun tadını henüz öğrenmemiş biri olarak insanların
üzüntülerine, yüreklerinin yanmasına bir anlam veremiyordum. Sürahiden bardağa
su koyamayacağımı düşünüp suyumu dolduruveriyorlar, elmamı dilimleyemeyeceğimi
düşünerek elmamı dilimleyiveriyorlardı.
Yanlış
yapacak değildi ya insanlar
Önceden
de bildiğim için sokaklarda dolaşabiliyordum ama çevremdekiler bunu yanlış bularak
sokağa çıkmamam gerektiğini öğütlüyor, hatta beni sokakta görünce kızıyorlardı.
Toplumsal tuzu ha bire tutum ve davranışlarıma bolca ekiyorlardı. Böylesi bir
hayatsa bana fazla tuzlu geliyor, pek hoşlanmıyordum. Ama “Koskoca insanlar
yanlış yapacak değil ya” diyerek toplumsal tuzlu hayata alışmak için kendimi
zorluyordum.
Körlerin
okuyabileceğini bir radyo programında duydum ve -bir başka vesileyle detaylı
anlatırım- okula başladım. “Demek ki körler okuyabiliyormuş” sözünü yaşayarak
kendime söyledim. Çalışan engellilere rastladım, çalışılabileceğini öğrendim.
Çoluk çocuk sahibi engellilerden mutlu yuvaları olabileceğini öğrendim. Önüme
konan veya hayatın karşıma çıkardıklarını toplumsal tuz atmaksızın tatmak
istedim. Ne yalan söyleyeyim, böylesi bana daha lezzetli geldi.
“Günlük
hayatta gözlemlediklerim ise beni hâlâ çok üzüyor, hatta kahrediyor” desem yeri
var. Birçok anne babanın, başta engelliler konusu olmak üzere, -birçok konuda
ister engelli olsun, ister engelsiz olsun- çocuklarının yaşamlarına bolca tuz
ektiklerine şahit oluyorum. İşin en acısı da ne biliyor musunuz? O çocuklar
tuzsuz hayatı hiçbir zaman bilemeyecekler veya tuzsuz hayatı artık tatsız
zannedecekler. Üstelik tuzlu bir hayat sürmek zorunda kaldıkları gibi, yarın
kendi çocuklarının hayatına da bolca tuz atacaklar.
Toplumsal
afiyet için
Bir
gün uçakta, içecek olarak domates suyu istedim. Yanımda da Nursuna Memecan oturuyordu.
Tuzluğu açmaya çalışırken Nursuna Hanım, “Ne yapıyorsun? Tuz çok zararlı… Onun
yerine limon ve karabiber kullan. Tuza ihtiyaç duymayacağın gibi daha lezzetli
gelecek” diye bir fırça attı. Her seferinde bir tuzluk tuz atan ben, yeni
domates suyunun tadını şimdi daha çok seviyorum. Demek ki hayat böyle de
güzelmiş.
Yavaş
yavaş hayatımdan tuzu çıkarmaya başladım. Birçok yiyeceğin tuzsuz daha tatlı
olduğunu fark ediyorum artık. Zamanla hem toplumsal, hem de toplumsal olmayan kısır
tuz döngüm kırılmaya, iyileşmeye başladı. Tuza bağımlılığın azaldı. Çocuklarım
yiyeceklerine tuz atmadıklarında sesimi çıkarmıyorum, hatta bir de tuzsuz
denemelerini tavsiye ediyorum. Hayatlarındaki toplumsal tuzlara da dikkatlerini
çekiyor, bağımlı olmamalarını tavsiye ediyorum. Toplumsal tuzlar arasında yer
alan “zenginliğin” önemli bir şey olmadığını, yüksek makamların hak edilerek kazanılmadıkça
kendine ve başkalarına zulüm olacağını, güzellik ve zekânın bir Allah vergisi
olduğunu ve bir sorumluluk getirdiğini anlatmaya çalışıyorum.
Erdemli
bir hayat tuzsuz olabilir, ama muhteşem bir lezzete sahiptir. Hayat sofrasında
yapılan iyilik ve güzelliğe teşekkür etmek, onun kadrini bilmek çorba ise,
sorumluluğunu yerine getirmek ana yemektir. İyilik yapmak ve faydalı olmaksa o
sofranın tatlısıdır. Salatası, aperatifi, ara sıcağı, garnitürü, içeceği veya başlangıçlarını
da size bırakıyorum.
Alışkanlıklarımızdan
kurtulmak zaman alacak, bunun farkındayım. Ama bir şeyin de farkındayım ki tuzsuzluk,
ilk başta tatsız gibi gelse de ileriki hayatımın, çocuklarımın ve insanlığın
istikbaline “çorbada tuz misali” -burada tuzu olumlu göstermeyen bir deyim
bulmalıydım lakin bulamadım, lütfen çaktırmayın- bir katkımız olacak. Bunun
lezzeti bile yeter de artar bile. Hatta bir adım daha ileri gidip yeni tatları
deneyelim ki hani yeni tat olduğu için, “Yahu bu da tuzsuz pek güzel gelmedi”
gibi bir durum da olmaz. Mangoyu üniversitede tattığımdan beri tuz atmak hiç
aklıma gelmedi, gelmiyor da. Şöyle lezzetli, bol kepçe ama tuzlu olmayan bir
hayata ne dersiniz?
Afiyet olsun…