BİR binanın sağlamlığı, o binan estetik görünümüyle değil temelinin sağlamlığı ile ölçülür. Toplumlar da tıpkı bir bina gibi sağlam temeller üzerine inşâ edilirse ayakta kalabilir. Toplumu ayak tutan en önemli temellerin başında hiç şüphesiz toplumsal değerler gelir. Güven, adalet, empati, hoşgörü, yardımlaşma, sorumluluk, saygı ve eşitlik gibi değerler, toplumun ruhunu besler; bireyleri bir arada tutan görünmez bağlar kurar. Bu değerlerin aşınması ise çok derin sorunlara yol açar. Günümüzde sıkça dile getirilen yalnızlık ve güvensizlik gibi sorunların arka planında işte bu değer erozyonu yatıyor.
Hiç düşündünüz mü, toplumsal değerler neden zayıflıyor? Bu süreç, toplumsal huzuru nasıl tehdit ediyor? Bu gidişatı tersine çevirmek mümkün mü?
Modernleşme ve bireyselleşme: Toplumsal bağların kopuşu
Modernleşme, insanlık için birçok avantajı beraberinde getirdi. Teknoloji gelişimine bağlı olarak yaşam kolaylaştı. İletişim teknolojilerinin gelişmesiyle etkileşim arttı. Özgürlüklerin artmasıyla birlikte insanlar, hayatlarını daha özgürce şekillendirebilir hâle geldi. Fakat toplumsal yaşam ise giderek zayıfladı. Bireyselleşme, toplumsallık duygusunun bir tezahürü olan “biz” duygusunu “ben” duygusuna çevirdi. Özellikle şehirlerde komşuluk ilişkileri zayıfladı. Mahalle kültürü yok oldu. Büyük aileler yerini çekirdek ailelere bıraktı. Bu da yalnızlık duygusunu derinleştirdi. Bu bireyselleşme dalgası, toplumsal değerlerin kuşaklar arasındaki aktarımını da zorlaştırdı. Eskiden bireyler, değerleri doğrudan yaşadıkları ortamda deneyimleyerek öğrenirdi. Günümüzde gerçek yaşam alanları ve gerçek yaşam deneyimlerini yerini sanal ve dijital alanlara ve sanal dijital deneyimlere bıraktı. İletişim de sanallaştı. Dolayısıyla öğrenme de sanal bir hâl aldı. Bu da güven, yardımlaşma ve dayanışma gibi temel bağların çözülmesine neden oldu.
Tüketim kültürü ve maddiyatçılık: Değerlerin satın alınamazlığı
Tüketimin temelinde yer aldığı kapitalist toplumlarda başarı, artık büyük ölçüde maddî kazanımlar üzerinden ölçülüyor. Ne kadar çok şeye sahipsen o kadar değerlisin algısı, manevî değerleri ikinci plana itiyor. Empati, vicdan, sorumluluk gibi değerler, kredi kartı limitleri, marka etiketleri ve sosyal medya beğenileri karşısında geri plana düşüyor. Bu anlayış, bireyleri sadece kendi çıkarlarını düşünen, toplumsal sorumluluklarını unutan bir noktaya taşıyor. İnsanlar başkalarının dertlerine karşı duyarsızlaşıyor. Yardım etme isteği azalıyor, dayanışma kültürü kırılıyor. Sonuç olarak toplumda eşitsizlikler artıyor ve derinleşiyor.
Aile yapısındaki değişim: Değerlerin temel yapısında erozyon
Aile, insanların değerlerle ilk tanıştığı ilk yapıdır. Saygı, sevgi, sorumluluk, empati gibi değerler önce aile içinde öğretilir. Ancak günümüzde aile yapıları da dönüşüm geçirdi. Boşanmaların artması, tek ebeveynli ailelerin çoğalması, ebeveynlerin çalışma temposu gibi etkenler, çocukların bu değerlerle yeterince temas kuramamasına yol açıyor. Aile içindeki bağlar zayıfladıkça, çocuklar sosyal hayata daha savunmasız giriyor. Sorumluluk alma, başkalarına saygı duyma ya da empati kurma becerileri yeterince gelişmiyor. Bu da ilerleyen yıllarda toplumda saygısızlık, duyarsızlık ve sorumsuzluk gibi sorunların ortaya çıkmasına neden oluyor.
Medya ve popüler kültür: Yeni değer mühendisliği
Medya, sadece toplumu bilgilendirmez ya da medya sadece topluma haber sunmaz. Medyanın işlevlerinden biri de toplumsal, ahlâkî, insanî ve vicdanî değerlerin görünürlüğünü artırarak kalıcılığını ve devamlılığını sağlamaktır. Fakat günümüzde medya, çoğunlukla şiddet, cinsellik, ayrımcılık, bireysel başarı ve tüketim gibi temaları toplumsal değerler karşısında çok daha fazla yüceltiyor. Televizyon programları ve dizilerden sosyal medya içeriklerine kadar çok sayıda medya ortamı, izleyicilere “Başarı için her yol mubahtır, imaj gerçeğin önündedir, neyi tükettiğiniz ne olduğunuzu gösterir” gibi toplumsal değerleri erozyona uğratabilecek mesajlar veriyor. Bu da özellikle gençler üzerinde güçlü bir etki oluşturuyor. Özellikle genç nesil, medyadan öğrendiği bu yeni değerleri benimsiyor. Geleneksel toplumsal değerler “eski moda” olarak görülüyor. Oysa empati, saygı, hoşgörü gibi kavramlar, yalnızca nostaljik duygular değil, bir toplumun ayakta kalabilmesi için olmazsa olmaz ilkelerdir.
Toplumsal değerlerin zayıflamasının sonuçları: Sessiz bir çöküş
Toplumsal değerlerin zayıflamasının ne gibi sonuçlar doğurduğuna bakacak olursak önümüzdeki tablonun çok da iç açıcı olmadığını görürüz.
Bireyselleşme ile insanî, vicdanî ve ahlâkî değerlerin zayıflaması sonucunda güven krizi ortaya çıkıyor. İnsanlar birbirine güvenmiyor. Komşuya kapı açmak, yolda kalana yardım etmek, toplu taşımada yer vermek bile tereddütle yapılır hâle geliyor. Bu da toplumsal huzuru zedeliyor. Bireyselleşmeyle birlikte yalnızlık artıyor. İnsanlar en kalabalık alanlarda bile kendini izole edilmiş hissediyor. Bunun sonucunda da sosyal ilişkiler yüzeysel hâle geliyor. İnsanlar kalabalıklar içinde yalnızlaşıyor. Bu yalnızlık hâli, psikolojik sorunları ve toplumsal bunalımı beraberinde getiriyor.
Ahlâkî değerlerin aşınması otokontrol mekanizmalarını zayıflattığı için bireylerin şiddete başvurması kolaylaşıyor. Bu da doğrudan toplumsal güvenliğe tehdit oluşturuyor.
Değerleri nasıl yeniden inşâ edebiliriz?
Toplumsal değerlerin aşınması sonucu ortaya çıkan problemleri giderebilmek elbette mümkündür. Onun için bireylerin ve toplumun eğitime bakışının değişmesi gerekiyor. Öyle ki eğitime başarı odaklı bakış, bireylerin ahlâkî, vicdanî, insanî, toplumsal ve etik gelişimini göz ardı ediyor. Bu noktada kamu otoritesinin müfredatları değerler eğitimin bağlamında güncellenmesi gerekiyor. Fakat bu tek başına yeterli değil. Çünkü ailelerin ve bireylerin de eğitimine sadece başarı odaklı bakmamaları gerekir. Daha doğrusu eğitime bütüncül olarak bakmaları gerekir. Bu noktada ailelerin çocuklara değerleri aşılamaları gerekir. Kamu otoritesi de aile ve aile yapısını destekleyen sosyal politikaları artırmalıdır. Ailelerin bu noktada bilinçlendirilmesi ve aile içi iletişimin güçlendirilmesi büyük önem arz ediyor.
Günümüzde medya, toplumun çok büyük bir kısmının tek bilgi kaynağıdır. Dolayısıyla medya içerikleri toplumsal hafızayı, toplumun bilinç altını besleyen en önemli araçtır. Bu nedenle medyada değerleri yücelten, empati ve yardımlaşmayı teşvik eden içeriklere öncelik verilmelidir. Fakat ticarî kaygılar, reyting, daha fazla etkileşim, bazı odakların toplum mühendisliği merkezli çalışmaları, medyanın bu alanda üstleneceği rolü büyük oranda ortadan kaldırıyor.
Mahalle kültürünü, komşuluk ilişkilerini canlandıran projeler desteklenmelidir. Bu noktada ise kamu otoritesinden ziyade sivil toplum kuruluşlarına büyük görevler düşüyor. Bu noktada sivil toplum kuruluşlarının, gönüllülük faaliyetleri ve sosyal dayanışma ağları yaygınlaştırılmalıdır. Kamu otoritesi de bu noktada sivil toplum kuruluşlarına olan desteğini artırmalıdır.
Toplumsal değerler, bir toplumun karakterini, duruşunu ve vicdanını oluşturur. Bu değerler zayıfladığında, toplumun ruhu da yavaş yavaş çözülür. Günümüzde yaşadığımız güvensizlik, yalnızlık gibi çok sayıda sorun, kadar bu sessiz çözülüşün sonucu ortaya çıkıyor. Fakat bu gidişat tersine çevrilebilir. Değerleri yeniden hatırlamak, sahiplenmek ve yaşamak bizim elimizde. Yeter ki isteyelim ve harekete geçelim...



