Toplumsal benliğimiz

Modernizm ve sekülerleşen dünyadan gittikçe zehirlenen günümüz insanını ruhî bunalım ve arayışlardan kurtarmanın çözümü olarak, onun problemlerine karşı ilmi, irfanı ve hikmeti bulmasına veya aradığının bu olduğuna dair bir ışık tutulmalı. Temeli eğitim olan bu çözümün özününse, kendi kültürel kodlarımız olan maneviyatımızda bulunduğunu bilmeliyiz.

İNSAN, yaşadığı çevreye katıldığı ilk andan itibaren, bazı hazır bulunan değer kombinasyonları ile karşılaşır. Bu hazır bulunan değerler bütünü, “kültür” kavramı olarak tanımlanır. Kültür kavramının ise makro ve mikro düzeyde olmak üzere iki ayrı tanımı bulunmaktadır. Makro anlamda kültür, insanın doğaya yaptığı müdahalelerdir. Mikro anlamda ise kültür, anlamlar bütünüdür.

Kültürün mimarı insan olmasına karşın, zaman içinde dışsallaşır ve tüm insanların tutum, davranış, karar verme veya hayata bakış açısına varana kadar etkili olan bir süreç olur. Ama belirtmem gerekir ki, yeryüzünde bulunan farklı insan birlikteliklerine göre de birçok farklı kültür bulunmaktadır.

İnsanın yaşam düzeyi oldukça karmaşık, büyük ve hızlı bir şekilde değişime tâbidir. İnsanın var olduğu bu çevreyi anlamlandırması, ayak uydurması ve bu düzen içinde dünyayı algılayabilmesi ve üzerinde düşünmesi için hazır bilgilere ihtiyacı vardır. İşte tam bu noktada, bu karmaşık ve hızlı dünyayı anlamlandırmak için kültürel kodlar, insana dışarıdan birer yabancı güç olarak çıkma sürecini ifade eder.

Kültürel kodlar, kurumlaşmış anlam ve değer kalıplarıdır. Aynı zamanda kültürel kodlama, bir kategorileşme yani diğerinden ayrılma sürecini ifade eder. Yani bireylerin olaylara ve olgulara bir gözle bakmalarını ve aynı anlamlar altında değerlendirmelerini sağlamaktadırlar.

Bu kategorileşme sürecinde şüphesiz ki bizim toplumumuzu diğer birçok toplumdan ayıran millî ve manevî kültür öğelerimiz vardır. Bize ait olan tüm değer öğelerini yüceltmek değil amacım, ama insan olarak manevî kültür öğelerimizi oluşturan her bir mihenk taşımızı araştırarak öğrendikçe, kargaşa olarak ilerleyen günümüz yaşamını yaşanabilir kılmada tek yolun, kendi millî ve manevî değerlerimizi yaşamak ve yaşatmak olduğu kanaatindeyim. Çünkü bu topraklar her karışında ilim, irfan ve hikmet kokan değerleri bünyesinde tutmaktadır. Ahmet Yesevî ile başlayan Ehl-i Beyt sevgisi, daha sonraları Anadolu’da Hacı Bayram Velî, Yûnus Emre, Mevlâna ve daha niceleri ile birlikte, diğer hiçbir millette bulunmayan bu âlimler, toplumumuzun düşünce ve yaşantısına yön veren örnekler olarak kendimize baş tacı ettiğimiz ortak değerlerdir.

İnsanın güzeli, doğruyu ve iyi olanı seçme isteği ve arzusu, nefes aldığı her an artarak çoğalır. Bu anlamda insan olarak her birimiz örneklere ihtiyaç duyarız -ki bu örnekleri kendi iç dünyamıza aldıkça ve üzerine de kendimizden bazı şeyler ekleyebildikçe yaşantımız anlam bulacaktır-. Çünkü insan biricik bir canlı değildir ve bunun ötesinde insan, toplumsal olana girdikçe, anladıkça veya anlatabildiğince huzura erişebilecek bir canlıdır. Bu nedenledir ki insan, iyi ve güzel olanı taklit etme arzusu ve isteğiyle peygamberleri ve onların temsilcileri olan gerçek Allah dostlarını arar. Bu sadece belirli kişilerin değil, tüm insanların ruhî değerlerine ait bir arayıştır ve insan olmanın da bir gereğidir. Tarih boyunca her toplum, kendi kültürel kodlarına uygun arayışlarla kendi problemlerine çözüm bulmuştur.

Bu anlamda bizim değerlerimiz ve kültürel kodlarımızın kaynağı sadece bölgesel değil, evrensel değerlerdir. Anadolu’ya dört bir yandan akın eden ilim insanlarının getirdiği hakikat ışığı, bu değerlerin evrensel olma seviyesinin de göstergesidir. Günümüz modern yaşam serüvenine ve çıkmazına katılmadan önce insanımız, bu öz ve maneviyat ile çeşitli problemlerine kendi öz kültürümüzden hareketle kalıcı çözümler bulmaktaydı. Günümüz insanı da bu manevî havayı aldıkça gerçek huzura erişecektir. 

Peki, günümüzde de varlığını devam ettiren ama modern ve dünyevî hayatta ulaşamadığımız hakikate nasıl ulaşacağız? Yani toplumumuzu huzura eriştirecek olan değerler, hakikatler ve bilgiler hâlâ var ama biz o bilgiyi nasıl elde edeceğiz?

Bugün bilgiye ulaşmak çok kolay, ama insan bunu nasıl ve nereden elde edeceğini bilemiyor. İnsanlar âdeta sorunlu bir dünyanın sorunlu bireyleri olma noktasında duruyor ve öteye geçmek için sadece bilimsel olanı kullanırken bunu daha da çıkmaza götürüyor.

Günümüz toplumsal problemleri saymakla bitmeyecek kadar çok; birbiriyle ilişkili, karmaşık ve çok nedenli… Bu sebeple maneviyatımızı arttırmak için hakikate ve değerlere ulaşmak üzere kendi öz kültürel kodlarımızı kullanmalıyız. Çünkü insanlığın sürekli olarak ürettiği bu sorunlar silsilesine karşı tek başına sistematik bilimsel bilgiler yeterli değildir. Ruhî arayışlar ve hastalık boyutuna varan yalnızlaşma, manevî ilim adamlarımız ve kültürel kodlarımızla rahata erişebilecek; fakat modern insan, bunu görmezden gelerek çıkmazın dibini görme çabasında devam etmektedir.

Günümüz insanının hâli ise son derece acı, içli ve endişelerle doludur. Kendi kendine yetmeye çalışan, gittikçe yalnızlaşan ve insana değil de eşyaya, maneviyata değil de maddiyata, samimiyete değil de gösterişe önem veren bir insan macerası, oldukça üzülecek bir hâl aldı. İnsanımız, maalesef dışarıdan üretilmiş ve insanda karşılığı bulunmayan fikrî donanımlarla kendini ifade etmeye çalışırken kendi öz kültüründen tamamen uzaklaşarak aradığını (adı her ne ise) bulamamanın ıstırabıyla yanıp tutuşmaktadır. Modernizm ve sekülerizmin insana gün geçtikçe dayattığı yabancı güçler, bizi sarhoşlaştırarak toplumsal ve kültürel benliğimizden uzaklaştırmaktadır.

Birbiriyle ilgilenen, muhabbet üzere yaratılmış bir canlı olduğunu bilen, sorunlarını ve mutluluklarını paylaşan, birbirlerini hiçbir çıkar gözetmeksizin gerçekten seven insanların bu tür sıkıntılara düşmesi gerçekten zor olur. Yaratan’ı seven, yaratılanı seven, kendisiyle barışık, çevresiyle problemi olmayan ve sürekli sorunlar üretmeyen, topluma karşı ön yargılardan uzak ve gereksiz eleştirilerden berî duran kişiler ise daima huzur kaynağı olurlar yaşadıkları çevreye.

Üzüntüler, stresler, kendini kötü hissetme, kendisine ve çevresine duyarsızlaşma, doyumsuz istekler ve beklentiler… Tüm bunların son bulması için, artık insana dair söylenmiş olanlara bir çevirmeliyiz kendimizi.

Sözlerin en güzeli ve insanı Allah ile buluşturacak sözleri ve davranışlarıyla Örneklerin En Hakikatlisi Efendimiz Hz. Peygamber’in (sav) yaşamı, davranışları ve tavsiyeleri, bize deva oluşturacak birer ışıktır. Hiç değilse işe bunu kabullenmekle başlamak, artık bize farz olmalı!

İnsanın ümide ve huzura ihtiyacı olduğu şu dönemlerde, sürekli manevî kültürümüzü eleştirmek, karalamak veya yetersiz göstermeye çalışanları görmezden gelerek, aksine toplumumuzun bir de bu yönünü öne çıkarmalıyız. Çünkü kendi kendimize çıkardığımız karamsar ifadelerden ibaret değildir hayat. Hayat, bizim bakış açımızdan daha farklı anlamların da bulunduğunu görünce anlam bulur.

İçinde bulunduğumuz durum bize huzur ve mutluluk vermiyorsa, durduğumuz yeri, hissettiğimiz duyguyu, savunduğumuz fikri değiştirmeye çalışmalıyız. İnsan olmak ve insan olarak yaşamanın da kaynağı eğitimdir. Eğitimden kastım, elbette sadece diplomalar değil, kendini geliştirmek, yetiştirmek ve gerektiğinde değiştirmektir.

Psikologların 3-10 yaş arasını “bilinçaltı yaş” olarak tanımlamalarından hareketle, çocuk yetiştirmede rol model olmak üzere, “Çocuk, geleceğin yetişkini” düşüncesiyle büyütmeli. Yani bilinmeli ki bu dönemde yaşadıklarının, öğrendiklerinin ve hissettiklerinin etkisi, sonraki dönemlere şekil vermektedir. Bu eğitim doğru verildiği zaman, insanlar birbirlerinin anlam dünyasına saygı duyarak başkalarına karşı duyarsızlaşmazlar. Bunun için önce kendi anlam dünyamızı huzura eriştirmeli ve daha sonra çocuklarımızı yetiştirmeliyiz. Hiç değilse bunu, çocukları düşünerek yapmalıyız.

Sonuç olarak modernizm ve sekülerleşen dünyadan gittikçe zehirlenen günümüz insanını ruhî bunalım ve arayışlardan kurtarmanın çözümü olarak, onun problemlerine karşı ilmi, irfanı ve hikmeti bulmasına veya aradığının bu olduğuna dair bir ışık tutulmalı. Temeli eğitim olan bu çözümün özününse, kendi kültürel kodlarımız olan maneviyatımızda bulunduğunu bilmeliyiz.