İNSAN, yaşadığı çevreye
katıldığı ilk andan itibaren, bazı hazır bulunan değer kombinasyonları ile
karşılaşır. Bu hazır bulunan değerler bütünü, “kültür” kavramı olarak
tanımlanır. Kültür kavramının ise makro ve mikro düzeyde olmak üzere iki ayrı
tanımı bulunmaktadır. Makro anlamda kültür, insanın doğaya yaptığı
müdahalelerdir. Mikro anlamda ise kültür, anlamlar bütünüdür.
Kültürün
mimarı insan olmasına karşın, zaman içinde dışsallaşır ve tüm insanların tutum,
davranış, karar verme veya hayata bakış açısına varana kadar etkili olan bir
süreç olur. Ama belirtmem gerekir ki, yeryüzünde bulunan farklı insan
birlikteliklerine göre de birçok farklı kültür bulunmaktadır.
İnsanın
yaşam düzeyi oldukça karmaşık, büyük ve hızlı bir şekilde değişime tâbidir.
İnsanın var olduğu bu çevreyi anlamlandırması, ayak uydurması ve bu düzen
içinde dünyayı algılayabilmesi ve üzerinde düşünmesi için hazır bilgilere ihtiyacı
vardır. İşte tam bu noktada, bu karmaşık ve hızlı dünyayı anlamlandırmak için
kültürel kodlar, insana dışarıdan birer yabancı güç olarak çıkma sürecini ifade
eder.
Kültürel
kodlar, kurumlaşmış anlam ve değer kalıplarıdır. Aynı zamanda kültürel kodlama,
bir kategorileşme yani diğerinden ayrılma sürecini ifade eder. Yani bireylerin
olaylara ve olgulara bir gözle bakmalarını ve aynı anlamlar altında
değerlendirmelerini sağlamaktadırlar.
Bu
kategorileşme sürecinde şüphesiz ki bizim toplumumuzu diğer birçok toplumdan
ayıran millî ve manevî kültür öğelerimiz vardır. Bize ait olan tüm değer
öğelerini yüceltmek değil amacım, ama insan olarak manevî kültür öğelerimizi
oluşturan her bir mihenk taşımızı araştırarak öğrendikçe, kargaşa olarak ilerleyen
günümüz yaşamını yaşanabilir kılmada tek yolun, kendi millî ve manevî
değerlerimizi yaşamak ve yaşatmak olduğu kanaatindeyim. Çünkü bu topraklar her
karışında ilim, irfan ve hikmet kokan değerleri bünyesinde tutmaktadır. Ahmet
Yesevî ile başlayan Ehl-i Beyt sevgisi, daha sonraları Anadolu’da Hacı Bayram
Velî, Yûnus Emre, Mevlâna ve daha niceleri ile birlikte, diğer hiçbir millette
bulunmayan bu âlimler, toplumumuzun düşünce ve yaşantısına yön veren örnekler
olarak kendimize baş tacı ettiğimiz ortak değerlerdir.
İnsanın
güzeli, doğruyu ve iyi olanı seçme isteği ve arzusu, nefes aldığı her an
artarak çoğalır. Bu anlamda insan olarak her birimiz örneklere ihtiyaç duyarız -ki
bu örnekleri kendi iç dünyamıza aldıkça ve üzerine de kendimizden bazı şeyler
ekleyebildikçe yaşantımız anlam bulacaktır-. Çünkü insan biricik bir canlı
değildir ve bunun ötesinde insan, toplumsal olana girdikçe, anladıkça veya
anlatabildiğince huzura erişebilecek bir canlıdır. Bu nedenledir ki insan, iyi
ve güzel olanı taklit etme arzusu ve isteğiyle peygamberleri ve onların
temsilcileri olan gerçek Allah dostlarını arar. Bu sadece belirli kişilerin
değil, tüm insanların ruhî değerlerine ait bir arayıştır ve insan olmanın da
bir gereğidir. Tarih boyunca her toplum, kendi kültürel kodlarına uygun
arayışlarla kendi problemlerine çözüm bulmuştur.
Bu
anlamda bizim değerlerimiz ve kültürel kodlarımızın kaynağı sadece bölgesel
değil, evrensel değerlerdir. Anadolu’ya dört bir yandan akın eden ilim
insanlarının getirdiği hakikat ışığı, bu değerlerin evrensel olma seviyesinin
de göstergesidir. Günümüz modern yaşam serüvenine ve çıkmazına katılmadan önce
insanımız, bu öz ve maneviyat ile çeşitli problemlerine kendi öz kültürümüzden
hareketle kalıcı çözümler bulmaktaydı. Günümüz insanı da bu manevî havayı
aldıkça gerçek huzura erişecektir.
Peki,
günümüzde de varlığını devam ettiren ama modern ve dünyevî hayatta
ulaşamadığımız hakikate nasıl ulaşacağız? Yani toplumumuzu huzura eriştirecek
olan değerler, hakikatler ve bilgiler hâlâ var ama biz o bilgiyi nasıl elde
edeceğiz?
Bugün
bilgiye ulaşmak çok kolay, ama insan bunu nasıl ve nereden elde edeceğini
bilemiyor. İnsanlar âdeta sorunlu bir dünyanın sorunlu bireyleri olma
noktasında duruyor ve öteye geçmek için sadece bilimsel olanı kullanırken bunu
daha da çıkmaza götürüyor.
Günümüz
toplumsal problemleri saymakla bitmeyecek kadar çok; birbiriyle ilişkili,
karmaşık ve çok nedenli… Bu sebeple maneviyatımızı arttırmak için hakikate ve
değerlere ulaşmak üzere kendi öz kültürel kodlarımızı kullanmalıyız. Çünkü
insanlığın sürekli olarak ürettiği bu sorunlar silsilesine karşı tek başına
sistematik bilimsel bilgiler yeterli değildir. Ruhî arayışlar ve hastalık boyutuna
varan yalnızlaşma, manevî ilim adamlarımız ve kültürel kodlarımızla rahata
erişebilecek; fakat modern insan, bunu görmezden gelerek çıkmazın dibini görme
çabasında devam etmektedir.
Günümüz
insanının hâli ise son derece acı, içli ve endişelerle doludur. Kendi kendine
yetmeye çalışan, gittikçe yalnızlaşan ve insana değil de eşyaya, maneviyata
değil de maddiyata, samimiyete değil de gösterişe önem veren bir insan macerası,
oldukça üzülecek bir hâl aldı. İnsanımız, maalesef dışarıdan üretilmiş ve insanda
karşılığı bulunmayan fikrî donanımlarla kendini ifade etmeye çalışırken kendi
öz kültüründen tamamen uzaklaşarak aradığını (adı her ne ise) bulamamanın
ıstırabıyla yanıp tutuşmaktadır. Modernizm ve sekülerizmin insana gün geçtikçe
dayattığı yabancı güçler, bizi sarhoşlaştırarak toplumsal ve kültürel
benliğimizden uzaklaştırmaktadır.
Birbiriyle
ilgilenen, muhabbet üzere yaratılmış bir canlı olduğunu bilen, sorunlarını ve
mutluluklarını paylaşan, birbirlerini hiçbir çıkar gözetmeksizin gerçekten
seven insanların bu tür sıkıntılara düşmesi gerçekten zor olur. Yaratan’ı
seven, yaratılanı seven, kendisiyle barışık, çevresiyle problemi olmayan ve
sürekli sorunlar üretmeyen, topluma karşı ön yargılardan uzak ve gereksiz
eleştirilerden berî duran kişiler ise daima huzur kaynağı olurlar yaşadıkları
çevreye.
Üzüntüler,
stresler, kendini kötü hissetme, kendisine ve çevresine duyarsızlaşma, doyumsuz
istekler ve beklentiler… Tüm bunların son bulması için, artık insana dair
söylenmiş olanlara bir çevirmeliyiz kendimizi.
Sözlerin
en güzeli ve insanı Allah ile buluşturacak sözleri ve davranışlarıyla
Örneklerin En Hakikatlisi Efendimiz Hz. Peygamber’in (sav) yaşamı, davranışları
ve tavsiyeleri, bize deva oluşturacak birer ışıktır. Hiç değilse işe bunu
kabullenmekle başlamak, artık bize farz olmalı!
İnsanın
ümide ve huzura ihtiyacı olduğu şu dönemlerde, sürekli manevî kültürümüzü
eleştirmek, karalamak veya yetersiz göstermeye çalışanları görmezden gelerek,
aksine toplumumuzun bir de bu yönünü öne çıkarmalıyız. Çünkü kendi kendimize
çıkardığımız karamsar ifadelerden ibaret değildir hayat. Hayat, bizim bakış
açımızdan daha farklı anlamların da bulunduğunu görünce anlam bulur.
İçinde
bulunduğumuz durum bize huzur ve mutluluk vermiyorsa, durduğumuz yeri,
hissettiğimiz duyguyu, savunduğumuz fikri değiştirmeye çalışmalıyız. İnsan
olmak ve insan olarak yaşamanın da kaynağı eğitimdir. Eğitimden kastım, elbette
sadece diplomalar değil, kendini geliştirmek, yetiştirmek ve gerektiğinde
değiştirmektir.
Psikologların
3-10 yaş arasını “bilinçaltı yaş” olarak tanımlamalarından hareketle, çocuk
yetiştirmede rol model olmak üzere, “Çocuk, geleceğin yetişkini” düşüncesiyle büyütmeli.
Yani bilinmeli ki bu dönemde yaşadıklarının, öğrendiklerinin ve
hissettiklerinin etkisi, sonraki dönemlere şekil vermektedir. Bu eğitim doğru
verildiği zaman, insanlar birbirlerinin anlam dünyasına saygı duyarak başkalarına
karşı duyarsızlaşmazlar. Bunun için önce kendi anlam dünyamızı huzura
eriştirmeli ve daha sonra çocuklarımızı yetiştirmeliyiz. Hiç değilse bunu,
çocukları düşünerek yapmalıyız.
Sonuç olarak modernizm ve sekülerleşen dünyadan gittikçe zehirlenen günümüz insanını ruhî bunalım ve arayışlardan kurtarmanın çözümü olarak, onun problemlerine karşı ilmi, irfanı ve hikmeti bulmasına veya aradığının bu olduğuna dair bir ışık tutulmalı. Temeli eğitim olan bu çözümün özününse, kendi kültürel kodlarımız olan maneviyatımızda bulunduğunu bilmeliyiz.