İNSAN özgür
yaradılışlı bir varlıktır. Onun bu özgürlüğü, toplumsal yaşam içinde her
istediğini yapma ve yaşama imkânı vermez. İnsanın doğasında olan bir başka
vasfı daha vardır ki buna, karşılaştığı olayları ve yapmak istediklerini akıl
terazisinde tartma özelliği veya “vicdan” denilebilir. İnsan eylemler hakkında
iyi-kötü, faydalı-zararlı, güzel-çirkin gibi kıstaslardan geçirerek karar
verir. Düşüncelerini bu çerçevede oluşturur.
Düşündüğü hâlde uygulamaya
geçiremediği konular, insanî yapının gereğidir. Kendi arzu ve isteklerine
kavuşmak adına şahsına veya diğer insanlara ya da herhangi bir varlığa zarar
vermemeyi, haksızlık yapmamayı hesap etmesi, insanî yapısından
kaynaklanmaktadır. Bu aşamada insan, yaratılışından gelen özgürlüğünü yine
kendi eliyle koyduğu kısıtlamalarla karşı karşıya getirebilir. Bu ve benzeri
düşünceler, kişi ahlâkını ve beraberinde de toplum ahlâkını oluşturur.
“Ahlâk”, Arapçadan
dilimize geçen bir kelimedir. Arapça “hulk”un çoğuludur. Hulk; huy, âdet,
alışkanlık, yaratılış, insanın ruhsal zihinsel hâlleri anlamındadır. Bu açıdan
bakıldığında ahlâk, doğuştan gelen ve sonradan kazandırılan davranış şekilleri;
huy, tavır gibi toplum tarafından benimsenen kurallar bütünüdür. İnsanlar
arasındaki münasebetlerin düzgün yürüyebilmesi, ahlâk anlayışıyla mümkün olur.
Kişinin duygularını ve davranışlarını kalıba sokması ve sınırlaması olarak
nitelendirilen adap, ahlâkın insanlar arasındaki olumsuz davranışları ortadan
kaldıran ve ahlâkın yer bulmasında etkili bir insanî tutumdur.
İnsanoğlu ihtiyaç ve
dürtülerle donatılmış bir varlıktır. Doyuma ulaşabilmek için dürtülerine cevap
bulması gerekir. Her dürtüye cevap vermek, başkalarının haklarına tecavüzü doğurabilir.
Toplumsal ortak yaşamın sürdürülebilmesi için birey, tavizkâr yaşamayı
öğrenmelidir. İnsanların bir arada yaşayabilmesi, bireysel özveri ve ortak
çıkar anlayışı, ahlâklı olmanın gereklerindendir. Bireysel arzu ve isteklerden
taviz verebilme gücü, insanın ahlâklı olmasını sağlar.
Ahlâk, halkın uyum içinde
yaşayabilme becerisidir. İnsanın genetik yapısında genel ahlâkî yapının
varlığının mevcut olmasıyla birlikte, toplumsal uyum için oluşturulan -yazılı
olmayan- kurallar bütünüdür.
Öleceğini bilen tek
varlık, fâni varlık insanoğludur. Öteki âleme temiz gidebilme duygusu, insanlar
arasında ahlâkî kuralların belirlenmesinde etkendir. Bu açıdan bakıldığında ahlâkî
kuralların genel hatları dinsel temellidir. Ayrıca fazilet, merhamet ve adalet,
toplumsal ahlâki kuralların oluşmasında etken unsurlardır. Dinî kurumlar başta
olmak üzere cemaat ve topluluklar, ahlâk belirleyicileridir.
İkilemli ortamda dengeyi
kurabilen akıl, ahlâkın tespitini önerir. Ahlâklı olmak, öğrenilebilen bir
yetidir. Ahlâkî düşünce sayesinde insan, kişisel ya da toplumsal çöküntülerden
uzaklaşma ve toplumla birlikte yaşamayı gerçekleştirmede önemli bir gelişme kat
etmektedir. Ahlâkî prensiplerin doğru belirlendiği toplumlarda insan haklarının
daha yoğun yaşandığını söylemek yanlış olmayacaktır. İçinde yaşanılan dünyada
insanlık için asıl sorun, iktisadî ve teknolojik olmaktan öte, bireyin ve
toplumun içsel onarımını gerektiren ahlâkî sorundur.
Ahlâkı oluşturan
kıstasların da zaman zaman geçerliliğini yitirdikleri, değişime uğramak zorunda
kaldıkları devirler olabilir. İhtiyaçlar, istekler ve devam eden alışkanlıklarda
belli bir süreç de değişime uğramak zorunda kalabilir. Böyle durumlarda içi
boşaltılmış kavramlara tutunup kalmaktansa, yaşanan çağa uygun, toplumun bütün
fertlerini kucaklayan yeni kavramlar oluşturmak suretiyle insanların ara yerde
bocalamasının önüne geçilebilecektir.
Hayat, varlık tezahürleri
içinde insanın kendi benzerini sempati ile yakalayıp sevinç duyması hâlinde
verdiği hükmü ifade eder. İnsanın öznel yapısına yakın olarak ve sempati ile
idrak etmesi demektir bu. Hayatın zirvesini teşkil eden bu noktada, bedenle
ruh, akılla gönül, ilimle din, fizikle felsefe birleşmektedir. Hayatın her
yönünde insanın etkililiğine anlamlı bir güç katan yaşantı merkezini güvenlik,
rehberlik, bilgelik ve güç kaynağı oluşturur.
Güvenlik, insanın değer anlayışını,
kimliğini, duygusal bağlarını, özsaygısını, temel kişisel gücü ya da bunların
eksikliğini temsil eder. Rehberlik, insan yaşantısına yön veren kaynak
demektir. Dışarıda olanların yorumlanmasını sağlayan değer yargılarının
oluşturduğu standartlar, ilkeler ya da üstü örtülü kıstaslardır.
Bilgelik, insanın yaşama
bakış açısını, denge duygusunu, farklı parçalarla ilkeler arasındaki uyum ve
bağlantıya ilişkin anlayış, yargı, ayırt etme yetisi ve kavrayışı içerir.
Güç kaynağı, hareket etme
becerisi ya da yeteneği, bir şeyi başarma kuvveti ve kudretidir. Olumsuz
alışkanlıkları yenip daha etkili olanlarını geliştirme yeteneğini kapsar.
Karşılıklı bağımlılığı
gerektiren bu dört etkenden güvenlik ve açık seçik rehberlik, gerçek bilgeliği
sağlar; bilgelik ise gücü ortaya çıkararak katalizör işlevi görür. Bu sayede
soylu bir kişilik, dengeli bir karakter ve mükemmel bir insanı ortaya çıkar.
Tarihin gelişimiyle
birlikte oluşturulan insanî ilkelerin her zaman kendilerine has doğal sonuçları
vardır. İlkelerle uyum içinde yaşandığı müddetçe sonuçlar daima olumlu olur.
Göz ardı edilirlerse olumsuz sonuçlarla karşılaşılır. Herkes için geçerli olan
bu ilkeler evrenseldir. Doğru ilkelerin ne derece öğrenildiği ve yaşama
geçirildiği, kişisel özgürlüğün sınırlarını belirler. Kişisel özgürlüğün
insanlığın huzuru ve uyumu adına bilinçli olarak sınırlandırılması, ahlâkı
oluşturur. Hayatı anlamlı kılan da ahlâkî anlayıştır.
Ahlâk, kişiler arası uyumu
ve toplumsal düzeni sağlamak için insanların birbirlerinden olumsuz etkilenmemesini
sağlamak amacıyla birçok konuda yasaklar getirmiştir. Ahlâk bu tür dengeleyici
kısıtlamalardan doğmuştur ve kısıtlamalar sayesinde devamlılığını sürdürür. Bu
kısıtlamalardaki asıl gaye, insanların birbirlerine zarar vermemesi,
birbirlerinin hakkına riayet etmesi ve aralarındaki uyumu sağlamaktır. Bu
açıdan bakıldığında ahlâk, terbiyenin ve kabul edilmiş anlayışların bir
neticesi olarak izah edilebilir. İnsana az veya çok uygun olmayan alternatifler
için yapılan her tercih, şahsî menfaatin toplumun menfaatine tâbi kılınması her
zaman iç mücadelenin bir neticesidir ve dolayısıyla ahlâkî bir mahiyeti vardır.
Ahlâk, bireyler arası ilişkilerin anlamlı hâle gelmesi ve toplumsal düzenin
sağlanması için her zaman bir ölçüdür.
Ahlâk, doğrudan aklın
mahsulü değildir. Ancak aklın devreye girmesiyle toplumun yararına oluşacak ahlâkî
kuralların belirlenmesi sağlanır.
Ahlâk ilmi, nefsin sıfat
ve huylarını sınıflandırmaktan, bu sıfat ve huyların cinslerini ve türlerini
belirtmekten, ayrıca nefsin nasıl arıtılacağından ve onunla nasıl mücadele
edileceğinden ibarettir. “Ahlâk, dinin öbür hâlidir” denilmektedir. Bununla
birlikte, inanç sistemini tamamlamada problem yaşayan, imanını
içselleştiremeyen dindar kimse ahlâksız olduğu gibi, insanî vasıfları yerinde
olan, hak ve adalet duygusu gelişmiş ahlâklı ateiste de rastlamak mümkündür.
Ahlâk, insanın kendisi
dışındakileri kabullenmesi, saygı duyması ve yaşantısının diğerleriyle anlam
kazanacağının farkında olmasıyla ilgilidir.
Bütün dinlerde iyi-kötü,
yararlı-zararlı gibi insanlığın lehine olan veya olmayan konularda birbirlerine
benzer öğütler vardır. Ahlâkın ölçüsü vicdandır, özgür iradeye yöneliktir.
Vicdan, içe yönelik insanî bir tavırdır. İnsanoğlunun yapısında var olan vicdan
sayesinde dünyanın her yerinde genel ahlâk kuralları birbirinin ya aynıdır ya
da çok benzeri olarak karşımıza çıkar.
İnsanlık âleminde ortak
bir ahlâk anlayışının oluşması, yaşanmış ve yaşanmakta olan birçok acının dinmesini
sağlayacaktır. Bu da ancak toplumlar
arasında evrensel ahlâkî kuralların işlemesiyle mümkündür. Evrensel ahlâk, etik
olarak adlandırılmaktadır. Etik, ahlâk felsefesi, ahlâkî konuların
yorumlanması, bu konuda düşünce üretilmesidir. Bütün kültürlerin ortak noktada
birleştiği ve insanlığın yararına olan etik kurallar, milletlerarası uyum ve
huzurun gelişiminde etkin bir rol oynar. Bu sayededir ki, bütün dünyada geçerli
olabilecek evrensel ahlâkın oluşabilmesi, insanlığın huzura kavuşması açısından
oldukça önemlidir.



