Toplumların ahengini ifsâd eden fitne (2)

Fitnenin toplumu ve devleti kuşatması hâlinde fesada göz yumulur ve bununla mücadele etme noktasında zafiyet gösterilirse, cemiyetteki hiç kimse fitne ve fesadın yozlaştırıcı tesirinden kurtulamayacaktır.

ALLAH-u Teâlâ, içinde yaşadığımız dünyada toplumsal düzenin devamlılığından insanı sorumlu tutmuş, rayından çıkmış işleri yoluna koyma noktasında da yine onu görevlendirmiştir.

Toplumun ferdi olan insan, bir taraftan kişisel zaaflarını kontrol altına almaya çalışırken, diğer taraftan özgürce seçebilme hakkını kullanmak istemektedir. Fitne ve fesadın toplumsal yapı üzerindeki tesiri ve sebepleri izah edilirken, insanın kişisel zaaflarından ve bunların topluma yansımalarından da bahsedilmiş olup, yalnızca ortaya çıkmış olan problemler değil, çıkması muhtemel problemler de fesat kapsamında değerlendirilmiştir.

Fesat ve fitne ile ilgili uyarıların yapıldığı tüm ayet ve hadislerde toplumsal kargaşaya sebep olan irade zayıflıklarının fıtrî dengeyi nasıl bozduğu ve buna paralel olarak toplum kimliğinin nasıl bozulduğu izah edilmektedir. Bu anlamda, bozgunculuktan kurtuluş çareleri aranırken “fert, toplum ve devlet” düzleminde alınması gereken tedbirler, yerine getirilmesi gereken görevlerin olduğu, hakikatin ta kendisidir. Bu bağlamda fesadın toplum yapı üzerindeki tesirinde belli boyutlar ön plâna çıkmaktadır: Toplumun genel hedefi, cemiyet içindeki hayatiyeti boyunca iç huzuru, eşitlik, özgürlük, adalet ve aile güvenliği gibi değerler…

Bunların bir değer olarak benimsenmediği toplumlarda fertler arasında dayanışma olmayacağı için çatışma da kaçınılmazdır. Bu hususta Kur’ân’ın insana gösterdiği hedef, adalet ve güveni yerleştirmektir. Toplumsal değerler nesilden nesle aktarılırlar. Bu hususta toplumsal yapının düzenini ve devamlılığını sağlayan en önemli kurum ailedir. Hatta ekonomi, din, hukuk ve eğitim gibi kurumlar bu yapı içinde şekillenip toplum tarafından sahiplenilir ve korunur. Fıtrat kanununun tesiri altında kalan insanın ahlâkî noktada akıl çeldirici bir vasıta ile yanıltılması yahut bizzat yanılmasının önlenmesi, iyi ve doğru olana yönlendirilmesi gerekmektedir. “Emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” faaliyetlerinin amacı, fıtratlar bozulmadan topluma müdahale etmek, ferdin ve dolayısıyla toplumun manevî yapısını korumak ve fesada, taşkınlığa, ahlâksızlığa karşı toplum olarak bir güvenlik duvarı oluşturmaktır.

Toplumları ve grupları birbirinden ayıran hususlar vardır. Bunlar kimi zaman doğuştan, kimi zaman sonradan kazanılabilir. İslâm dini, toplumu coğrafya veya ırk gibi belli sınıfsal özelliklerine göre ayırmaz. Toplum fertlerin toplamından meydana geldiğine göre, bu fertler farklılıkları ile birlikte toplumun bütününü oluşturmaktadırlar. Bu bağlamda İslâm kavmiyetçiliği asla kabul etmez. İnsanların ferdî farklılıklarının yanı sıra servet, rızık, mevki ve sağlık gibi çeşitli yönlerden farklı yaratılmaları ve yaşatılmalarının sebebi, Kur’ân’da imtihan olarak ifade edilmiştir.

“Fitne” yani insanın değerini belirleyen “imtihan”, ferdin zaaflarına yenik düşmesi sonucu ortaya çıkmış olup insandaki tezahürü, birtakım olumsuz davranış gruplarıdır. Bunlar kötü düşünceler (suizan), casusluk-izleme faaliyetleri, bencillik, gazap, düşmanlık, kin, haset, ayrımcılık, dedikodu, söz gezdirme, yalan ve iftira gibi toplumsal hastalıklardır. Bu tür olumsuz faaliyetler toplumda çözülme ve bölünmelere sebep olabilir. Bu davranışların bir kısmı doğrudan, bir kısmı da biri diğerinin sebebi olarak ortaya çıkabilmektedir. Bu durumu izah eden bir üstadın buraya aldığımız misaline bakalım:

Kişinin yalan söyleme sebebinin haset (kıskançlık) olduğu düşünüldüğünde, kıskandığı şahsı topluma karşı kötü tanıtması sebebiyle yukarıda sayılan tüm ifsad edici faaliyetler aktif hâle gelmiş demektir. Şöyle ki, yalnızca kendini düşünerek, bencillik ve ihtirasla gerçekleşen bu yalan fiil sebebiyle cemiyetin o kişi hakkında kötü zanna kapılmasına (suizan), böylece toplumun o kişiye bühtan (iftira) etmesine, arkasından çekiştirme ve dedikodu (gıybet) ile yayılan sözün toplumda nemime (koğuculuk) günahının işlenmesine neden olacak ve belki de toplumun ayrışması (tefrika) ve insanın saldırganlığının kaynağı olan gazabın (öfke) ortaya çıkmasına, insanların birbirlerine kin ve düşmanlık (buğz) beslemesine sebep olacaktır. Evet, sadece bir yalan, bütün bunları tetikler.

Hülâsa        

Fitne/fesat ortamı topluma hâkim olduğunda, emanet edilen mal ve görevlerin kötüye kullanımı, sözlerin yerine getirilmemesi, sözleşmelere/akitlere sadık kalınmaması, devlet ve toplum sırlarının açığa çıkması gibi adaleti engelleyen davranışlar yaygınlık kazanır. Ayrıca sosyal hayatta fesada sebep olan mal stoklama, tekelcilik gibi faaliyetler ve ticarî hayatta meşru olmayan eylemler de artar. Toplumun salâhı adına, tüm yaptırımların insanlar üzerinde etkili olabilmesi için, şahıs ve toplum iradesinin üzerinde bir kaynaktan gelen hükümlerin devlet eliyle icra edilip müeyyidesinin tatbik edilmesi gerekir.

Bu noktada meşru otoriteye itaat ve tam teslimiyet esastır. Aksi takdirde isyan ve ihtilâle kalkışıp fesat çıkaranlar adil bir şekilde yargılanıp gereken cezaya çarptırılacaklardır. Hiçbir fert ve hiçbir toplum fitne ve fesattan ârî değildir. Fitne topluma girdiğinde fesadının ve zararının toplumun diğer bireylerine ulaşması kaçınılmazdır. Ancak fitnenin toplumu ve devleti kuşatması hâlinde fesada göz yumulur ve bununla mücadele etme noktasında zafiyet gösterilirse, cemiyetteki hiç kimse fitne ve fesadın yozlaştırıcı tesirinden kurtulamayacaktır. Zira dünya var olduğu sürece toplumun anlayışı, sosyal hayatı, düşünce ve değerleri bilimsel ve teknolojik gelişmeler ekseninde değişmeye devam edecektir.

Dolayısıyla fitne/fesat probleminin her asırda bitmeyen ve devamlı farklılaşan bir yönü olması sebebiyle bu kavramla ilgili geniş kapsamlı çalışmaların sürekliliği esastır.

Duamız şöyle olsun: “Allahümme innî eûzu bike min fitneti’n-nâri ve ‘azabi’n-nari ve min şerri’l-ğına ve’l-fakri.”

(Allah’ım! Cehennem’e götüren fitneden, Cehennem’in azabından, zenginliğin ve fakirliğin şerrinden Sana sığınırım.) (Âmin.)