
AİLE düzenini ve
birliğini hedef alan her yeni girdi, hiç kuşkusuz kimyasal bir silah olarak
görülmeli. Çünkü kişiyi hedef alan ve sadece canına kast eden bütün saldırı
teknikleri bir yana, kimyasal silahların nesilleri mahveden etkileri var. Dünya
düzenine göz dikmiş hayâlcilerin modernize edilmiş saldırıları da aynıyla vaki…
Taşın,
sopanın yerini kılıç; kılıcın, topun yerini tüfek; tüfeğin yerini gelişmiş
silahlar ve en nihayetinde adrese teslim bombalar aldı. Fakat son dönemeçte
işler daha da çığırından çıktı. Hep var olagelen ve sinsi sinsi yürütülen
Doğu’nun aile düzenini bozma girişimleri ayyuka çıkmış durumda.
Pek
tabiî eskiden bu yana önce televizyon-sinema yoluyla ailevî dinamikleri sarsma
yoluna giden bu hayâlci düzenbazlar, artık daha da gelişmiş medya araçları
üzerinden beyin yıkama, toplumlara özünü unutturma gibi kara propagandalarla
yol alıyor. Bu uğurda en çok da kişiye ve topluma özgü değerler üzerinden bir
istikamet belirleniyor. Örnek vermek gerekirse, toplumda tutulan ve sevilen
popüler değerlerin yanına sevilmeyecek olanı iliştirmek suretiyle önce
beyinleri yumuşatmak bu yollardan biri. Bir spor dalında normal erkek-kadın
figürü yanına toplum değerlerine ve inanca aykırı bir model sızdırmak da bir
başka yol. Hakeza reklâm, dizi ve filmlerde de sevilen ya da en azından kabul
gören tipolojinin yanına aykırı bir model eklenerek bilinçaltında ahlâk dışılık
yumuşatılıyor. Zaten bu yumuşatmalardan sonra bireyler ve toplumlar daha büyük
aykırılıkların kabulünde de pek zorlanmıyor.
Şimdilerde
adı batasıca bir ahlâksızlık topluluğu, alt metninde bireye özgürlük ve farklı
kimliklerin kabulü olarak lânse edilirken asıl amaç, kişisel bir ahlâk kayması
olmayıp toplumları ve özellikle de Doğu’nun geleneksel ve dinî çerçevede yıllar
yılı var ettiği aile düzenini berbat etmeyi hedefliyor. Buna çanak tutanları
mercek alına almak gerek. Muhalif siyâsî grupların ve partilerin son çığırtkanlığı
da bu minvâlde. Dünya var oldu olalı ahlâklı ve ahlâksız insanlar ve gruplar
var olmuştur. Dünyanın ömrüyle bir var olmaya da devam edecektir. Burada
değişim, ahlâk normlarına uymayan insanların türemesi değil, ahlâksızlığın ahlâk
normları dâhilinde benimsenmesi ve nesillere de bunun dikte edilmesi.
Erkek
ve kadın cinsinin birlik içinde ve belli şartlarda bir araya gelmesi normal,
toplum değerlerine uygun ve ahlâk hudutları dâhilindeyse (ki şüphesiz öyledir)
bunun dışına çıkan hareket ve yönelimler kişinin yanlışa olan meylidir ve asla
toplumsal bir kabulle karşılanamaz. Tıpkı alın teriyle çalışıp kazanan insanlar
ile çalarak elde edenlerin aynı kefeye koyulamayacağı gibi, kadın-erkek
cinsinin evlilik akdiyle aile kurması ile aynı cinsiyetten varlıkların yakınlık
kurması aynı küme içinde değerlendirilemez. Ama hiçbir toplum yoktur ki
hırsızlığı normların içinde kabul etsin.
Hırsızların
ve hırsızlığın varlığı değildir toplumu tehdit eden, bir nesli berbat edecek
olan olgu, kötü hareketin iyi ya da en azından normal görülmesidir. İşte bu yeni
hareketin amacı tam da bu! O yüzden bunlar toplumlara doğrultulmuş basit
silahlar değil, nesilleri bozacak kimyasal silahlar gibidir.
Ne
yazık ki bu kimyevî saldırı tekniğiyle yara alan ailelerimiz var. Kandırılarak,
beyni yıkanarak ve bilinçaltı işlenerek erkek ve kız evlatlarımızın yanlış
hayatlara meyletmesi gibi bir tehditle karşı karşıyayız. Burada hem aile
bireyleri, hem de toplum olarak hedefimiz onları kaybetmemek olmalıdır. Bu
yolda da herkese büyük görevler düşüyor elbette. Evvelâ yapmamız gereken, öz
değerlerin üzerini parlatmak. Sosyal medyada, film ve dizilerde ve her türlü
medya vasıtasıyla Batı nasıl ki kendi ahlâk dışı yönelimlerinin üzerini parlatıp
ışıltılı paketlerde sunuyorsa, bizler de her kulvarda kendi inanç ve kimliğimiz
üzerinden bunu yapmalıyız. Hem tarihî, hem dinî, hem toplumsal-millî, hem de
bizim insanımıza uygun düşecek bütün değerleri her vasatta güncellemeli,
yeniden canlandırmalıyız.
Dikkat
çekmek istediğim bir diğer husus da şu ki, Batı filmlerinin çoğunda, kendi
toplumumuzda çok sık duymayacağımız ahlâksız insan tipleri vurgulanıyor. Fakat
bu vurguyu yaparken illâki kötü modeli yüceltmiyorlar, bazen de kötü insanı
eleştirmek suretiyle filmlere konu ediyorlar. Fakat bu bile insanın bilinçaltında
birtakım sınırları zorluyor. “Böyle de olabiliyormuş” dedirtebildiği anda, bunu
eleştirmek ve kabul etmek arasında çok da büyük bir fark kalmıyor. Nasıl ki
haberlerde zaman zaman dolandırıcılık yöntemleri eleştirilir fakat bu eleştiri
toplumdaki düşük değerli bireyleri menfi yönde harekete geçirir de bir
dolandırma eylemini kötüleyerek ama detaylı şekilde haber yaptığınızda o yöntemi
hayata geçirecek düşük ahlâklı insanlara kılavuz olursunuz, işte Batı’nın
filmlerinde de her zaman kötü profil yüceltilmez, sıklıkla eleştirilir ama
bilinçaltı bu tiplemeyi göre göre sindirmeye başlar.
Öyleyse
bizim de aile temellerimizi yıkma girişimlerine karşı bir saldırı ya da en
azından güçlü bir savunma geliştirmemiz gerekiyor. Yoksa sadece var olan kötü
olguları eleştirmek ya da onlara bağırmakla hiçbir yere varamayacağız. Bir
senarist senaryosunu yazarken, bir yönetmen filmini çekerken, bir şarkıcı
şarkısını yazıp bestelerken, bir şair mısraları dizerken, bir yazar kitabını
yazarken topluma iyi bir etki bırakmayı amaçlamalı. Konu her ne olursa olsun,
dinî ve toplumsal motiflerle nesillerin beynine doğru ve normal olan bizim
tarafımızdan verilmeli. Sadece öğretmek ve eğitmekle de nesillerimizi ahlâk
sınırları dâhilinde tutmak pek mümkün değil. Çünkü sayısız uyarıcı tarafından sürekli
saldırıya uğruyorlar.
Hâl
böyleyken, yeni nesillerin ilgi alanlarına geçmişin, tarihin ve inancın dinamiklerini
serpiştirmeli, bilinçaltına işlenen kötücül eylemleri bu yolla temizlemeye
gayret etmeliyiz.
Velhasıl,
hepimizin misyonu büyük, yolu uzun. Ama mecburuz!