Top bende!

Senin olan tarlanın meyvesini kopar ye, ama başka tarlaya giremezsin! Senin olanları, senin şansın olanları görebilmelisin. Evde eşin dururken, cüzdanda alın terin dururken, başka mutluluk ve başka rızık olmadığını sezebilmelisin. Şimdi top sende! Herkes sırasını savmış, sahada tek oyuncu, seyredilen, gol beklenen tek oyuncu sensin! Kaleyi ona göre gözden geçir. Çünkü top sende!

AKLIMIN ucundakiler, dilimin ucunda kalakaldılar, söyleyemedim. Şimdi kalemimin ucundakiler durgun kalplerde fırtınalar koparsın! Hiç sormamış olanlar, yeni sorular sorsun. Hiç bakmamış olanlar bir kerecik baksınlar. Nutkum tutuluyor, konuşmak istemiyorum olup bitenleri. Hâl dilim hiç susmuyor ki zaten, daha ne söylenir bundan böyle?

Bir arının ölümü, karıncaları bir yükün altına sokar. Hep beraber kışlık yiyecek bulmanın coşkusu doğar. Arı, hayatın devamını karıncalara bırakır giderken. Tıpkı öylece bir neslin ölümü ile yer açıldı hepimize. İşte dünyanın ışıklı, göz alıcı sahnesi bizim için kuruldu, perde sıyrıldı. Tır şoförü dönerken otomobili ezdi. Anne zina sebebiyle doğan çocuğunu cami önüne bıraktı. Piknik dönüşü çöplerle bırakıldı orman. Bezler, mamalar, minik çoraplar, beşikler hazırlanırken, bir yanda da mezarlar kazıldı, tabutlar hazırlandı. Alışveriş merkezleri tıka basa doldu. Otoparktaki arabalar caddelere aktılar. Evlerin anahtarları çevrildi, içeri girdiler. Herkes kendi yalnızlığına gömüldü. Kadın yorulup uyudu ama adam internette tanımadığı kadınlarla konuştu.

Ve sabah oldu... Nice sabahlar oldu... Ama “Komşum nasıl acaba?” diye kapı çalan yoktu. Kapıyı pizzacı, kapıcı veya pazarlamacı çaldı. Akşam muhabbeti için gelecek olan olsa bile bahaneler hazırdı. Ekranın öbür yanında kalmalıydı insanlar. İnsanın ağısını insan almadı, herkes kendi zehrini kendisi yuttu. Sebep, sonuç... Dünya ne yapsın? Bir başına bu kadar insanla nasıl baş etsin? Dekor bozuldu. İnsanın rol aldığı sahne kaydı ayaklarının altından. Kuruyan her çoban çeşmesi bir neslin susuzluğu oldu. Çobanlar, otlar ve koyunlar yok oldu.

“Yosun tuttu gözlerim yalnızlar rıhtımında”... Eski bir şarkıya aittir bu sözler. Ama taptaze çalınıyor kulağımda. Yalnızlar rıhtımında gözleri yosun tutanlar, önce inanmayı bırakanlar oldu. İnsanlık kronik yalnızlıkla, şişmanlıkla ve en kötüsü de ihanetle savaştı. Güvenebilmek için çırpındı. Ama “Babana bile güvenmeyeceksin” sloganı dillerden düşmedi.

Ben bir oyuncuyum, hem de seyirci. Oyunu seyrediyordum, aklıma bir soru geldi: Senarist mi istedi bütün bu olanları? Hani çocuk, balonu şişirip bağlamak isterken elinden kaçırır ve havası boşalan balon kıvranır ya, dünya da öyle kıvranıyor gibi gözlerimin önünde. Onun bu çâresiz hâline üzülüyorum; dinozor dönemlerine bile sığındığım oluyor.

Ben, hafif üşürken omzumdaki şala bürünüp çayımı yudumlarken, bir muhabbet denizinde yüzmek istiyorum. Şu an nefes alma şansı olanlar, sıra bizde! Sevme sırası, kalbini keşfetme sırası... Hava, su, ateş, toprak; masanın dört ayağı... Ama onlarla bile mesafemiz ne eksik, ne fazla.

Dörtnala giden hayatın ardından iki çift lâfımız kalsın hiç olmazsa. Dört yana savursun rüzgâr, türkü gibi dolansın dillerde. Hayat fırsattır. Yaz yağmuru gibi hem de... Sevebilene güzelliklerini sunar, intikam isteyene silahlarını kuşatır. Tembellere yatacak gölge verir. Heyecanla, aşkla yaşayanlara yükseklerini ve cilvelerini gösterir. Herkes meşrebine göre bir kokunun peşine düşüp râm olur.

Tamam, yüzyıllar öncesini de düşün, “Bu kayaları oyup nasıl da ev yapmışlar, vay canına!” de. Yarını da hayâl et, başka gezegenlerde yaşayacak olanları da. Ama bugün, sana verilen gün. Burada kararlar senin, hareket senin, hata senin, gayret senin. Batmak ya da çıkmak, itaat ya da isyan senin. Düşünsene, her şey senin, hayat senin! Önüne aç bir kedi çıkınca çocuğun için aldığın sütün birazını kaba dökme şansı senin. Köye giden minibüste yer ayırtmak ve dedenin ellerini öpmek şansı senin. Tıpkı tatil şansı, terfi şansı, daire veya araba alma şansı gibi hem de...

Ezan okunduğunda secdeye düşen gönül, güz geldiğinde toprağa düşen yaprağa benzer. Olması gereken olmuştur çünkü. Soru soran olursa, doğru cevap şansı senin. Emanet aldığında gözün gibi korumak şansı senin. Bu beden senin şansın. Olur olmaza üzülmek olmaz, çok yemek olmaz.

Evet, ağız sende, içersin de... “Gece gündüz sarhoş da olursun, araba senin, yol senin, binersin arabana, kime ne?” diyemezsin. İşte bunu diyemezsin! Yol herkesin hakkı, birine çarpamazsın!

Senin olan tarlanın meyvesini kopar ye, ama başka tarlaya giremezsin! Senin olanları, senin şansın olanları görebilmelisin. Evde eşin dururken, cüzdanda alın terin dururken, başka mutluluk ve başka rızık olmadığını sezebilmelisin. Şimdi top sende! Herkes sırasını savmış, sahada tek oyuncu, seyredilen, gol beklenen tek oyuncu sensin! Kaleyi ona göre gözden geçir. Çünkü top sende!

Anacığımdan duyardım, “Bir sözü söyleyeceğin vakit, ümüğünde yoğur, ondan sonra söyle!” derdi. Söz oktur, ağızdan çıktı mı geri dönmez. Zaman da dönmüyor geri. Fırsatlar dönmüyor. Perde benim için açıldı, biliyorum. Her şey dekor; cinsiyetim, anam babam, evim barkım, memleketim... Alarm çalıyor, sabah oldu. Güneş bana doğdu, kepenkler benim için açıldı. Herkes benim için uyandı; bugün yolda karşılaşacağım herkes... Televizyonda, gazetede göreceğim herkes benim için oradalar. Radyoda dinleyeceğim şarkı bana hazırlandı. Hayat bütün dekoruyla bana hazırlandı ve ben tek oyuncuyum. Top bende!