SALGIN hastalıklarla
birlikte devletlerin tıp bilimindeki seviyeleri de önem kazandı. Fakat her
bilim ve sanat dalında olduğu gibi, kim kendini daha iyi pazarlıyorsa, o, işin
erbâbı olarak anılıyor. “Bizler Türk ve Müslüman bir devlet-millet olarak,
tıpta Türklerin yerini ve seviyesini ne kadar biliyoruz?” diye düşünüyordum ki
bunu öğrenmek, eksikleri tamamlamak ve aktarmak gibi bir sorumluluğumuz
olduğuna kanaat getirdim.
Türk
tıp tarihi hakkında bilgi veren kaynaklar, Orta Asya tıbbıyla birlikte, 7’nci
yüzyıl civarında başlıyor. O dönemde Tibet’te Uluslararası Tıp Konferansı
düzenleniyor ve bu konferanslarda muhakkak Türk doktorlar da yer alıyor. Ayrıca
Göktürk döneminde Türklere ait çeşitli tıp kitapları bulunuyor. Anatomi, vücût
ölçümleri, şifâlı bitkiler gibi konularda ilk eserler verilmiş ve Tibet tıbbı
da bu eserlerden faydalanmıştır.
Bunlara
ek olarak, atı evcilleştiren ilk millet olan Türkler, veterinerlik hususunda da
at tedavisine yönelik çalışmalara sahipler ve bu konuda da ilk kitaplar yine
Türklere ait.
Zamanın
en ünlü ismi de Biguta. Türklerin tıp bilimiyle tanışmasının bu isimle olduğu
kabul edilir.
Türk
tarihinde sıklıkla adı anılan fakat bir yandan da Fars olduğu ileri sürülen
âlim İbni Sinâ. Etnik köken araştırmalarında Türk olduğuna yönelik kanaatler
ağır basmaktadır. Fakat her ne olursa olsun, bugün dünyanın tanıdığı bir İslâm
âlimi olduğu gerçeği şüphesiz. Asıl adının “Hüseyin” olduğu biliniyor. Filozof,
hekim, astronom, düşünür ve yazar… Kaleme aldığı “Tıp Kanunu” adlı eser,
Batı’da ve Doğu’da çeşitli dillerde, üniversitelerde okutulmuştur. Hâlâ
süregelen zamanda tıp araştırmaları ve derlemeleri arasında en üstün eser
olarak kabul edilmektedir.
Bunlara
ek olarak İbni Sinâ, mantık, fıkıh ve eczacılık gibi konularda da oldukça ileri
düzeydeydi. Daha 18 yaşındayken saray hekimliğine başladı. İlk apandisit
ameliyatını yapan da kendisi. Diyabetin tedavisinde de üstün başarısıyla biliniyor.
Ayrıca ruhsal hastalıklar konusunda çeşitli tedavi metotları geliştirerek tıp
tarihine kazandırmıştır. Şizofreni hastalığını o dönemin imkânlarında tedavi
eden ilk doktordur.
İbni
Sinâ bir yandan da iltihapların tedavisinde, alerjik kaşıntılarda ve diğer cilt
hastalıklarında, ateşli hastalıklarda ve zehirlenme gibi ânî müdahale
gerektiren alanlarda da kitaplar yazmış ve tedavi yöntemleri sunmuştur. Ayrıca
ilâçlar ve tedavi etkileşimleriyle ilgili tespitlerini içeren eserleri de
bulunmaktadır.
Fars-Türk
kökenli olarak kabul edilen Ali Bin Abbas da ilk kanser ameliyatını yapan
doktor olarak tarihe adını yazdırmıştır.
Ali
Bin İsa, göz hastalıklarıyla ilgili ilk kitabı yazan ve Halid bin Abdülmelik ile birlikte Dünya’nın çevresini
ölçen bilim insanıdır.
Türkistan
doğumlu İbnü’n-Nefis, küçük kan dolaşımı sistemini ilk tanımlayan doktordur.
Bugün hâlâ bu sistem tıpta kabul görür.
Fatih Sultan
Mehmed’in de hocası olan meşhur Türk âlimi Ak Şemseddin, mikrobun ve bulaşıcı
hastalıkların tanımını yapmıştır. İlk kanser araştırmacıları arasında kabul
edilir ve hastalıkların hangi bitkilerle tedavi edileceği hususunda da çok
önemli tespitleri bulunmaktadır. Bunların yanında çeşitli ruh hastalıklarını tedavi
ettiği de tarih kitaplarında yer alır. Mikrobun ve bulaşıcı hastalıkların
mucidi olarak anılır.
Son dönem
tıp âlimlerimize dair
Prof. Gazi
Yaşargil, mikrosinir cerrahisinin kurucusudur. “Yüzyılın Beyin Cerrahı”
seçilmiştir. Epilepsi ve beyin tümörünü ameliyatla tedavi eden ilk hekimdir.
Çeşitli ödülleri, fahrî doktora ve fahrî üyelikleri bulunmaktadır.
Hulusi
Behçet, Behçet hastalığını bulan kişi ve ilk “profesör” unvanlı Türk
akademisyendir. Bunun dışında, daha pek çok bulaşıcı hastalığın tanımını ve tedavi
yöntemlerini dünyaya tanıtan ilklerin doktorudur.
Prof. Hande
Özdinler, ALS olarak bilinen bir merkezî sinir sistemi hastalığı tedavisinde
dünyanın en önde gelen ismidir. Henüz tedavisi olmayan hastalığın tanı ve
tedavi aşamasında gelinen son nokta, Hande Özdinler’in çalışmalarıyladır. Ve bu
konuda Harvard Sinir Sistemi Onarım Merkezi tarafından ödüle lâyık görülmüştür.
Robotla ilk
kalp ameliyatını gerçekleştiren de yine bir Türk doktordur. Prof. Tayfun Aybek,
göğüs kafesini açmadan, bir robot yardımıyla kalbe cerrahi müdahaleyi başarmış
bir bilim insanı. Ayrıca atan kalp üzerine ilk kalp ameliyatı, kalp kapakçığı
tamiri gibi önemli ilklere de imza atmıştır.
Prof. Dr.
Ömer Özkan, dünya üzerinde ilk rahim naklini yapan doktordur. Türkiye’de de ilk
yüz nakli ve çift kol nakli gibi önemli gelişmelere imza atmıştır.
Dr. Murat
Digiçaylıoğlu, beyin kanaması sonrasında hücre ölümünü engelleyen bir buluşla
tarihe adını yazdırmıştır. Böylece beyindeki hücreleri koruyarak hastanın felç
geçirmesini engellemeyi başarmıştır.
Türk tıp
tarihinde Orta Asya’dan günümüze uzanan bir başarılar dizisi dikkat çekiyor.
Selçuklular döneminde, gelişmiş hastanelerin ilk örneklerini görüyoruz.
Osmanlı’da müzikle hastaların tedavi edilmesi yöntemi yine Türk tıp tarihinde
önemli bir yere sahip.
Bugün ilk
Korona aşısını da Türk kökenli Uğur Şahin ve Dr. Özlem Türeci çifti bulmuştur.
Geçmişten günümüze
Türkler için sağlığın önemi
Osmanlı
Dönemi’nde, özellikle de Fatih Sultan Mehmed saltanatı sırasında tıp ilminin zirve
yaptığını görüyoruz. Cerrahi alanda eşsiz eserler yine bu devirde verilmiştir.
Kanûnî zamanında da darüşşifâlar, cüzzamhâneler ve akıl hastaneleri oldukça
gelişmiş seviyede.
Türk
doktorları kadar, dışarıdan gelen doktorların da ilminden faydalanılması, tıp
ilmine verilen önemi göstermesi açısından oldukça kayda değer. Osmanlı’da
doktorların çok başarılı ameliyatlar yaptığı biliniyor.
Hastaların
yanında klinik ve uygulamalı dersler ilk olarak darüşşifalarda uygulanmış ve
buradan Avrupa’ya yayılmıştır.
Hastane
mimarîsinin de Selçuklu ve Osmanlı boyunca hastalıkların tedavisi baz alınarak
plânlandığı görülüyor. Mimar Sinan döneminde de hastane mimarîsi oldukça
gelişiyor ve hastaların temiz hava ihtiyacının karşılandığı binalarda, işlevsel
bir yapılanma dikkat çekiyor.
Selçuklulardan
beri Türk devletlerinde sadece doktorlar değil, bunların tedavi ve
ameliyatlarda kullanacağı aletleri yapan bir ekip bulunurdu. Saraylarda ve tüm
külliyelerde bir şifâhâne de her zaman düşünülmüştür. Tecrit edilmesi gereken
hastalar da ayrıca hesap edilmiş ve bunlar için de özel alanlarda özel bir plânlama
ile çeşitli mimarî yapılar hayata geçirilmiştir.
Ayrıca bu
sistemin devamlılığını sağlamak amacıyla çeşitli ticârî faaliyetlerden ve vakıflardan
gelen gelirler, doğrudan bu şifâhânelere bağlanmıştır.
Özetle,
Türkler tıp alanında her zaman önde olmuşlardır. Bugün Avrupa’da ve Amerika’da
ilklere imza atan nice Türk doktorları var. Ülkemizde de pek çok hastalığın
tedavisinde önde gelen isimler bulunuyor. Hem Doğu’dan, hem Batı’dan çeşitli
hastalıkların tedavisinden faydalanmak adına ülkemize gelen insanlar mevcût.
Değerimizin
farkına varmak, o değeri katlayarak büyütecek gücü bulmak demektir. Biz
tarihimizi ve başarılarımızı duyurmak ve satmak konusunda çok başarılı bir
millet değiliz. Fakat pek çok bilimde başarılar göstermiş bir milletiz. Sadece
Türk dünyası olarak değil, Müslüman âlimlerin geçmişten bugüne başarıları
saymakla bitmez.
Bugün Avrupa’da ilmin temeli, Endülüs Müslümanlarının bıraktığı eserlere dayanır. Bizim kendimizi tanımıyor oluşumuz, belki de bizim için en büyük handikap. Belki Batı bile bizi bizden iyi tanıyor. Öyle ki, Avrupa ülkelerinde Türk tıbbının gelişmişlik seviyesi konuşulup örnek alınıyorken, bizim bundan bîhaber oluşumuz da bu durumu açıklar nitelikte…