Tıp biliminde Türklerin ayak izi

Bugün Avrupa’da ilmin temeli, Endülüs Müslümanlarının bıraktığı eserlere dayanır. Bizim kendimizi tanımıyor oluşumuz, belki de bizim için en büyük handikap. Belki Batı bile bizi bizden iyi tanıyor. Öyle ki, Avrupa ülkelerinde Türk tıbbının gelişmişlik seviyesi konuşulup örnek alınıyorken, bizim bundan bîhaber oluşumuz da bu durumu açıklar nitelikte…

SALGIN hastalıklarla birlikte devletlerin tıp bilimindeki seviyeleri de önem kazandı. Fakat her bilim ve sanat dalında olduğu gibi, kim kendini daha iyi pazarlıyorsa, o, işin erbâbı olarak anılıyor. “Bizler Türk ve Müslüman bir devlet-millet olarak, tıpta Türklerin yerini ve seviyesini ne kadar biliyoruz?” diye düşünüyordum ki bunu öğrenmek, eksikleri tamamlamak ve aktarmak gibi bir sorumluluğumuz olduğuna kanaat getirdim.

Türk tıp tarihi hakkında bilgi veren kaynaklar, Orta Asya tıbbıyla birlikte, 7’nci yüzyıl civarında başlıyor. O dönemde Tibet’te Uluslararası Tıp Konferansı düzenleniyor ve bu konferanslarda muhakkak Türk doktorlar da yer alıyor. Ayrıca Göktürk döneminde Türklere ait çeşitli tıp kitapları bulunuyor. Anatomi, vücût ölçümleri, şifâlı bitkiler gibi konularda ilk eserler verilmiş ve Tibet tıbbı da bu eserlerden faydalanmıştır.

Bunlara ek olarak, atı evcilleştiren ilk millet olan Türkler, veterinerlik hususunda da at tedavisine yönelik çalışmalara sahipler ve bu konuda da ilk kitaplar yine Türklere ait.

Zamanın en ünlü ismi de Biguta. Türklerin tıp bilimiyle tanışmasının bu isimle olduğu kabul edilir.

Türk tarihinde sıklıkla adı anılan fakat bir yandan da Fars olduğu ileri sürülen âlim İbni Sinâ. Etnik köken araştırmalarında Türk olduğuna yönelik kanaatler ağır basmaktadır. Fakat her ne olursa olsun, bugün dünyanın tanıdığı bir İslâm âlimi olduğu gerçeği şüphesiz. Asıl adının “Hüseyin” olduğu biliniyor. Filozof, hekim, astronom, düşünür ve yazar… Kaleme aldığı “Tıp Kanunu” adlı eser, Batı’da ve Doğu’da çeşitli dillerde, üniversitelerde okutulmuştur. Hâlâ süregelen zamanda tıp araştırmaları ve derlemeleri arasında en üstün eser olarak kabul edilmektedir.

Bunlara ek olarak İbni Sinâ, mantık, fıkıh ve eczacılık gibi konularda da oldukça ileri düzeydeydi. Daha 18 yaşındayken saray hekimliğine başladı. İlk apandisit ameliyatını yapan da kendisi. Diyabetin tedavisinde de üstün başarısıyla biliniyor. Ayrıca ruhsal hastalıklar konusunda çeşitli tedavi metotları geliştirerek tıp tarihine kazandırmıştır. Şizofreni hastalığını o dönemin imkânlarında tedavi eden ilk doktordur.

İbni Sinâ bir yandan da iltihapların tedavisinde, alerjik kaşıntılarda ve diğer cilt hastalıklarında, ateşli hastalıklarda ve zehirlenme gibi ânî müdahale gerektiren alanlarda da kitaplar yazmış ve tedavi yöntemleri sunmuştur. Ayrıca ilâçlar ve tedavi etkileşimleriyle ilgili tespitlerini içeren eserleri de bulunmaktadır.

Fars-Türk kökenli olarak kabul edilen Ali Bin Abbas da ilk kanser ameliyatını yapan doktor olarak tarihe adını yazdırmıştır.

Ali Bin İsa, göz hastalıklarıyla ilgili ilk kitabı yazan ve Halid bin Abdülmelik ile birlikte Dünya’nın çevresini ölçen bilim insanıdır.

Türkistan doğumlu İbnü’n-Nefis, küçük kan dolaşımı sistemini ilk tanımlayan doktordur. Bugün hâlâ bu sistem tıpta kabul görür.

Fatih Sultan Mehmed’in de hocası olan meşhur Türk âlimi Ak Şemseddin, mikrobun ve bulaşıcı hastalıkların tanımını yapmıştır. İlk kanser araştırmacıları arasında kabul edilir ve hastalıkların hangi bitkilerle tedavi edileceği hususunda da çok önemli tespitleri bulunmaktadır. Bunların yanında çeşitli ruh hastalıklarını tedavi ettiği de tarih kitaplarında yer alır. Mikrobun ve bulaşıcı hastalıkların mucidi olarak anılır.

Son dönem tıp âlimlerimize dair

Prof. Gazi Yaşargil, mikrosinir cerrahisinin kurucusudur. “Yüzyılın Beyin Cerrahı” seçilmiştir. Epilepsi ve beyin tümörünü ameliyatla tedavi eden ilk hekimdir. Çeşitli ödülleri, fahrî doktora ve fahrî üyelikleri bulunmaktadır.

Hulusi Behçet, Behçet hastalığını bulan kişi ve ilk “profesör” unvanlı Türk akademisyendir. Bunun dışında, daha pek çok bulaşıcı hastalığın tanımını ve tedavi yöntemlerini dünyaya tanıtan ilklerin doktorudur.

Prof. Hande Özdinler, ALS olarak bilinen bir merkezî sinir sistemi hastalığı tedavisinde dünyanın en önde gelen ismidir. Henüz tedavisi olmayan hastalığın tanı ve tedavi aşamasında gelinen son nokta, Hande Özdinler’in çalışmalarıyladır. Ve bu konuda Harvard Sinir Sistemi Onarım Merkezi tarafından ödüle lâyık görülmüştür.

Robotla ilk kalp ameliyatını gerçekleştiren de yine bir Türk doktordur. Prof. Tayfun Aybek, göğüs kafesini açmadan, bir robot yardımıyla kalbe cerrahi müdahaleyi başarmış bir bilim insanı. Ayrıca atan kalp üzerine ilk kalp ameliyatı, kalp kapakçığı tamiri gibi önemli ilklere de imza atmıştır.

Prof. Dr. Ömer Özkan, dünya üzerinde ilk rahim naklini yapan doktordur. Türkiye’de de ilk yüz nakli ve çift kol nakli gibi önemli gelişmelere imza atmıştır.

Dr. Murat Digiçaylıoğlu, beyin kanaması sonrasında hücre ölümünü engelleyen bir buluşla tarihe adını yazdırmıştır. Böylece beyindeki hücreleri koruyarak hastanın felç geçirmesini engellemeyi başarmıştır.

Türk tıp tarihinde Orta Asya’dan günümüze uzanan bir başarılar dizisi dikkat çekiyor. Selçuklular döneminde, gelişmiş hastanelerin ilk örneklerini görüyoruz. Osmanlı’da müzikle hastaların tedavi edilmesi yöntemi yine Türk tıp tarihinde önemli bir yere sahip.

Bugün ilk Korona aşısını da Türk kökenli Uğur Şahin ve Dr. Özlem Türeci çifti bulmuştur.

Geçmişten günümüze Türkler için sağlığın önemi

Osmanlı Dönemi’nde, özellikle de Fatih Sultan Mehmed saltanatı sırasında tıp ilminin zirve yaptığını görüyoruz. Cerrahi alanda eşsiz eserler yine bu devirde verilmiştir. Kanûnî zamanında da darüşşifâlar, cüzzamhâneler ve akıl hastaneleri oldukça gelişmiş seviyede.

Türk doktorları kadar, dışarıdan gelen doktorların da ilminden faydalanılması, tıp ilmine verilen önemi göstermesi açısından oldukça kayda değer. Osmanlı’da doktorların çok başarılı ameliyatlar yaptığı biliniyor.    

Hastaların yanında klinik ve uygulamalı dersler ilk olarak darüşşifalarda uygulanmış ve buradan Avrupa’ya yayılmıştır.

Hastane mimarîsinin de Selçuklu ve Osmanlı boyunca hastalıkların tedavisi baz alınarak plânlandığı görülüyor. Mimar Sinan döneminde de hastane mimarîsi oldukça gelişiyor ve hastaların temiz hava ihtiyacının karşılandığı binalarda, işlevsel bir yapılanma dikkat çekiyor.

Selçuklulardan beri Türk devletlerinde sadece doktorlar değil, bunların tedavi ve ameliyatlarda kullanacağı aletleri yapan bir ekip bulunurdu. Saraylarda ve tüm külliyelerde bir şifâhâne de her zaman düşünülmüştür. Tecrit edilmesi gereken hastalar da ayrıca hesap edilmiş ve bunlar için de özel alanlarda özel bir plânlama ile çeşitli mimarî yapılar hayata geçirilmiştir.

Ayrıca bu sistemin devamlılığını sağlamak amacıyla çeşitli ticârî faaliyetlerden ve vakıflardan gelen gelirler, doğrudan bu şifâhânelere bağlanmıştır.

Özetle, Türkler tıp alanında her zaman önde olmuşlardır. Bugün Avrupa’da ve Amerika’da ilklere imza atan nice Türk doktorları var. Ülkemizde de pek çok hastalığın tedavisinde önde gelen isimler bulunuyor. Hem Doğu’dan, hem Batı’dan çeşitli hastalıkların tedavisinden faydalanmak adına ülkemize gelen insanlar mevcût.

Değerimizin farkına varmak, o değeri katlayarak büyütecek gücü bulmak demektir. Biz tarihimizi ve başarılarımızı duyurmak ve satmak konusunda çok başarılı bir millet değiliz. Fakat pek çok bilimde başarılar göstermiş bir milletiz. Sadece Türk dünyası olarak değil, Müslüman âlimlerin geçmişten bugüne başarıları saymakla bitmez.

Bugün Avrupa’da ilmin temeli, Endülüs Müslümanlarının bıraktığı eserlere dayanır. Bizim kendimizi tanımıyor oluşumuz, belki de bizim için en büyük handikap. Belki Batı bile bizi bizden iyi tanıyor. Öyle ki, Avrupa ülkelerinde Türk tıbbının gelişmişlik seviyesi konuşulup örnek alınıyorken, bizim bundan bîhaber oluşumuz da bu durumu açıklar nitelikte…