TİHEK Üyesi Mehmet Emin Genç: “İnsan haklarını korumak, sosyal hukuk devletinin temelini korumaktır!”

İslâm Medeniyeti, Medîne Vesikası ve Vedâ Hutbesi gibi günümüz insan hakları bağlamında değerlendirilebilecek ilk önemli metinlere sahiptir. Sadece Müslümanlara değil, aslında insanlığa hitap eden evrensel ilkeler taşıyan bu metinler, dünyanın da bir noktada ilk yazılı insan hakları belgeleri olduğu gibi, ilk anayasal belgeleri olarak da ele alınabilir.

TÜRKİYE İnsan Hakları ve Eşitlik Kurulu Üyesi Sayın Mehmet Emin Genç’in misafiri olduk. Sayın Genç, Türkiye’de bilinenin aksine insan hakları ve eşitlik konusuna dair Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun oldukça geniş alanlarda etkili olduğuna ve bu geniş yelpaze sebebiyle ülkemizde etkin ve de yetkin bir kamu kuruluşunun bulunduğuna değindi.

Bu fakirin düşüncesi ise, insan hakları ve eşitlik konuları bakımından özellikle FETÖ’ye karşı mücadele hususunda eksik kalmış bir program uygulanması üzerine kuruluydu. TİHEK Üyesi Sayın Mehmet Emin Genç’e arz ettiğimiz suallere aldığımız karşılıklar bu çerçevede oldukça önemliydi.

Elbette sadece FETÖ’ye karşı mücadelede değil, toplumda doğrudan tanımlanmış olmasa da medya teröründen ahlâk terörüne, PKK teröründen henüz deşifre edilmemiş diğer bölücü terör unsurlarına karşı insan hakları ve eşitlik konusunun ülkemizde daha da güçlendirilmesi ve bu noktada görülen eksiklikler giderilerek bireyden topluluklara, topluluklardan tüm topluma ülke halkının büsbütün bir rehabilitasyona ihtiyaç duyduğunu düşünen biridir bu fakir. Zira insan hakları ve eşitlik meselesinin kapsamı, cezası infaz edilirken insanın ne kadar insanî tutukluluk yaşadığıyla ilgilenmek değil, herhangi bir cezaya erişmeden evvel insanca yaşamın keyfiyetiyle ilgilenmektir evvelâ.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun yetkileri, görevleri, ilgilendiği alanlar, misyonu, vizyonu, günümüz insan hakları sorunları, tutuklular, göçmenler, “insan hakları ihlâli” başlığı Türkiye’yi ilgilendirdiğinde gürültü koparanların Batı ülkelerinin tutumlarına karşı niçin sessiz kaldıkları ve de ülkemizle birlikte tüm dünyada eşitlik konusuna getirilen bakış açılarına dair mukayeselerle dolu söyleşimize geçerken, Sayın Mehmet Emin Genç’e nazik kabulleri, misafirperverlikleri, verdikleri cevaplar ve özellikle Âkif merhumu anmamıza sebep olarak okuduğu şiirden ötürü tekrar tekrar teşekkür ediyorum…

***

 

“Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun misyonu, insan haklarını korumak ve geliştirmek, işkence ve kötü muameleye karşı mücadele etmektir”

·       Öncelikle insan hakları kurumlarının kuruluş amacı ve çalışma alanları hakkında bizleri bilgilendirir misiniz?

İnsan hakları kurumları, insan haklarını ulusal düzeyde korumak ve geliştirmek için geniş bir anayasal veya yasal zorunluluk ile hükûmetten bağımsız, devlet tarafından görevlendirilmiş organlardır. Bu kurumlar sivil, siyâsî, ekonomik, sosyal ve kültürel haklar da dâhil olmak üzere tüm insan haklarını ele almaktadırlar.

Çalışma alanları çeşitlilik göstermekle birlikte, esasen insan hakları konusunda farkındalık yaratma, bilgilendirme yapma, ulusal düzeydeki gelişmeleri ve hak ihlâllerini izleme, raporlama, taraf olunan sözleşmeler ve ilgili diğer uluslararası ve ulusal mevzuat çerçevesinde insan haklarının korunması ve güçlendirilmesi çalışmalarını destekleme, tarafı olunan sözleşmelerin ulusal düzeyde etkin uygulanmasını sağlayacak çalışmalarda bulunma, ilgili mevzuatı insan hakları bakış açısıyla gözden geçirme ve -ihtiyarî olmakla birlikte- bireysel başvuruları değerlendirme, bu kurumların temel çalışma alanlarıdır.

İHK’ler aynı zamanda ulusal kurumlarla uluslararası kuruluşlar arasında ve hükûmetle sivil toplum arasında köprü görevi görmek üzere tasarlanmış kurumlardır. Aynı şekilde bu kurumlardan bireysel hakların korunması ve devletin bireyleri koruma yükümlülüğü arasındaki koruma açığına köprü olması beklenmektedir.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun misyonu, insan haklarını korumak ve geliştirmek, işkence ve kötü muameleye karşı Ulusal Önleme Mekanizması görevini yerine getirmek ve ayrımcılıkla mücadele etmektir.

Kurumun vizyonunu ise şu amaçlar özelinde sıralayabiliriz: Uluslararası insan hakları sözleşmeleriyle milletimizin temel değerlerini ve beklentilerini bağdaştırarak insan hakları alanında halkımıza ve global topluma öncülük etmek; açıklama ve kararlarına güvenilen, referans alınan, kalitesi ve marka özelliğiyle uluslararası kabul görmek; insan hakları politikalarını etkileyebilen, uluslararası arenada Türk vatandaşlarının ve akraba toplulukların yurtdışında uğrayabilecekleri insan hakları ihlâllerini de gözleyerek uluslararası toplumun gündemine getirebilmek; gerektiğinde uluslararası alanda ihlâl edilen insan hakları konusunda araştırma yapıp raporlar yayınlayabilmek; yapılan haksız ithamları cevaplandırabilmek ve yeni evrensel haklar tespit edebilen bir kurum olmaktır.

·       Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun çalışma alanları nelerdir?

İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi görevinin îfâsı kapsamında eğitim ve farkındalık çalışmaları, re’sen incelemeler ve tematik raporların hazırlanması faaliyetleri yürütülmektedir kurumumuzca. İnsan hakları alanında bireysel başvuru alınmamakta, ancak re’sen incelemeler yapılabilmektedir.

Ulusal Önleme Mekanizması görevi bağlamında, özgürlüğünden mahrum bırakılan ya da koruma altına alınan kişilerin bulundukları yerlere haberli veya habersiz ziyaretler gerçekleştirilmekte ve kurumlarda bulunan kişilerden başvuru alınmaktadır. Ayrıca bu yerler ve uygulamaları hakkında re’sen incelemeler yapılması da mümkün.

Ayrımcılıkla mücadele bağlamında ise kurumumuz, toplumsal hayatın bütün alanlarında eşit bir katılımın sağlanması amacıyla eğitim ve farkındalık çalışmaları yürütmektedir. Bu konuda bireysel başvuru ya da re’sen inceleme kararı üzerine yapılan değerlendirmelerde ayrımcı bir işlem ya da uygulamanın tespiti hâlinde bin liradan 15 bin liraya kadar idarî para cezası yaptırımı uygulanabilmektedir.


“682 sayılı KHK ile işkence yapan kamu görevlisinin devlet memurluğundan çıkarılacağı yaptırımı düzenlendi”

·       Son yıllarda insan hakları bağlamında Türkiye’ye yönelik ceza infaz kurumları üzerinden eleştiriler gündeme geliyor; ülke olarak bu bağlamda atılan adımları bizimle paylaşabilir misiniz?

Ceza infaz kurumu ve tutukevi sayısının işletim maliyetlerinin düşürülmesi, hizmette kalite ve çağdaş infaz anlayışı doğrultusunda azaltılmalıdır. Bu amaçla, uluslararası normlara uymayan, fizikî şartları ve kapasiteleri itibariyle eğitim ve iyileşmenin kısıtlı olduğu ya da hiç yapılamadığı küçük ilçe ceza infaz kurumlarından 2015 yılında 15, 2016’da 13, 2017’de 7 adet olmak üzere 2006’dan itibaren toplam 204 ilçe ceza infaz kurumu kapatılmıştır. 2017’de 9 yeni ceza infaz kurumu açılmıştır.

Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün 2016 verilerine göre, cezaevi kapasitesinin üzerindeki mahkûm sayısı 24 bin 230’du. 15 Temmuz’da gerçekleşen hain FETÖ işgalci darbe girişimi sonrasındaki tutuklama ve gözaltılar dolayısıyla yaşanan sorunlar üzerine 17 Ağustos 2016’da 671 sayılı KHK ile denetimli serbestlik ve koşullu salıverilmeye yönelik çeşitli düzenlemeler yapıldı ve çok sayıda hükümlü tahliye edildi. Buna rağmen cezaevlerindeki doluluk oranı kapasitenin üstündeydi.

2017 yılı Adalet Bakanlığı verilerine göre, cezaevlerinde 22 bin 451 kapasite fazlası mahpus bulunmaktadır. Bu sebeple 25 Ağustos 2017 tarih ve 694 sayılı KHK ile belirli suçlar hâricinde iyi hâlli hükümlüler bakımından denetimli serbestlik koşulları yumuşatılmıştır. 15 Temmuz sonrası yargılamalar esnasında bazı FETÖ sanıklarının işkence gördükleri yönünde iddialar oluştu, ancak somut delil ortaya konulamadı. Bu ihtimâli ortadan kaldırmak ve devletin sistematik olarak bu duruma fırsat vermeyeceğini ortaya koymak adına 23 Ocak 2017’de yayımlanan 682 sayılı KHK ile işkence yapan kamu görevlisinin devlet memurluğundan çıkarılacağı yaptırımı düzenlendi.

·       Kurul olarak, göreve başladıktan sonra alıkonulma mekânlarını ziyaret etmeye başladınız. Bu bağlamda Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun son yıllarda yerinde inceleme yaptığı alanlara ve durumlarına dair bir değerlendirme yapar mısınız?

Kurumumuz, 16-17-18 Ekim 2017 tarihlerinde Rize ve Trabzon illerini kapsayan izleme ziyaretleri gerçekleştirmiştir. Bu kapsamda Rize Emniyet Müdürlüğü Nezarethaneleri, Rize L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Trabzon E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Araklı Açık Ceza İnfaz Kurumu ve Trabzon Ataköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Merkezi incelenmiştir.

20 Aralık 2017 tarihinde, gözaltındaki bir şahsın Emniyet Müdürlüğü’nde iken öldüğüne dair basında çıkan haberler üzerine, Antalya Gazipaşa İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne yerinde inceleme amacıyla habersiz bir ziyaret gerçekleştirildi.

Kurumumuz 2018 yılında ise Ankara Demetevler Fatma Üçer Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi, Ankara Dr. Abdurrahman Yurtaslan Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Servisi ve Toplum Ruh Sağlığı Merkezi, Kilis Öncüpınar Geçici Barınma Merkezi, Hatay Boynuyoğun Geçici Barınma Merkezi, Balgat 75’inci Yıl Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi, Elazığ 1 ve 2 Nolu Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumları, Konya İl Emniyet Müdürlüğü Nezarethaneleri, Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Kliniği, İzmir Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, İzmir/Harmandalı Geri Gönderme Merkezi, Sincan Açık Ceza İnfaz Kurumu, İstanbul Maltepe 3 No’lu L Tipi Ceza İnfaz Kurumu, Ordu E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Sivas E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Samsun İl ve İlçe Emniyet Müdürlüğü Nezarethaneleri, Samsun Dr. Nejat Akyol Engelli Bakım Merkezi, Kayseri Engelli Bakım Merkezi, Kayseri Geri Gönderme Merkezi, Erzurum İl Emniyet Müdürlüğü Nezarethaneleri, Erzurum Geri Gönderme Merkezi, Malatya Çocuk Yuvası, Malatya Geçici Barınma Merkezi, Adana Sarıçam Geri Gönderme Merkezi ve Gaziantep Geri Gönderme Merkezi’ne ziyaretler gerçekleştirdi.

“Medîne Vesikası ile Vedâ Hutbesi, Batılılar tarafından pek tanınmamakta, tanınsa da görmezden gelinmektedir”

·       İnsan hakları kavramının medeniyetimizdeki gelişim süreci nasıldır?

Sanırım insan haklarının medeniyetimizdeki gelişim süreci anlamında 11 asırlık Türk-İslâm Medeniyeti kastedilmektedir. Bu medeniyetin referans kaynakları Kur’ân ve Sünnettir. O hâlde Kur’ân-ı Kerîm ve önceki İlâhî kitapları, insan haklarını vurgulayan en önemli metinler olarak görebiliriz. Örneğin Hucurat Sûresi 13’üncü âyette Allah-u Teâlâ, “Ey insanlar, doğrusu Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır” ifadesi ile insan haklarının en temel ilkesi olan “insanların doğuştan eşit olmak” ilkesi belirtilmiştir. Âyette geçen “Allah’tan korkmak” ifadesi, bu evrensel ilkelere uyulmak anlamında esas teşkil eder.

11 asırlık Türk-İslâm Medeniyetinin kaynağı olan Kur’ân’dan sonra Peygamber Efendimizin sünneti de medeniyetimizdeki insan hakları kavramının gelişiminde önemli rol oynamaktadır. Peygamber Efendimiz (sav) Vedâ Hutbesi’nde, “Bugün, bu ay ve bu belde nasıl kutsal ve masun ise, canlarınız, mallarınız ve ırzlarınız da öylesine masundur, mukaddestir” buyurmaktadır.

Günümüzde bunlara ilâve olarak “güçlü bir devletin oluşturulması ve etkin bir biçimde yaşatılması” başlığını da ilâve etmek gerekmektedir. Son dönemlerde zayıf devletlerin ne tür zorluklarla karşı karşıya olduğunu hep beraber gözlemlemiş bulunuyoruz. Yeryüzündeki küresel güçlerin oyuncağı olmamak için güçlü ve etkili bir devlet yapısına sahip olmak gereği, her geçen gün acı tecrübelerle daha iyi anlaşılmaktadır. Suriye örneği tüm çıplaklığıyla ortada duruyor. Kendi topraklarının güvenliğini dahi koruyamayan bir devlet için nerede kaldı hukuk, insan hak ve hürriyetleri?

Eğer Türkiye Cumhuriyeti Devleti bugünkü hâliyle dosta güven, düşmana korku salacak güçlü ve caydırıcı bir seviyede olmasaydı ne olurdu?

Yine İslâm Medeniyeti, Medîne Vesikası ve Vedâ Hutbesi gibi günümüz insan hakları bağlamında değerlendirilebilecek ilk önemli metinlere sahiptir. Sadece Müslümanlara değil, aslında insanlığa hitap eden evrensel ilkeler taşıyan bu metinler, dünyanın da bir noktada ilk yazılı insan hakları belgeleri olduğu gibi, ilk anayasal belgeleri olarak da ele alınabilir.

İnsan hakları, ulusal ve uluslararası siyasette ülkelerin, içeride de muhaliflerin eline verilebilecek en büyük kozdur. Bu tür kozların verilmemesi hem insanlık, hem de hükûmet için gereklidir. 

Oysa Amerika, “Benim 1787 tarihli anayasam, dünyanın ilk yazılı anayasasıdır” der. Hâlbuki Hazreti Peygamber Efendimiz (sav) Mekke’den Medîne’ye hicret etmesinin hemen ardından, o bölgenin etkili gruplarını bir araya getirmiş ve onlarla anlaşarak “Medîne Vesikası”nı, Prof. Dr. Muhammed Hamidullah’ın ifadesiyle “dünyanın yazılı ilk anayasası” olarak kaleme aldırmıştır.

Müslümanlar, putperest müşrik Araplar ve Medîne’deki Yahudiler bu anlaşmayı onaylamış ve birlikte huzur içinde yaşamanın güzel bir örneğini bütün dünyaya göstermişlerdir. Fakat İslâm’ın propaganda gücünün zayıf, Batılıların propaganda gücünün ise güçlü olmasından dolayı “Medîne Vesikası” ile “Vedâ Hutbesi”, Batılılar tarafından pek tanınmamakta, tanınsa da görmezden gelinmektedir.

İslâm Medeniyeti, insan merkezli ve İlâhî vahiy referanslı bir yapıya sahiptir. İnsanın yaratılış gayesi, yeryüzünde fesat çıkarmak değil, bizzat adalet ve iyiliği emrederek yeryüzünü imar etmektir. Bu bağlamda kişilerin birbirlerine karşı olan haklarına büyük önem atfedilmiştir. Hazreti Peygamber’den sonraki uygulamalara baktığımızda, Müslüman devlet adamlarının ve halkların bu ilkelere uyduğu görülmektedir.

Her ne kadar bu önemli belgelere sahip olsak da İslâm toplumlarında insan haklarının ayrı bir söylem hâlinde ortaya çıkması, son bir iki yüzyılı aşmayan modern döneme rastlamaktadır. Bu konuda üç önemli unsur rol oynamıştır: Modern ulus devletin ortaya çıkışı, kanunlaştırma çabaları ve Batılı insan hakları söyleminin cihanşümul bir mahiyet ve önem kazanması…

Modern devlet yapısal olarak otoriteyi tekelinde topladığı için, güçsüz duruma düşen ferdin haklarının garanti altına alınması ihtiyacı buradan doğmuş ve insan hakları bu süreçte daha da önem kazanmıştır. Bu durum Batı’da ve İslâm dünyasında benzerlik arz eder. Aynı şekilde günümüz İslâm dünyasında uluslararası platformlara da taşınan insan hakları ihlâllerinin modern ulus devlet yapısının dinle ilişkisinden ya da ilişkisizliğinden ziyâde, yapısal olarak güç ilişkilerinin dengesizliğinden kaynaklandığı söylenebilir.

Burada ayrıca, İslâm toplumlarında devletle fert arası güç dengesinin sağlanmasında önemli rol oynayan sivil inisiyatifin ve vatandaşlık bilincini canlı tutan sivil toplum gruplarının bulunmayışı, hukukun üstünlüğü, demokrasi, bağımsız yargı gibi insan hakları doktrinini besleyen ana konularda yeterince mesafe alınmamış olması gibi etkenlerden de söz edilebilir.

Dünya İslâm Konseyi tarafından 1981 tarihinde hazırlanan yirmi üç maddelik Evrensel İslâm İnsan Hakları Bildirisi, bir UNESCO celsesinde ilân edildi. 1979’da insan haklarını gündemine alarak bu konuda çalışma başlatan İslâm Konferansı Teşkilâtı da 1980 yılında yirmi beş maddelik “İslâm’da İnsan Hakları” adlı projesini ortaya koydu. Bu çalışmalar, İslâm’da insan haklarının kanunlaştırılması alanında modern anlamda yapılan ilk çalışmalar olarak görülmektedir.

İslâm literatüründe “insan hakları”, genelde iki kategoride ele alınır: Bunlardan ilki “fıtrî” yani “doğuştan getirilen haklar”; ikincisi ise “müktesep” yani “sonradan kazanılan haklar”dır. İslâm âlimleri “fıtrî hakları” zarûrat-i hamse yani “beş zarurî hâl” başlığı altında toplamışlardır. Bunlar da “hayat hakkı, mülkiyet hakkı, inanç hürriyeti, düşünce hürriyeti ve neslini devam ettirme hürriyetidir”. Müktesep haklar ise siyasal haklar, medenî haklar, vatandaşlık hakları ve ticarî haklar olmak üzere dört maddeden oluşmaktadır.

İnsanoğlunun üstlendiği “Allah’ın halîfesi” olma görevi, aynı zamanda “yeryüzünde adaleti tesis etmek” anlamı taşımaktadır. Adaletin tesis edilmesi de insanların eşit haklara sahip oldukları, haklarının korunduğu ve insan olmanın getirdiği diğer hakların her fert için sağlandığı bir düzenin gerçekleştirilmesini gerektirmektedir. İslâm’ın insan haklarına ilişkin birinci prensibi eğer “insanların Allah katında eşit oldukları” ise, ikincisi de “adalet”tir. Adalet, hem Kur’ân, hem de hadîslerde en yüksek değer olarak sunulmaktadır. Peygamberimizin tesis ettiği bu eşitlik ve adalet temelli insan hakları anlayışını en açık hâliyle Vedâ Hutbesi’nde görmek mümkündür.


“Çağdaş yaşamın öngördüğü temel hak ve özgürlüklerden yararlanma fırsatını insanımıza tam mânâsıyla vermeye çalışıyoruz”

·       İnsan hakları konusunda son dönemlerde ülkemizde kat edilen mesafeye de değinelim mi?

İnsan hakları, devletin sosyal ve hukuk devleti olma nitelikleri ile yakından ilgilidir; hattâ denilebilir ki, “Sosyal hukuk devletinin temelidir”. Dolayısıyla insan haklarının teminat altına alınması, toplumun her yönden gelişmesini olumlu biçimde etkileyecek nitelikleri korumak anlamına gelir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, insan haklarına “saygılı” olmayı Cumhuriyetimizin temel nitelikleri arasında belirtmiş ve “insan haklarına dayanan devlet” anlayışını açıkça ifade etmiştir.

Bunu gerçekleştirmek amacıyla ülkemizde, insan hakları alanında bugüne kadar çok önemli düzenlemeler ve çalışmalar yapılmıştır. İnsan haklarıyla ilgili uluslararası belgelerin hemen hepsinin altında Türkiye’nin imzası vardır ve bu belgeler Türk hukukunun birer parçası olmuştur.

İnsanımızın lâyık olduğu değere ulaşabilmesi ve Avrupa Birliği müktesebatına uyum çabası çerçevesinde son yıllarda dokuz uyum paketi hazırlanmış ve insan hakları alanında anayasal, yasal ve idarî düzeyde, bir anlamda “sessiz bir devrim” gerçekleştirilmiştir. Son yıllarda yapılan iki Anayasa değişikliği, yeni Türk Ceza Kanunu, Ceza İnfaz Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu gibi insan haklarını doğrudan ilgilendiren birçok alandaki kapsamlı değişiklikler, ayrıca çıkarılan uyum paketleriyle demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesi ile insan hak ve özgürlüklerine saygının sağlanması yönünde reform niteliğinde önemli adımlar atılmıştır.

İnsan hak ve özgürlüklerini doğrudan ilgilendiren birçok alanda bir dizi hukukî ve idarî düzenleme yapılarak, insan hak ve özgürlüklerine yönelik kısıtlamalar önemli ölçüde giderilmiş ve insan haklarına ilişkin evrensel standartlara ulaşma yönünde önemli ilerlemeler kaydedilmiştir.

Düşünce ve ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, işkence ve kötü muamelenin önlenmesi, ölüm cezasının kaldırılması, kişi özgürlüğü ve güvenliği, basın özgürlüğü, kadın-erkek eşitliği, yargının işleyişi, temel haklara ilişkin uluslararası sözleşmelerin statüsü, sivil-asker ilişkileri ve daha birçok konuda yapılan değişikliklerle insan hak ve özgürlüklerinin sınırları genişletilmiştir. Yapılan reformların uygulamaya yansıtılmasına yönelik var olan yargısal ve idarî mekanizmalara ilâve mekanizmalar eklenmiş ve bu amaçla İnsan Hakları Başkanlığı, İnsan Hakları Üst Kurulu, İnsan Hakları Eğitimi Ulusal Komitesi İnsan Hakları Danışma Kurulu, Reform İzleme Grubu, İl ve İlçe İnsan Hakları Kurulları gibi yeni yapılar oluşturulmuştur. Ayrıca çeşitli kamu kurum ve kuruluşları bünyesinde de birçok yeni insan hakları birimleri kurulmuştur.

Yeryüzündeki küresel güçlerin oyuncağı olmamak için güçlü ve etkili bir devlet yapısına sahip olmak gereği, her geçen gün acı tecrübelerle daha iyi anlaşılmaktadır. 

Ülkemizdeki demokratik yapının eksiksiz hâle getirilmesi, insan hakları bilincinin geliştirilmesi, insan hakları ihlâllerinin önlenmesi ve çağdaş yaşamın öngördüğü temel hak ve özgürlüklerden yararlanma fırsatının insanımıza tam mânâsıyla verilebilmesi için bundan sonra da bu çalışmalar aynı kararlılıkla devam edecektir.

İnsan hakları alanında yapılan reformların uygulamaya tam olarak yansıtılabilmesi ve de ülkemiz içinde yaşayan tüm insanların eşit bir şekilde hak ve özgürlüklerden yararlanabilmesi, bundan sonraki çalışmaların temel hedefi olacaktır. Bunun için mevzuat ve kurumsal düzeydeki gelişmelerle birlikte “zihinsel bir dönüşümün” gerekliliği de ortadadır. Eğitim ve bilinçlendirme faaliyetleri bu nedenle büyük önem kazanmaktadır. Bu faaliyetlerin “sürekliliği” ise, istenen amaca ulaşmak için hayatî derecede öneme sahiptir.

Esasında, günümüzün insan hakları değerlerinin lâfzına değilse de ruhuna her zaman sahip olan bu topraklarda, pek çok farklı din, mezhep ve etnik kökenden topluluğun yüzyıllarca barış içinde yaşayabilmesini sağlayan bir hoşgörü iklimi vardır. İnsan sevgisiyle beslenen bu iklim, insan hakları ile ulaşılması arzu edilen hedefler için ideal bir bilgi ve düşünce zemininin varlığı anlamına gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında, insan haklarının “ithal bir kavram” değil, medeniyetimizin “yitik bir malı” olduğunu belirtmek gerekmektedir.

İnsan hakları konusundaki “zihinsel dönüşüm” de, esas olarak insanımızın fikir ve gönül dünyasında mevcut bulunan değerleri, evrensel dil ve içerikle bütünleştirmeyi sağlayacaktır. İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi yolunda yapılan ve yapılacak tüm çalışmaların insanlığın ortak değeri olan insan haklarının tüm yönleriyle bu topraklarda yaşanılır kılacağına hiç şüphe yoktur.


“Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının tanınması, devrimci bir yeniliktir!”

·       Türkiye’de insan hakları çokça tartışılan bir mesele, sizce konunun çerçevesi mi geniş, yoksa konu kapsamı yanlış mı değerlendiriliyor?

Türkiye’de insan haklarının çokça tartışılıyor oluşu, Türk halkı ve devlet kurumlarının konuyla yakından ilgilendiğini gösteren güzel bir gelişmedir. Bu, ayrıca Türk halkının hak ve hürriyete verdiği önemi ve de kamu düzeninin şeffaflığını da gösterir. Bu gelişmelerin bir neticesi de, insanî hakları ihlâl edilen vatandaşlarımızın artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden önce Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkına sahip olmalarıdır. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının tanınması, insan haklarının korunması ve saygı duyulması alanında devrimci bir yeniliktir.

·       Özellikle terör faaliyetiyle suçlanarak tutuklu yargılanan veya tutukluluk şeklinde infaz görenleri bulundukları ortamlarda izliyor, uluslararası raporlarla ülkemizin nasıl insanî bir çizgi izlediğini ifade ediyorsunuz. Bu duruma ilişkin gözlemlerinizi paylaşır mısınız?

İnsan hakları evrenseldir. O yüzden bu hakların ihlâline karşı yargı yolu açıktır. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı bu konuda alınan en üst ulusal güvencedir. Yargı yolunun açık olması demek, “insan hakları ihlâlleri varsa, bunun karşılıksız kalmayacağı” anlamına gelir. Sadece ülkemizin değil, dünyanın da terörden etkilenmesi, masum insanların haklarının ihlâl gerekçesi olamadığı gibi, terör gibi en büyük insan hakları ihlâlcisi bir düşman konusunda da azamî dikkat gerektirir.

“Her iklimden insana, herhangi bir ayrımcılık yapmadan eşit ve adil muamelede bulunulması, ülkemiz adına gurur vericidir”

·       Bir ara Meriç nehrinde ölen insanlar üzerine iğrenç bir tartışmalar yapılmıştı. FETÖ ve daha birçok alçak şebekenin kandırarak başka ülkelere kaçırma vaadiyle ülkemizden göç etmeye çalışan aileleri nasıl bir rehabilitasyona tutmalı, “insan hakları” bezirgânları nasıl susturulmalı sizce?

İnsan hakları bezirgânları yerine “insan hakları aktivistleri” kavramının kullanırsak konuya daha ciddî yaklaşmış oluruz. Türkiye’nin göçmenler konusunda ne kadar hassas olduğunu ve bu duruma insan hakları savunucularının hayranlık duyduğunu hatırlatmak isterim.

Hâlen ülkemizde milyonlarla ifade edilen çok sayıda Suriyeli ve diğer ülkelerden göç eden insanların olduğunu ve Türkiye’nin bu insanları misafir olarak görüp eldeki imkânlar nispetinde onları el üstünde tuttuğunu söylemeye bile gerek yoktur. Özellikle insan hakları ve demokrasi havarisi olan Batılı ülkeler bu konuda sınıfta kalmış ve bu mağdur insanlara karşı en aşağılık, ayrımcı ve kötü muamele örneklerini sergilemişlerdir. Devletimiz bu konuda da elbette üzerine düşeni fazlasıyla yapmaktadır, yapmaya devam edecektir.

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun ana sorumluluğu da insan haklarının korunması ve geliştirilmesi, her türlü ayrımcılığın önlenmesi ve gayr-ı insanî muamelelerin son bulmasıdır.

·       Devletimiz her iklimden ve her renkten vatandaşını hakkıyla eşit ve bir tutmaya çalışıyordur, ancak zafiyetler yaşanmıyor değil. Bu yaraları kapatmak adına Kurumunuz nasıl bir yol izliyor?

Daha önce de söylediğimiz gibi, insan hakları evrenseldir ve coğrafî sınırların ötesindedir. Bu yüzden her iklimden insana, herhangi bir ayrımcılık yapmadan eşit ve adil muamelede bulunulması, ülkemiz adına gurur vericidir. Zafiyetlerin olması da doğaldır. Bu konuda kurumumuz zaten yetkileri dâhilinde uluslararası antlaşmalar çerçevesinde insan haklarının korunması ve gelişmesine, her tür ayrımcılığın önlenmesine, Ulusal Önleme Mekanizması çerçevesinde de işkence, kötü ve gayr-ı insanî tutumların önüne geçilmesine dair gerek ulusal ve gerekse uluslararası alanda katkı vererek sınırlı bütçe ve sınırlı sayıda personeline rağmen elinden gelenin fazlasını yapmaktadır.

 İslâm literatüründe “insan hakları”, genelde iki kategoride ele alınır: Bunlardan ilki “fıtrî” yani “doğuştan getirilen haklar”, ikincisi ise “müktesep” yani “sonradan kazanılan haklar”dır. 

Özgürlüğünden mahrum bırakılan ve koruma altına alınan insanların bulunduğu pek çok müesseseye haberli veya habersiz düzenli ziyaretler yaparak mevcut durumun fotoğrafını çekip raporlamakta ve hem yerel, hem de merkezî birimlerdeki yetkililere gerekli uyarıları yapmaktadır.
“Türkiye, göçmenler konusunda bir insan hakları şampiyonu!”

·       Dünya ile kıyaslandığında, ülkemizdeki insan hakları durumu hangi seviyede? Suriye’den Arakan’a, Filistin’den Yemen’e, Doğu Türkistan’dan Balkanlara, Venezuela’dan Sudan’a insanların varlık haklarını korumaya canla başla çalışan Türkiye, niçin içerideki işbirlikçilerin de ortaklığıyla eleştiri bombardımanına tutuluyor?

Türkiye’nin insan hakları konusundaki karnesi belki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına göre iç açıcı değildir, ama bunu düzelterek insan hakları alanında ve diğer önemli meselelerde istenen seviyeye gelmeye çalışmakta olan bir Türkiye vardır. Çünkü Türkiye, artık bir dünya markasıdır ve insan hakları alanında da bir dünya markası olma yolunda hayli uzun bir yol almıştır. Özellikle göçmenlere karşı sergilediği tavır, aslında Türkiye’nin insan hakları karnesinde hiçbir devlette bulunmayan bir övgüye lâyıktır.

Türkiye, Batılı ülkelerin göçmenler konusunda tutunduğu tavrın tam aksine, insan onurunu yücelten bir konum ve görüntü arz etmektedir. İnsan hakları alanında çeşitli eleştiriler olsa da göçmenler konusunda bir insan hakları şampiyonudur.
“Meyve veren ağaç taşlanır”

·       Fransa’da ele yüze alınmayan insan hakları, niçin Türkiye’de bir “koz” olarak görülebiliyor? Hâlâ bir yara mı bu bizim için, yoksa hâlletmemize rağmen bir çığırtkanlık davulundan başka bir şey değil mi?

İnsan hakları, ulusal ve uluslararası siyasette ülkelerin, içeride de muhaliflerin eline verilebilecek en büyük kozdur. Bu tür kozların verilmemesi hem insanlık, hem de hükûmet için gereklidir. Ama bu ve benzeri konuda seslerin yükselmesi, düşünce ve ifade hürriyetinin varlığının bir eseridir. “Meyve veren ağaç taşlanır” sözü gereği, önümüze bakmak ve her alandaki mevcut güzelliklere daha fazlasını ilâve etmek gerekir. Hem örfümüzün, hem de inancımızın gereği olarak, insanımıza hizmetin en güzelini sunmaya devam etmeliyiz. Zira inancımızda insan, “eşref-i mahlûkat” olarak telâkki edilmiştir. Bize düşen de bu şerefli varlığa her alanda ibadet aşkıyla hizmet etmektir.

·       Kamuoyu, insan hakları mevzuunu bu topraklarda daha sağlıklı anlamlandırmak ve yaşatmak adına ne yapabilir?

Nerede bir yara görsek, hep birlikte sahip çıkmamız gerekir. Fertler, kurumlar ve devlet/iktidar el ele vererek, birlikte insan haklarını yaşatmaya çalışmalıdırlar.

Mehmed Âkif Ersoy merhumun şu dizeleriyle sohbetimizi noktalayalım isterseniz:

“Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim/ Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim/ ‘Adam, aldırmada geç git’ diyemem, aldırırım/ Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım/ Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem/ Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem/ Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım/ -Boğamazsın ki… -Hiç olmazsa yanımdan kovarım/ Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam/ Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam/ Doğduğumdan beridir aşkım istiklâle/ Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle/ Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum/ Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum…”

·       Bu güzel söyleşi için teşekkür ederim…

Ben de teşekkür eder, yayın hayatınızda başarılar dilerim.