Ticaret savaşının ekonomi politiği

Günümüzde ticaret savaşlarının ana aktörü olan ABD’nin uluslararası arenada gücünü kaybetmeye başlaması ve devletler üzerindeki hegemonyasını yeniden sağlamaya çalışması, bu türden bir savaşı kaçınılmaz kılmaktadır.

GÜNÜMÜZ küresel ekonominin temel niteliklerini çok uluslu şirketler ve gittikçe büyük boyutlara ulaşan uluslararası finansal akımlar oluşturmaktadır. Bununla birlikte, uluslararası iktisâdî entegrasyon hareketlerine bağlı olarak ulusların refah seviyelerinin artması ve siyâsî bağlamda kontrolün kendi iradelerinde olmasını istemeleri, küresel ekonomi açısından önemli bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. 

Bu bağlamda, uluslararası iktisâdî süreçlerin siyâsî dinamiklerini araştıran uluslararası ekonomi politik, son dönemlerde daha fazla önem kazanan bir disiplin olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu makalede, gittikçe kızışan uluslararası ticaret savaşları, ekonomi politik yaklaşımı bağlamında değerlendirilmektedir.

Ekonomi ile politika arasındaki bağlılık yeni olmamakla birlikte, küreselleşme süreci ile aralarındaki bağlılık ve etkileşim hızlanmıştır. Küreselleşmenin bir sonucu olarak toplumlar arasındaki sınırların ortadan kalkmasının en önemli nedeni, farklı devletlerarasındaki ekonomik ilişkilerin gelişmesidir. İktisâdî bağlamda gelişen ilişkiler netîcesinde uluslararasında karşılıklı ekonomik bağlılık durumu ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla ekonomi ve politika bilimini birleştirici bir disiplin olarak “ekonomi politik” doğmuştur.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra uluslararası sistemde geçerli olan iki kutuplu sistem, uluslararası ekonomi politiğin yeniden şekillenmesi sonucunu doğurmuştur. SSCB liderliğindeki Doğu Bloku tarafından COMECON Ekonomik İşbirliği Örgütü kurulmuştur. SSCB önderliğinde kurulan bu ekonomik entegrasyonun temeli sosyalist ideolojiye dayanmakta olup, kapitalist sistemin ekonomi politiği ise ABD öncülüğünde şekillenmiştir. Soğuk Savaş döneminde kurulan ve uluslararası ekonomi alanında faaliyet gösteren Dünya Bankası ve IMF gibi kurumlar, hâlen uluslararası ekonomi üzerinde etkinliklerini devam ettirmektedirler. Başka bir deyişle uluslararası ekonomi, büyük ölçekte ABD kökenli çok uluslu şirketlerin güdümünde gelişme göstermektedir.

Soğuk Savaş’ın ilk dönemlerinde devletler açısından güvenlik kaygısı ön plânda olduğundan, ekonomi ile politika birbirinden bağımsız olarak değerlendirilmiştir. Bununla birlikte, Soğuk Savaş’ın ilerleyen dönemlerinde ekonomik sistem, uluslararası sistemde ve ilişkilerde yaşanan çatışmalara ve tarihî gelişmelere bağlı olarak yeniden şekillenmiştir. Soğuk Savaş’ın ilerleyen yıllarında Doğu ve Batı Blokları arasında anlaşmaların ortaya çıkması askerî krizleri azaltmışsa da ekonomik bağlamdaki uzlaşma çökmüştür.

Bu durumun oluşmasındaki en önemli neden, Bretton Woods Sistemi’nin çökmesi, Dünya Bankası’nın gelişmekte olan ülkelere yardım ve kredi veren bir kurum hâline gelmesi, Avrupa Birliği’nin ekonomik güç olarak ortaya çıkması, Japonya’nın ekonomik açıdan başarılı bir performans göstermesi, uluslararası üretim modellerindeki yeni anlayışın yaygınlaşması ve ABD kökenli çok uluslu şirketlerin uluslararası düzeyde faaliyet göstermesi, SSCB’nin zamanla hem politik, hem de siyâsî olarak dağılması, Çin’in 1980’lerden itibaren sert ekonomik rejimini yumuşatarak tüm dünyaya ülke ekonomisini açması ve Uzak Doğu ülkelerinin Batı’nın sanayilerine rakip olarak ortaya çıkmasıdır. Ve tüm bu tür etkenler, aynı zamanda ekonomi politiğin değer kazanmasında da etkili olmuştur.

Ekonomi politik disiplini, uluslararası gelişmelere paralel olarak realizm, idealizm ve Marksizm yaklaşımlarının etkisinde kalarak gelişme göstermiştir. Bu bağlamda Soğuk Savaş süreci başta olmak üzere küresel iktisâdî krizler, modernleşme ile teknolojinin gelişmesi, ülkelerin enerjiye olan ihtiyaçlarının artması ve küreselleşme ile sınırların ortadan kalkması, ekonomi ile politikanın etkileşimini kaçınılmaz kılmıştır.

Günümüz dünyasında ise ABD ve Çin, uluslararası ekonomi politik açıdan en önemli iki aktör/güç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu iki güç arasında yaşanmakta olan ekonomi politik gerekçelere dayanan ticaret savaşı, uluslararası sistemi önemli ölçüde etkilemektedir.

Öncelikle ticaret savaşının ne olduğunun açıklanmasında fayda görmekteyiz: Ticaret savaşı, bir devletin başka bir devletten ithâl etmiş olduğu ürünlere sınırlama getirerek ek vergi koyması sonucu karşı devletin de aynı şekilde tepki göstermesi durumunda ortaya çıkan ekonomik çatışma hâlidir. Başka bir deyişle ticaret savaşı, devletlerin ekonomik argümanlarını kullandıkları bir savaş türü olarak kabul edilmektedir.

Günümüzde ticaret savaşlarının ana aktörü olan ABD’nin uluslararası arenada gücünü kaybetmeye başlaması ve devletler üzerindeki hegemonyasını yeniden sağlamaya çalışması, bu türden bir savaşı kaçınılmaz kılmaktadır. ABD, en fazla ticaret açığı verdiği ülke olan Çin’e karşı birtakım ekonomik kısıtlamalar getirmiştir. Çin ile başlayan bu kısıtlayıcı ekonomi politikaları, uluslararası arenadaki başka devletlere de uygulanmış ve böylece küresel ticaret savaşları ortaya çıkmıştır.

Söz konusu bu küresel ticaret savaşından, başta İran olmak üzere Türkiye, AB ve Kanada gibi ülkeler de etkilenmiştir. Genel olarak bakıldığında, ABD’nin ekonomik kısıtlayıcı faaliyetler uyguladığı devletler ile arka plânda siyâsî krizler yaşadığı da görülmektedir. Bu bağlamda uluslararası ekonomi politikanın günümüzdeki ve gelecekteki uluslararası siyasal sistemi şekillendireceği aşikârdır.