The Prestige: Bir negatif duygular anlatısı

Hikâyeye dair zihninize takılan sorulara hemen cevap bulmak zor. Daha doğrusu, zihninizde oluşan her soruya hemen cevap bulamıyorsunuz. Hatta filmin sonunda bile bazı sorular cevapsız kalıyor. Bu yönüyle fazla gizemli olan film, en nihayetinde hırs, düşmanlık ve nefret gibi negatif duyguların kontrol edilmediğinde insana neler yaptırabileceğini çok güzel anlatıyor…

HIRS kontrollü ve işe yönelik olduğunda başarı çabuk gelir. Ama kontrolsüz ve işin kendisi yerine rakibe yöneldiğinde, kontrol edilmesi güçleşir, sonuçları kestirilemez hâle gelir ve yıkıcı olur. Üstelik bu yıkıcılığın çarpan etkileri bazen o kadar derin yırtılmalara yol açar ki telâfisi imkânsızlaşır.

“The Prestige” (Prestij) filmi de bu bağlamda sinema tarihinde ses getirmiş filmlerden biri. Filmin yapımcı, yönetmen ve senarist koltuğunda Christopher Nolan oturuyor. Filmin başrollerinde Hugh Jackman, Christian Bale, Michael Caine, Scarlett Johansson, David Bowie ve Daniel Davis gibi isimler yer alıyor. 2006 ABD ve İngiltere ortak yapımı film, gerilim ve gizem türünün başarılı örnekleri arasında gösteriliyor.

Christopher Priest’in aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan film, 19’uncu yüzyıl sonlarında yaşayan iki sihirbazın öyküsünü anlatıyor. Sihirbazlık, daha doğrusu illüzyon sanatının popüler olduğu bir dönemi anlatan filmde, iki sihirbaz olan Robert ve Alfred, kariyerlerinin başında olduğu dönemde iki arkadaştırlar. Fakat bir gösteri esnasında Robert’in karısı (Hugh Jackman) ölünce Robert, karısının ölümünden Alfred’i (Christian Bale) suçlar ve iki arkadaş birbirine düşman olur. Zaman içinde ikisi de ünlü olan sihirbazların arasında düşmanlık, zorlu bir rekabeti de beraberinde getirir ve kontrolsüz hırs, düşmanlık ve nefret duygusunun etkisiyle olaylar ardı ardına gelir.

Film bir dönem yapıtı olmasına rağmen yönetmen, dönemin ses getirmiş olaylarını, olgularını ve bunların çarpan etkileri sonucu oluşan atmosferi anlatıya neredeyse hiç yansıtmamış. Yani dönemin bu yönüne ilişkin filmde detaylar fazla bulunmuyor. Fakat bu durum filmi yavan bir film yapmıyor. Çünkü yönetmen, dönemin özelliklerini anlatıya yansıtmayarak seyircinin hikâyeye odaklanmasını sağlıyor.  


Bu tür filmlerde filmin ana karakteri kahraman edasıyla aktarılır. Fakat “The Prestige” filminin kahramanı, yer yer anti-kahramana dönüşüyor. Filmin ana karakterindeki bu zıtlık, seyircinin ana kahramanla bütünleşmesini önlüyor. Fakat bu detay filmi bir o kadar da gerçekçi kılıyor.

Dönem filmleri çoğunlukla sinematografi anlamında çok başarılıdır. Hatta filmin başarısında sinematografinin önemi çok fazladır. Filmin sinematografisi de başarılı ama ben Christopher Nolan gibi bir yönetmenden daha fazlasını beklerdim.

Çok güzel oyunculuklara sahne olan filmde dikkatimi çeken en önemli hususlardan biri de oyunculuklardaki harikulâdeliğin sadece ana karakterlerle sınırlı kalmadığı. Filmde ana karakterlerin yanı sıra küçük rollerde yer alan oyuncular da çok güzel işler çıkarmış. Bu da yönetmenin filmi ilmek ilmek ördüğünün bir göstergesi.

Hikâyeye dair zihninize takılan sorulara hemen cevap bulmak zor. Daha doğrusu, zihninizde oluşan her soruya hemen cevap bulamıyorsunuz. Hatta filmin sonunda bile bazı sorular cevapsız kalıyor. Bu yönüyle fazla gizemli olan film, en nihayetinde hırs, düşmanlık ve nefret gibi negatif duyguların kontrol edilmediğinde insana neler yaptırabileceğini çok güzel anlatıyor.

Bu güzel anlatıya şahitlik etmek için önceden izlemiş olsanız bile filmi yeniden izlemenizi öneririm. Çünkü filmi her izlediğinizde anlatının farklı bir alt metnini keşfedeceksiniz.

İyi seyirler…