BİRÇOK kelime ve
kavramın içi boşaltılıp bayağılaştırıldığı gibi, “siyâset” kavramının da
içi boşaltılarak bayağılaştırıldı. Hangi kavram olursa olsun (dînî, millî,
siyâsî vb.) böyle yapılmasının temel amacı, insanların suflî arzularını
gerçekleştirmek istemesi, hevâ ve heveslerini tatmin etmek istemesi yâni
dünyevîleşme tutkusudur. Bu durum, kavramlara ve kavramların temsil ettiği
kurumlara yapılan en büyük saygısızlıktır.
Kavramlarda
anlam kayması, zihinlerde kavram kargaşası olduğu zaman kafalar da karışıyor. Artık
kimin eli kimin cebinde belli olmuyor. Veya âmiyâne tâbiriyle, âmâ bir insanın
fili tarifine benziyor mesele. Kimisi fili sütuna benzetiyor, kimisi yelpazeye,
kimisi de hortuma. Hâlbuki fil, bunların hiçbiri değil. Bu bakımdan meselenin
tam olarak anlaşılabilmesi için tam târif gerekiyor. Ne bir eksik, ne de bir
fazla. Eskilerin tâbiriyle, “efrâdını câmi, ağyârini mâni” olması gerekiyor.
İşte
kavramlar ideolojik ve politik emellere âlet edildiği zaman iş böyle çığırından
çıkıyor. Hâlbuki siyâset kavramı önemli bir kavramdır ve içinin boşaltılarak
politik emellere âlet edilmemesi gerekir.
Siyâset,
aslında bir toplumu yönetme sanatıdır. Ama nasıl bir yönetme sanatı? Âdil ve
adaletli bir şekilde yönetme sanatı… OnuN için siyâset her kişinin değil, er
kişinin işi olmalıdır. Ama bakınız, bizim ülkede herkes siyâsetçi olmuş çıkmış.
Neden? Çünkü siyâset rant aracı ve saltanat kapısı olarak görülüyor da ondan.
Eskiden
siyâsetin de bir edebi, bir ahlâkı vardı. Şimdilerde ise ne edep kaldı, ne de
ahlâk. Çünkü siyâset kavramının içini boşalttılar. Siyâsetteki “ahlâk” kavramının
yerine, bize yabancı olan bir kavramı koydular: “Etik”…
Etik
kavramı kök olarak eski Yunancada “éthos” olarak ifâde edilse de bize
Fransızcadan “éthique” olarak geçmiştir. Sağcısıyla, solcusuyla,
milliyetçisiyle, İslâmcısıyla artık herkes bu kavramı rahatlıkla
kullanmaktadır. Herhâlde siyâsete etik kavramı girince, siyâset de işte böyle
ahlâksız hâle geldi.
Siyâsetin
seviyesi gittikçe düştü. Siyâsî rakibi alt etmek için neredeyse her şey “mubah”
hâle geldi. Pragmatizm, Makyavelizm, oportünizm geçer akçe oldu. Yalan, dolan,
iftira, karalama, aşağılama, alay etme, itibar suikastı, küfür, hakaret artık
sıradanlaştı.
Bir
de bunlara siyâsî tetikçiler, troller, klavye şövalyeleri eklenince hepten her
şey çığırından çıktı. Siyâset bayağılaştıkça bayağılaştı, seviye düştükçe
düştü.
Tetikçi
gazeteciler, tetikçi televizyoncular, tetikçi yorumcular, tetikçi sanatçılar,
tetikçi sosyal medya fenomenleri… Artık sayın sayabildiğiniz kadar, onlar da bu
kervana katıldılar. İşte bütün bunlar siyâsetin cılkını çıkardı ve toplumun
siyâsîlerden soğumasına yol açtı.
Bu
mânâda toplum ikiye bölündü, kutuplaştıkça kutuplaştı. Siyâsî kalite iyice
düştü. İşin ilginç tarafı, üst katmanlarda bunlar olurken, alt katmanlarda da
benzer şeyler olmaktadır. Vatandaşlar da kıyasıya birbirleriyle söz düellosu
yapmaktadırlar.
Hâlbuki
saf ve zavallı vatandaş bilmiyor ki, kim iktidara gelirse gelsin, yine üst
katmanlarda olanların, onlara yakın olanların, eş, dost ve akraba olanların işleri
görülecektir. Hep onlar balı, kaymağı yiyecektir. Mevkileri, makamları,
koltukları hep onlar dolduracaktır. Onların gemileri yüzecektir. Vatandaşın
değeri oy verene kadardır. Oy verdikten sonra işi bitecek ve kimse dönüp de
yüzüne bakmayacaktır. Artık kendisi de bulabilirse ekmek yiyebilecektir.
İnanmayanlar
siyâsî târihimizde iktidara gelen her hükûmetin yaptıklarına ve ettiklerine
bakabilir. Makamların ve koltukların aynı aileden, aynı aşiretten, aynı
sülâleden, aynı Boğaziçi Aşiretinden olanlara ulûfe gibi nasıl dağıtıldığını
rahatlıkla görebilir. Bakanların, milletvekillerinin, valilerin, kaymakamların,
rektörlerin, genel müdürlerin, büyükelçilerin, iş adamlarının hep belli
ailelerden çıkması tesadüf müdür? Nasıl oluyorsa talih kuşu hep bunların başına
konuyor. Her ne hikmetse bu kuş bir garibanın, kimsesi olmayan bir kimsenin
başına bir türlü konmuyor.
Garibanlar
bilinçsizce ve körü körüne destek olmasalardı, her devrin iktidar ve saltanat
sahipleri nasıl olacak da iktidar ve saltanatlarını her daim sürdürebileceklerdi?
Hiç kimse boşuna ümitlenmesin, yarınlarda da bu böyle olacaktır.
Unutulmasın
ki, sultanlar saltanatlarını ancak gariplerin, mâsumların, mazlumların ve
meselelerin farkına varamayan saf insanların omuzlarına ve başlarına basarak
oluştururlar. Bu saltanat kimi zaman monarşik, kimi zaman oligarşik, kimi zaman
despotik, kimi zaman da demokratik görünümlü olabilir.
Saltanat,
saltanattır; sonuç değişmedikten sonra, rengi, görünümü ne olursa olsun, fark
eder mi? Ezen, her zaman ezen; ezilen de her zaman ezilen olduktan sonra…
İşte
bu ezen-ezilen düzen içerisinde yukarıda özelliklerini saymaya çalıştığım
siyâsî tetikçilerin ve trollerin vazifesi de gerek iktidarda, gerek muhalefette
olsun, sultanların saltanat değirmenine su taşımaktan ibarettir. Ola ki
saltanat nimetlerinden kendilerine de bir pay düşer umuduyla…
Vatandaşa
düşen görev ise, yapabilirse, başarabilirse bu siyâsî tetikçilere ve onların
sultalarına âlet olmamak, boyun eğmemektir.
Ama
tabiî başarabilirse…