Tetikçi siyâset

Siyâsetin seviyesi gittikçe düştü. Siyâsî rakibi alt etmek için neredeyse her şey “mubah” hâle geldi. Pragmatizm, Makyavelizm, oportünizm geçer akçe oldu. Yalan, dolan, iftira, karalama, aşağılama, alay etme, itibar suikastı, küfür, hakaret artık sıradanlaştı. Bir de bunlara siyâsî tetikçiler, troller, klavye şövalyeleri eklenince hepten her şey çığırından çıktı. Siyâset bayağılaştıkça bayağılaştı, seviye düştükçe düştü.

BİRÇOK kelime ve kavramın içi boşaltılıp bayağılaştırıldığı gibi, “siyâset” kavramının da içi boşaltılarak bayağılaştırıldı. Hangi kavram olursa olsun (dînî, millî, siyâsî vb.) böyle yapılmasının temel amacı, insanların suflî arzularını gerçekleştirmek istemesi, hevâ ve heveslerini tatmin etmek istemesi yâni dünyevîleşme tutkusudur. Bu durum, kavramlara ve kavramların temsil ettiği kurumlara yapılan en büyük saygısızlıktır.

Kavramlarda anlam kayması, zihinlerde kavram kargaşası olduğu zaman kafalar da karışıyor. Artık kimin eli kimin cebinde belli olmuyor. Veya âmiyâne tâbiriyle, âmâ bir insanın fili tarifine benziyor mesele. Kimisi fili sütuna benzetiyor, kimisi yelpazeye, kimisi de hortuma. Hâlbuki fil, bunların hiçbiri değil. Bu bakımdan meselenin tam olarak anlaşılabilmesi için tam târif gerekiyor. Ne bir eksik, ne de bir fazla. Eskilerin tâbiriyle, “efrâdını câmi, ağyârini mâni” olması gerekiyor.

İşte kavramlar ideolojik ve politik emellere âlet edildiği zaman iş böyle çığırından çıkıyor. Hâlbuki siyâset kavramı önemli bir kavramdır ve içinin boşaltılarak politik emellere âlet edilmemesi gerekir.

Siyâset, aslında bir toplumu yönetme sanatıdır. Ama nasıl bir yönetme sanatı? Âdil ve adaletli bir şekilde yönetme sanatı… OnuN için siyâset her kişinin değil, er kişinin işi olmalıdır. Ama bakınız, bizim ülkede herkes siyâsetçi olmuş çıkmış. Neden? Çünkü siyâset rant aracı ve saltanat kapısı olarak görülüyor da ondan.

Eskiden siyâsetin de bir edebi, bir ahlâkı vardı. Şimdilerde ise ne edep kaldı, ne de ahlâk. Çünkü siyâset kavramının içini boşalttılar. Siyâsetteki “ahlâk” kavramının yerine, bize yabancı olan bir kavramı koydular: “Etik”…

Etik kavramı kök olarak eski Yunancada “éthos” olarak ifâde edilse de bize Fransızcadan “éthique” olarak geçmiştir. Sağcısıyla, solcusuyla, milliyetçisiyle, İslâmcısıyla artık herkes bu kavramı rahatlıkla kullanmaktadır. Herhâlde siyâsete etik kavramı girince, siyâset de işte böyle ahlâksız hâle geldi.

Siyâsetin seviyesi gittikçe düştü. Siyâsî rakibi alt etmek için neredeyse her şey “mubah” hâle geldi. Pragmatizm, Makyavelizm, oportünizm geçer akçe oldu. Yalan, dolan, iftira, karalama, aşağılama, alay etme, itibar suikastı, küfür, hakaret artık sıradanlaştı.

Bir de bunlara siyâsî tetikçiler, troller, klavye şövalyeleri eklenince hepten her şey çığırından çıktı. Siyâset bayağılaştıkça bayağılaştı, seviye düştükçe düştü.

Tetikçi gazeteciler, tetikçi televizyoncular, tetikçi yorumcular, tetikçi sanatçılar, tetikçi sosyal medya fenomenleri… Artık sayın sayabildiğiniz kadar, onlar da bu kervana katıldılar. İşte bütün bunlar siyâsetin cılkını çıkardı ve toplumun siyâsîlerden soğumasına yol açtı.

Bu mânâda toplum ikiye bölündü, kutuplaştıkça kutuplaştı. Siyâsî kalite iyice düştü. İşin ilginç tarafı, üst katmanlarda bunlar olurken, alt katmanlarda da benzer şeyler olmaktadır. Vatandaşlar da kıyasıya birbirleriyle söz düellosu yapmaktadırlar.

Hâlbuki saf ve zavallı vatandaş bilmiyor ki, kim iktidara gelirse gelsin, yine üst katmanlarda olanların, onlara yakın olanların, eş, dost ve akraba olanların işleri görülecektir. Hep onlar balı, kaymağı yiyecektir. Mevkileri, makamları, koltukları hep onlar dolduracaktır. Onların gemileri yüzecektir. Vatandaşın değeri oy verene kadardır. Oy verdikten sonra işi bitecek ve kimse dönüp de yüzüne bakmayacaktır. Artık kendisi de bulabilirse ekmek yiyebilecektir.

İnanmayanlar siyâsî târihimizde iktidara gelen her hükûmetin yaptıklarına ve ettiklerine bakabilir. Makamların ve koltukların aynı aileden, aynı aşiretten, aynı sülâleden, aynı Boğaziçi Aşiretinden olanlara ulûfe gibi nasıl dağıtıldığını rahatlıkla görebilir. Bakanların, milletvekillerinin, valilerin, kaymakamların, rektörlerin, genel müdürlerin, büyükelçilerin, iş adamlarının hep belli ailelerden çıkması tesadüf müdür? Nasıl oluyorsa talih kuşu hep bunların başına konuyor. Her ne hikmetse bu kuş bir garibanın, kimsesi olmayan bir kimsenin başına bir türlü konmuyor.

Garibanlar bilinçsizce ve körü körüne destek olmasalardı, her devrin iktidar ve saltanat sahipleri nasıl olacak da iktidar ve saltanatlarını her daim sürdürebileceklerdi? Hiç kimse boşuna ümitlenmesin, yarınlarda da bu böyle olacaktır.

Unutulmasın ki, sultanlar saltanatlarını ancak gariplerin, mâsumların, mazlumların ve meselelerin farkına varamayan saf insanların omuzlarına ve başlarına basarak oluştururlar. Bu saltanat kimi zaman monarşik, kimi zaman oligarşik, kimi zaman despotik, kimi zaman da demokratik görünümlü olabilir.

Saltanat, saltanattır; sonuç değişmedikten sonra, rengi, görünümü ne olursa olsun, fark eder mi? Ezen, her zaman ezen; ezilen de her zaman ezilen olduktan sonra…

İşte bu ezen-ezilen düzen içerisinde yukarıda özelliklerini saymaya çalıştığım siyâsî tetikçilerin ve trollerin vazifesi de gerek iktidarda, gerek muhalefette olsun, sultanların saltanat değirmenine su taşımaktan ibarettir. Ola ki saltanat nimetlerinden kendilerine de bir pay düşer umuduyla…

Vatandaşa düşen görev ise, yapabilirse, başarabilirse bu siyâsî tetikçilere ve onların sultalarına âlet olmamak, boyun eğmemektir.

Ama tabiî başarabilirse…