Tesettürün zaferi ve kaybolan umutlar

Allah tesettürlü olmayı böyle mi emretmişti? Tesettüre yüklediği mânâ bu muydu? Bir yandan tesettürlü olacaksın, bir yandan da tesettürü utandıracak işler yapacaksın, tesettürü yerle yeksân edeceksin. Zevk ü sefâ içerisinde kaybolup gideceksin. Bu, tesettürün ihtiva ettiği mânâya ve tesettürü emreden Allah’a karşı yapılan en büyük haksızlık ve saygısızlık değil midir?

GELİNEN noktada “Tesettürün zaferi mi?” desem, yoksa “Zafer görünümlü mağlûbiyet mi?” desem, bilemiyorum...

Bu ülkede yıllardır bu konunun kavgası verildi. Yoğun ve keskin tartışmalar yapıldı. Nice mağduriyetler yaşandı. Sırf başını kapattı diye genç kızlar, kadınlar nice acılar çekti. Öğrenciler okullarından atıldı. İkna odalarında zorla başları açtırıldı. Okullara, üniversitelere alınmadılar. Nice hakaret ve zulme mâruz kaldılar. İşlerinden oldular. Hastanelerde sağlık hizmeti verilmedi.

Hâlbuki inanmak, inancını yaymak, düşünmek, düşüncesini açıklamak, eğitim görmek, tedavi olmak, çalışmak temel insan haklarındandı. Aslında tabiî hukuk bu hakları garanti altına alıyordu ama gerek içeride ve gerekse dışarıda ideolojik ve politik maksatlarla çıkarılan yasa ve mevzuat hükümleri bu hakları ayaklar altına alıyordu.

Aslında kılık kıyâfet de temel bir insan hakkıdır. Böyle olmasaydı insanlar hiç giyinirler miydi? Zâten ontolojik olarak bu durum insan fıtratıyla uyumluluk teşkil eder. İnsanlık târihine baktığımız zaman insanların bir şekilde giyindiklerini, tesettüre (örtünme) büründüklerini görürüz. Buradaki tesettür sadece başın örtünmesi değil, topyekûn bedenin örtünmesi anlamındadır. O hâlde giyinme, örtünme fıtrî ve insânî bir duygu ve olgudur. Kadınların Kur’ân’a göre örtünme durumları ise Allah’ın emridir. Ama buna rağmen geleneksel ve sosyolojik olarak tüm toplumlarda kadınlar vücutlarını ve başlarını bir şekilde örtmüşlerdir.

Hâl böyleyken, o zaman neden insanlar ve yönetimler çok tabiî bir durum olan insanların kılık kıyafet, giyinme ve örtünmeleriyle uğraşırlar ki?

Bu durum, tamamen ideolojik saik ve ilkelerle kurulan ulus devletlerin politik tercih ve tasarruflarından başka bir şey değildir.

İşte bu konuda yönetimler katı ve Jakoben bir laiklik anlayışıyla, aslında laikliğin etimolojik ve epistemolojik yapısına da ters düşen bir yaklaşımla -ki fiiliyatta kitlelere ve topluma sekülerizmi dayatmaktan başka bir şey olmayan böyle bir tutumla- bu haksız ve hukuksuz uygulamaları gerçekleştirdiler.

Bütün bu uygulamalar sürecinde toplum bölündü, mâşerî vicdan büyük yara aldı. Unutulmaz ve telâfisi mümkün olmayan nice acılar yaşandı.

Şimdi gelinen noktada tesettür serbest bırakıldı ve özgürleşti. Bu öyle bir özgürleşme ki, eskiden her yerde yasak olan tesettür şimdi her yerde serbest oldu. Kamu kurum ve kuruluşlarında, hastanelerde, okullar ve üniversiteler dâhil tüm eğitim kurumlarında, adâlet, emniyet teşkilâtlarında, mülkiyede, hatta askerî teşkilâtlara varıncaya kadar her yerde serbest bırakıldı.

Ama daha sonra ne oldu? Yaşanan süreçte tesettür kavramının içi boşaldı, boşaltıldı. Bunu da başkaları değil, bizzat tesettürü savunan kişi, grup ve çevreler kendi kendilerine yaptılar. Hem tam da bu dönemde! Yâni tesettürü savunan ve serbest bırakan bir iktidar döneminde…

Bu çok enteresan ve paradoksal bir durumdur. Görünüşte ve sayısal olarak belki tesettürlülerin sayısı arttı ama tesettür kavramının içi boşaldı, boşaltıldı.

Tesettür, lugâvî ve ıstılâhî olarak ve Kur’ânî mânâda sadece bir bez parçasıyla başı ve ilgili yerleri örtmek değil, aslında takvâ libâsını giymekle, giyinmekle değerlendirilmelidir. Bu da ancak Allah’ın emir ve yasaklarına uymakla mümkündür.

Genç kızımızın, kadınımızın başı kapalı ama inancı, imanı, ruhu, ahlâkı, şahsiyeti, haysiyeti, şerefi, izzeti, onuru, edebi, âdâbı, terbiyesi, oturuşu, kalkışı, yaşantısı çok sıkıntılı maalesef!

Allah tesettürlü olmayı böyle mi emretmişti? Tesettüre yüklediği mânâ bu muydu? Bir yandan tesettürlü olacaksın, bir yandan da tesettürü utandıracak işler yapacaksın, tesettürü yerle yeksân edeceksin. Zevk ü sefâ içerisinde kaybolup gideceksin. Bu, tesettürün ihtiva ettiği mânâya ve tesettürü emreden Allah’a karşı yapılan en büyük haksızlık ve saygısızlık değil midir?

Tesettür için az mı mücâdele edilmişti, az mı çile çekilmişti, az mı acılar yaşanmıştı? Şimdi gelinen noktaya bakın Allah aşkına! İnsan utanıyor. Yalnız az da olsa tesettürün hakkını verenleri bunlardan istisnâ tutarım.

Bir mücâdele verilmiş ama demek ki şuursuzca verilmiş. Demek ki bu mücâdele özünde İslâmî değil, siyâsî imiş. Ya da İslâm görünümlü siyâsî bir mücâdele… Başka bir ifâdeyle, ideolojiye bulaşmış siyasal İslâmcılık ve FETÖ’ye evrilmiş çıkarcı Müslümanlık… Sonuçta her ikisinde de ruhu kaybolmuş bir tesettür anlayışı… Siyâseten imkâna, rahatlığa ve bolluğa kavuşunca da hakikî mânâda ne İslâm kalıyormuş, ne dâvâ, ne de takva…

Hele de liderlerinin “Tesettür furûattır (teferruat)” demesinden hemen sonra cemaat (The Cemaat) mensuplarından birçoğunun otomatikman başlarını açmasında olduğu gibi…

Onun için laikçilerin, sekülerlerin, çağdaş ve modernistlerin artık korkmalarına ve ürkmelerine hiç gerek yoktur. Çünkü tesettürü savunanlar da büyük ölçüde değişti ve dönüştüler. Aslında bu durum, vahşi kapitalizm ve modernizmin bir zaferidir, tesettürlülerin değil.

Gelinen noktada kapitalistler ve modernistler fazla üzülmesinler. Çünkü bu yolda galip sayılır mağlûp olanlar.

Böylece yılların beslediği dâvâ söndü, umutlar kayboldu. Tesettürün ruhu öldü, cesedi kaldı. Tâ ki “ba’sü ba’de’l mevt” olana kadar…