Terörle mücadelede çok amaçlı bir harekât tarzı: Pençe-Kilit

Pençe-Kilit Operasyonu, hem Sincar, hem de Kandil’i hedefleyen bir operasyon olduğuna göre, Türkiye öncelikle Irak ile Suriye arasındaki güzergâhta PKK’nın PYD ile temasını kesinlikle bitirecektir. Sincar bölgesinin Türkiye’nin kontrolünün altına girmesi demek, Kuzey Irak’taki Türkmen soydaşlarımızın fiilen Türkiye ile birleşmesi demektir. Bunun ne kadar muazzam bir hâdise olacağını tasavvur buyurun!

18 Nisan 2022 tarihinde Irak’ın kuzeyindeki terörist unsurlara karşı başlatılan “Pençe- Kilit Harekâtı”, icra ediliş tarzı ve kapsadığı alanın genişliği yönünden 2018’den beri yürütülegelen Pençe Harekâtlarından çok farklı bir yapı arz etmektedir.

Harekâtın icra ediliş tarzı ve kapsamına bakılarak yorumlanmasının, bizi harekât hakkında daha sağlıklı sonuçlara götüreceğine inanıyorum.

Bu harekât başlamadan önce İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun 16 Mart 2022 tarihinde İstanbul Esenler’deki “İyilik Fuarı” açılışında yaptığı konuşmada verdiği şu mesaj dikkatlerden kaçmamıştır: “Nasıl Doğu ve Güneydoğu’ya huzur getirmişsek, Amerika ve Avrupa’nın elinden Suriye’yi de, Irak’ı da kurtaracağız, oralara da huzur getireceğiz!”

Soylu’nun bu konuşmasında Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’tan Türkiye’ye yönelen terör hareketlerinin asıl azmettiricisi olarak açıkça ABD ve Avrupa’yı zikretmesi, hafızam beni yanıltmıyorsa Türkiye’nin resmî ağızdan bu kadar yüksek bir sesle yaptığı ilk konuşmadır. İhtiyatın bir tarafa bırakılarak ABD ve Avrupa’yı dünya kamuoyu önünde terörün asıl destekçileri olarak ilân etmek, Türkiye’nin terörle mücadelede yeni bir eylem tarzına geçtiğini göstermektedir. Bu eylem tarzının temel niteliğiyse teröre destek veren kim olursa olsun, bizzat hedefe konulmasıdır. 

Süleyman Soylu, böyle bir konuşmayı kendi görüşü olarak yapamayacağına göre, onun bu beyanından Türk Devleti’nin terörle mücadelede yeni bir mücadele bayrağı kaldırdığı ve bu mücadele esnasında da karşısına kim çıkarsa çıksın, sonuç almadan geri dönmeyeceği anlaşılıyor. 

Harekâtın genişliği dikkat çekici!

Bu harekâtın daha önceki Pençe Harekâtlarına benzemeyen bir alan genişliğinde tatbik edilmesi, bizde Devlet’in terörle mücadelede yeni bir eylem plânına geçtiği kanaatini uyandırdı. Evvelâ bu harekâtın coğrafî büyüklüğü, diğer Pençe Harekâtlarıyla kıyas kabul etmez. Ayrıca muharip unsurların bir bölgeye değil, üç farklı bölgeye indirilmesi, bu genişlik ve derinlik içerisinde Atak helikopterlerinin alışılmışın dışında bir yoğunlukta kullanılması, Akıncı SiHA’larla beraber yeni silah, mühimmat ve muhabere unsurlarının devreye alınması da sıradan bir operasyon ile karşı karşıya olmadığımızı işaret etmektedir.

Harekâtın icrası esnasında gösterdiği bu işaretler, bu operasyonun sadece terörist unsurları yok edip onlardan temizlenen alanların tutulması esasına dayanmamaktadır. 

Evet aziz okuyucu, Türk Devleti bu operasyon ile ilk defa terör unsurlarını bertaraf etmenin dışında, operasyona yeni hedefler ilâve etmiştir. Bu hedefleri askerî, siyâsî ve iktisadî yönden üç başlık altında ele almak mümkündür. Askerî açıdan bakıldığında, Türk Devleti’nin, sınırlarından 60-70 kilometre derinlikte geniş ve büyük bir alanı kontrol altında tutmak istediği anlaşılmaktadır. Operasyonun çapına bakıldığında, birliklerin indirildiği alanların temizlenmesinden sonra, birtakım yerlerin kilidinin açılması ve birtakım yerlere de kilit vurulması gibi hedefler göze çarpmaktadır. Bu hedeflerden ilki, Zap bölgesinin kontrol dışında kalan kısımları ile Gara arasındaki büyük boşlukların kapatılmasıdır. Bu büyük alanın silahlı unsurlarca tutulmasından ve üs yapılanmalarının tamamlanmasından sonra muhtemelen Gara’nın kilidinin açılması yönünde hareket edilecektir. Gara’nın kilidinin açılması demek, batıda Sincar ve doğuda  Kandil yollarının da açılması demektir. Şu hâlde asker indirilen bölgelerde temizlik yapıldıktan sonra, harekât iki kola ayrılarak biri Gara’ya, birisi de Kandil’e yönelecektir.

Bu ne demektir?

Bu, günün sonunda Kuzey Irak’ın PKK unsurlarından temizlenmesi ve bir daha bu bölgede etkin bir varlık gösterememesi demektir!

Pekâlâ! Kuzey Irak’ta PKK’nın kökünün kazınmasının ardından Devlet, iktisadî açıdan neyi hedeflemiş olabilir? Bendenize göre Türkiye, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin sahasında bulunan petrol ve gaz bölgelerini denetim altına almak istemektedir. An itibariyle dünyanın içinde bulunduğu konjonktürel durum, devletleri güvenli enerji kaynaklarına ne pahasına olursa olsun ulaşmaya zorlamaktadır. Türkiye büyük bir devlet olmak istiyorsa, artık terörün başını oracıkta ezmenin yanında, enerjiye en kısa ve en etkin yoldan ulaşmak zorundadır.

Şu an için, Türkiye açısından en kısa maliyet-etkin enerji kaynağı Kuzey Irak’tır. Harekât başlamadan önce Başkan Erdoğan ile Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başkanı Neçirvan Barzani’nin Ankara’daki görüşmeleri, bu konuda Bölgesel Yönetim ile Türkiye’nin anlaştığını göstermektedir.

Bölgesel Yönetim, PKK ve İran’ın kontrolündeki Haşdi Şabi gibi Şii milis grupları tarafından baskı altındadır. Bu baskıyı kırmak için de Türkiye ile işbirliğine gitmekten başka bir çıkar yolu yoktur. Türkiye ile işbirliği, bir kazan-kazan işbirliği olarak iki tarafı da güçlendirecektir. Değilse, Bölgesel Yönetim’in Merkezî Yönetim ile de arası iyi değildir ve bizim dışımızda bir çıkış alternatifi yoktur. Şartlara bakılırsa, Bölgesel Yönetim, Türkiye’nin Belarus’u olmak zorunda kalacaktır. Türkiye, bir bölgesel ekonomik anlaşma ile bu durumu pekâlâ gerçekleştirebilir. Zaten bölge, Mîsak-ı Millî sınırlarımız içindedir.

Harekâtın siyâsî hedeflerine gelince…

Hedefte ne var?

Irak, önünde sonunda üç devlete ayrılacak gibi görünüyor. Bunlardan ilki İran etkisinde Şii bir yönetim, ikincisi İran etkisine karşı çıkan Şii ve Sünnî Araplar tarafından oluşturulacak bir yönetim, üçüncüsü de zaten mevcut olan kuzeydeki otonom bölgedir.

Irak, ABD tarafından fiilen, İran tarafından da resmî olmayan bir biçimde işgal edilmiş gibidir. İran’ı Irak’ta bu denli palazlandıran ABD’dir. ABD’nin demokrat kanadı, daima İran severdir. Her ne kadar İran karşıtı görünseler de onlar arasındaki ilişki, bir tür aşk- nefret ilişkisidir. Trump döneminde soğuyan ilişkiler, Biden döneminde tekrar ısıtılmaya başlanmıştır.

İran’ın Irak üzerinde artan nüfuzu, Şii olsalar bile Iraklı Şii Arapları da endişelendirmektedir. İran yanlısı Şiilerle Irak yanlısı Şiiler arasında bir çatışma ihtimâli gittikçe güçlenmektedir. İran, Irak’a Türkiye’nin şu veya bu şekilde müdâhil olmasından hiç hazzetmemektedir. Bizim Irak’ın kuzeyinden gelişimiz, İran’ın uykularını kaçırmaktadır. İran buna mâni olmak için elinden gelen her türlü argümanla bizim aşağı inmemizi önlemeye çalışmaktadır. 

Kuzey Irak’taki PKK’yı ABD’den çok İran koruyup kollamakta ve Haşdi Şabi milisleri eliyle onu tartışmalı bir meşru gücün dokunulmaz parçası hâline dönüştürmeye çalışmaktadır. İran’ın rüyası, kendi gaz ve petrolünün Irak ve Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaştırılmasıdır. İran bunu Obama döneminde gerçekleştirmeye çalıştı ancak Trump döneminde Türkiye’nin Kuzey Suriye’ye yaptığı operasyonlar neticesinde hüsrana uğradı. 

Kaldı ki, İran’ın böyle hareketlenmesini ABD teşvik etse bile İsrail buna şiddetle karşıdır. İran’ın bölgede önünün kesilmesi hususunda Türkiye ile İsrail arasında gizli bir mutabakat vardır. Bu mutabakat bir anlaşma biçiminde olmasa bile, İran’ın önünün kesilmesi, tarafların işine gelmektedir. Bu durumda Türkiye’nin yaptığı her hamle İsrail’in işine yaramakta, İsrail’in yaptığı her hamle de Türkiye’nin işine yaramaktadır. 

İran, Türkiye’nin Kafkaslardan itibaren kendisini sarıp kuşattığını düşünmektedir. Bu itibarla Türkiye’nin Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ile yapacağı bir işbirliğinin önüne geçmek için PKK, ABD ve Rusya ile her türlü fırıldağı çevirmektedir. “Kuzey Irak’ta Rusya ne iştir?” denilecek olursa, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin sahasındaki petrol ve doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa ile buluşması, Rusya’nın elini zayıflatacak ve AB üzerindeki baskı ve şantaj gücünü kıracaktır. Böyle bir durum Rusya’nın çıkarlarına aykırı olduğu için, Rusya o bölgede İran ile işbirliğine gitme konusunda tereddüt etmeyecektir.

Lâkin Rusya’nın Ukrayna sahasında içine düştüğü bataklık, onun Kuzey Irak’ta başat bir aktör olmasının önünü almaktadır. Suriye sahasında ise ABD ile papaz olması yakındır. 

Türkiye, İran’a, ABD’ye ve onlarla işbirliği yapan kim olursa olsun ona rağmen Kuzey Irak operasyonunu bu yıl içerisinde hitama erdirmeyi düşünmekte ve PKK’nın kökünü kazımaya ahdetmiş görünmektedir. Türkiye bu bapta önüne çıkacak engelleri aşacak askerî bir güce malik olmasaydı, “Irak ve Suriye’den Avrupa ve Amerika’yı kazıyacağız” demeye çekinirdi. Demek ki şu anki askerî gücü, psikolojik üstünlüğü ve konjonktürel durumdan gelen avantajları ona bu cümleyi açıkça sarf ettirmektedir.

Malûm, Türkiye blöf yapan bir ülke değildir. “Yapacağım” diyorsa mutlaka yapacaktır. Başkan Erdoğan, bu kez Süleyman Soylu’nun ağzından konuşarak manevra alanını güçlendirmekte ve muhataplarının kendisi ile bu konuda temasa geçmesini beklemektedir. Bu temas neticesinde saha yerine istediklerini masadan devşirme biçiminde bir plân uygulamaktadır. Soylu saha, Erdoğan masa pozisyonunda beklemektedir.

Bundan sonra ne olacak?

Pençe-Kilit Operasyonu, hem Sincar, hem de Kandil’i hedefleyen bir operasyon olduğuna göre, Türkiye öncelikle Irak ile Suriye arasındaki güzergâhta PKK’nın PYD ile temasını kesinlikle bitirecektir.

Sincar bölgesinin Türkiye’nin kontrolünün altına girmesi demek, Kuzey Irak’taki Türkmen soydaşlarımızın fiilen Türkiye ile birleşmesi demektir. Bunun ne kadar muazzam bir hâdise olacağını tasavvur buyurun!

Bu durumda Türkiye, sırtını Irak Türkmenlerine yaslayarak Mîsak-ı Millî’ye giden yolun taşlarını rahatlıkla döşeyebilir. Herkes biliyor ki, Musul vilâyeti, Türklerin yüreğinde daima hazin bir ukdedir. İngilizlerin katakulleleri ile elimizden çıkan bu sancak, belki bugün, belki yarın bize dönecektir. Ve belki o yarın, bugündür!

Türkiye’nin Irak Türkmenleri ile böyle bir irtibat kurması, Irak Türkmenlerinin Arap ve Kürt unsurlara karşı elinin güçlendirilmesi anlamına gelir. Bu da Türkiye’nin bölgeye askerî ve siyâsî açıdan müdahalesinin önünü açan, onun buradaki hareketlerini kolaylaştıran önemli bir koz sunabilir.

Türkiye, Sincar üzerinden Kerkük ile mutlak surette bu irtibatı sağlamalıdır. Harekâtın seyri zaten bize bu imkânı fazlasıyla verecektir. Türkiye’nin zamanla bölgede Mîsak-ı Millî’ye dair çekeceği bir çizgiye ne İran, ne ABD, ne de yapay bir devlet olan Irak’ın bizzat kendisi mâni olabilir.

Suriye sahasına gelince… Burada tuhaf şeyler olmaktadır. ABD’nin CENTCOM komutanının örgüt elebaşı Abdi ile görüşmesi, Türkiye tarafından yenir yutulur, hazmedilir ve kaldırılabilir bir şey değildir. ABD burada sinir uçlarımızla oynamaktadır. Lâkin ne yaparsa yapsın, hangi tefte oynarsa oynasın, Türkiye’nin o kukla örgütün başını ezmesine mâni olamayacaktır. Kuzey Irak’ta işimiz biter bitmez, daha büyük bir güç ve kararlılık ile Suriye’nin tepesine çökeceğimizi ABD de biliyor, Rusya’da.

Sonuç

ABD, Türkiye’ye karşı bu orostopollukları yaptığı gibi, Rusya’nın Ukrayna’daki durumundan istifade ederek PYD’yi hızla palazlandırmakta ve Suriye’nin üçte birini kontrol eden bir yapay devletçik kurmak için her türlü argümanı geliştirmektedir. ABD’nin bölgeye hava savunma sistemleri getirdiğine veya getirmek istediğine dair duyumlar, artık mızrağın çuvala sığmadığını göstermektedir.

Suriye hava sahası Ruslar tarafından kapatıldığına ve Türk uçakları bu bölgede uçmadığına göre, bu hava savunma sistemleri Rusya’ya karşı kullanılacak demektir. Böyle bir durumda Rusya’nın Suriye rejimi ve Türkiye arasında bir gizli anlaşma zemini kurarak oyunu bozması beklenebilir. Çünkü Ruslar havada uçamadıkları an, Rusya Suriye’de bitmiş demektir. Burada bir kukla devletçik kurulursa, Türkiye kendi oluşturduğu ceplerde armut toplayacak değildir. Mutlak surette bunu beka meselesi sayar ve şartlar ne olursa olsun, bir savaş ihtimâlini asla dışarıda tutmaz.

ABD’nin böyle bir durumda sonuna kadar PYD’nin arkasında duracağını sanmıyorum. O bildik oportünist tavrıyla aradan sıyrılacak ve eliyle büyüttüğü kuklanın ezilmesini timsah gözyaşları içinde izleyecektir.

Aziz okuyucu, Türkiye’nin başlattığı Pençe-Kilit Operasyonu, pençesini PKK’yı koruyup kollayan unsurlara, kilidini de o unsurların kullandığı kuklaya vuracak ve Allah’ın izniyle bu harekâtların sonunda Türkiye, Mîsak-ı Millî’sini yüz yıl sonra da olsa gerçekleştirecektir.

Ergenekon’da dört yüz yıl beklemiş olan bir milletin uygun zamanı bekleme ve o uygun zamanda harekete geçme genleri hâlâ aktiftir. Bunun ne kadar doğru olduğunu, en iyi hakem olan zaman gösterecektir. Vesselâm...