Terör aklı

15 Temmuz gecesi, "terör aklı"nın hukukî ve fikrî yönlerini netleştirmek noktasında bize tarihî bir ders vermiştir. Bu dersin ilk başlığı, fikren ve hukuken veya siyasî ve kültürel açıdan egemenliğin millete ait olduğu ve millet tarafından yürütüleceği akletmesine itiraz eden her türlü anlayışın özünde terör aklı olduğunu açıkça göstermiştir.

BİR TV dizisi gibi izlendi Gülenist Hareket. Dizi, "kahraman eğitmenler" fragmanı ile başladı ve merakla ekrana kitlenen seyirci, yıllarca izlediği bu seri filmi "millî başarı öyküleri" ile destekledi. Öyle ki, önceki dönemde on dört yıllık iktidarın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bile Gülenist hareketin başı olan Fethullah Gülen'e "Bu hasret bitsin, memleketine dön!" çağrısı yaptı.

Her şey "normal" seyrediyordu; daha doğrusu normalite şeklinde algılanıyordu. Oysa Fethullah Gülen'in "gölgesi düşen" iki önemli örgütlenme(si) vardı: TSK içindeki yapılanma ve beklenen kurtuluş günü hazırlığı…

Beklenen kurtuluş günü, Tanrı tarafından seçilmiş olduğuna inanan bir "doğru yola ileten" lider (Mehdi) ve onunla birlikte hareket eden seçilmiş kuşağın "zafer günü"dür. Kuşkusuz zafer için hazırlık yapılması gereken en önemli çalışmalardan biri, "askerî yapılanma" yönüdür.

Gülenist hareketin askerî yapılanması ve Mehdiyet kurgusu çok uzun yıllar görülmek istenmedi veya görünen yüzün bir gün (15 Temmuz) terör saldırısına dönüşeceğine kimse ihtimâl vermedi.

Gülenist hareket TSK içindeki yapılanmasını, "darbeci ve cuntacı Kemalist örgütün tasfiyesi" maskesi ile sürdürürken, eşzamanlı olarak Mehdiyet kurgusunu da "dinler arası diyalog" ile uluslararası alanda meşrulaştırmaya çalışıyordu. Peki, bu süreç neden “‘Geliyorum!’ diyen tehlike” kategorisinde değerlendirilmedi?

Bu sorunun cevabı olma ihtimâli olan ve kafa karıştıracak seçenekler vardı: Demokratikleşme ve yeni anayasa sürecinde Gülenistlerin gücünü ve desteğini almak; Türkiye'deki dindarların yakın tarihte uğradıkları zulümler ve kamusal alandaki haklarını elde etme çabası noktasında "dindarlar arası dayanışma" ihtiyacı; İmparatorluk dönemindeki görkeme geri dönüş için uluslararası başarılara olan ihtiyaç ve iktidar oluşun muktedir kılınması için gerekli olan "insan kaynağı" yapılanması...

Kuşkusuz AK Parti, Fethullah Gülen'i ve onun yönettiği kitleleri tüm bu seçenekler içine alan "Hepsi" şıkkı ile benimsedi ve destekledi. Asıl ilginç tarafı şu ki, toplum da başka sebeplerle bu yapıyı benimsedi: Güç, şöhret, kariyer ve en naif konu olan "çocukların geleceği" noktasındaki başarılı adres ihtiyacı…

Yani devlet kadar toplum da her geçen gün bu hareket ile ilişkisini geliştirdi ve bu nedenle 15 Temmuz gecesinde yaşadığı dehşet ile Gülenist hareket arasında bağa şahit olmanın getirdiği ardışık travmaların içine düştü. Gerçi Erdoğan, Başbakanlık döneminde 17-25 Aralık operasyonlarından itibaren "Aldatıldım! Tehlike büyük! Bu bir terör örgütü imiş meğer! Dikkat!" diye uyarmış olsa da, devlet ve toplum FETÖ gerçeğini görmekte gecikti; hatta bir algı gecikmesi bile yaşandı. Çünkü 17 Aralık'tan sonra bile Erdoğan’ın yol arkadaşlarının ezici bir çoğunluğu, Erdoğan'ın uyarılarını mübalağalı, Gülenistlere yönelik tedbirleri de adil bulmuyordu. Sonuç: 15 Temmuz terörist darbe girişimi…

15 Temmuz gecesi hafızalarda iki net sahneleme vardı: Saldırganlar uçaklarla bomba yağdırdılar, üstelik buna Meclis dâhildi, halk ise canını ortaya koyarak devletin "Ne oluyoruz?!" şaşkınlığı sürerken tereddüt etmeden darbeye direndi. Masum halk ve karşısında sivilleri bombalayan teröristler…

Teröristler yakalandıkça net bir fotoğraf ortaya çıktı. Operasyonu Gülenistler yönetiyordu ve Gülensitlere eski darbeci-cuntacı bazı Kemalistler de destek vermişlerdi. Zaten FETÖ (Fethullahçı Terör Örgütü) de bu koalisyonu ifade ediyordu.

On binlerce Gülenist üye bile, "Bu terör saldırısının da arkasında Gülenistler varsa, onlar mutlaka satın alınmış Gülenist hainlerdir! Biz liderimizle masumuz! Hatta bu, Erdoğan'ın tiyatrosu bile olabilir" diyebildiler. Ancak her geçen saat ve belge bir gerçeği detayı ile birlikte ortaya koyuyordu: Gülenistlerin askerî kanadı FETÖ yapmıştı bunu!

Nitekim Devlet, toparlanır toparlanmaz iki operasyona girişti: FETÖ üyeleri yakalandı ve 17 Aralık’tan sonra tüm uyarılara rağmen FETÖ’yü inkâr eden ve ısrarla Gülensitliğe devam eden binlerce kamu görevlisi görevden el çektirildi. Sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler başta olmak üzere ticarî kuruluşlar hızla kapatıldı, soruşturma kapsamına alındı ve adalet süreci başlatıldı.

15 Temmuz gerçeği ile yüzleşmek kendileri ile barışık olmayı riske edeceği için, oluşan nefreti, kendilerini aldatan Gülen'e yöneltmek yerine Devlet’e ve topluma yöneltmeyi tercih eden Gülenistler, artık "paralel toplum" olarak uzun süre rehabilitasyona muhtaç birer "akıl zombisi" gibi dolaşacaklardır.


Türkiye bu aklı ve ahlâkı devreye sokabilecek ve süreci işletecek anlamda ne yapabilir?

Kuşkusuz Gülenistlerin on binlercesi aile ve çevreleri ile beraber hesaba katıldığında, ortaya milyonlarla ifade edilen bir toplum dokusu çıkmaktadır. Bu doku, hasta olduğunu kabul etmeyen ve sürekli başkalarını suçlayan bir zihniyet taşımaktadır ki bununla mücadele, FETÖ ile mücadele kadar hızlı sonuç veren bir finalle bitmeyecektir. Toplum en az çeyrek asır bununla yaşamak ve mücadele etmek durumunda kalacaktır.

Üstelik bu öyle bir zihniyettir ki, daha nice FETÖ'ler doğuracak insan kaynağı örgütleyen cemaatler, dernekler ve/veya siyasî hareketler bu topraklarda boy vermektedir. Üstelik özünde İslâm düşmanlığı olan ulusalcı cuntacıların da bunları bahane ederek kendi terörist hedefleri için çabaları eklendiğinde, Türkiye'nin yakın geleceğinin "terör ile mücadele" ekseninde geçeceği aşikârdır. PKK ve DAEŞ gibi diğer uluslararası destekçileri olan yapıların terör listesindeki sicillerini de eklediğimizde, günlerce süren demokrasi nöbetlerinin önemi daha iyi anlaşılacaktır.

Terörist darbelerin operasyonel kısımları kontrol altına alınabilir, ancak terör yöntemini zihninde meşrû gören terör aklı ise varlığını koruyacaktır. Bu akılla mücadele etmenin yol haritası, bir devlet stratejisi ve toplum ahlâkı konusudur. Peki, Türkiye bu aklı ve ahlâkı devreye sokabilecek ve süreci işletecek anlamda ne yapabilir?

3T: Tanı, teşhis, tedavi

Öncelikle "terör aklı"nı tanımak ve tarif etmek lazım! Görülecektir ki bu tanım ve tarife uyan siyasî partiler, STK'lar, aydınlar, cemaatler ve hatta toplumun içinde vatandaşlar mevcut. Peki, terör aklını nasıl tanıyacağız ve tarif edeceğiz?

Kuşkusuz terör aklını iki açıdan tarif etmek durumundayız: Hukukî ve fikrî...

Hukukî açıdan terör tanımında özgürlüğe zarar veren, kişinin masumiyetine gölge düşüren, toplumsal kamplaşmaya kaynaklık edecek bir tariften sakınılmalıdır! Dünyanın hukukî açıdan demokrasi ve özgürlük tecrübesi ile elde ettiği kazanımlar kaybedilmeden yapılmalıdır her şey. Bu noktada dünyada, "Senin teröristin, benim teröristim" gibi politik hesaplara kurban edilen bir çifte standart olmamalıdır. Bu bağlamda FETÖ kalkışmasının cezası, uluslararası mahkemelerde de bilgi kirliliğine, politik şantajlara malzeme yapılmak istenecektir; buna yönelik tedbirler alınmak durumundadır.

Terör aklının kuvveden fiile geçişinde, "hazırlık ve uygulama" safhalarındaki delil ve ceza tanımları net olmak durumundadır. Nitekim 15 Temmuz saldırısına ilişkin hukukî süreç devrededir. Bu bağlamdaki sorunlar da zaman içinde ortaya çıkacak ve tartışılacaktır. Fakat bir de işin kuvve-fikrî yönü var: Terör aklı ile yaşamak…

Terör aklının fikrî analizinde özellikle düşünce özgürlüğü sınırları çok ama çok net çizilmek durumundadır. Çünkü "potansiyel terörist" iddiası ile neredeyse her farklı fikir, diğer fikri "terörist aklı" diye mahkûm etmeye kalkacaktır. Oysa terörist akıldan kasıt, terör eylemlerini meşru gören ve günü geldiğinde bu yöntemi fikrin doğal meyvesi sayan akletme şeklidir. İşte bu akletme şeklinin fotoğrafını doğru çekmek gerekir. Üstelik fikrî-hukukî yön de bütünleşik olmak durumundadır.

Tam da bu noktada, 15 Temmuz kalkışması kapsamında Gülenist hareketten çıkarılacak en büyük ders, fikrî ve hukukî açıdan terör aklına dair en iyi örneklerden birine sahip olduğu gerçeği ile yüzleşme fırsatı vermesidir. Çünkü hukuken terör tanımı ile buna kaynaklık eden fikrî sürecin ortak paydası aynıdır: Egemenliği millete vermemek!

Egemenliğine sahip çıkan ve şehit olan halka bile rahatlıkla "Ahmak!" diyebilen Fethullah Gülen'in akletme tarzıyla AK Parti'yi iktidarda tutan halka "Cahil ve makarna için iradesini satan, göbeğini kaşıyan adam!" deyip "Ben laik ve Kemalist aydınım" şeklinde kendisini tanımlayan ve böylelikle egemenliği millete bırakmama niyetinde olanların akletme parkuru aynıdır.

Dolayısıyla terör aklının fikren ve hukuken tarifini yapacak temel şiar, "Egemenlik milletindir" ifadesinde yatan egemenliğin milletçe yürütülmesi noktasında her alandaki ölçü ve sınırlardır.

Nitekim Fethullah Gülen, başından beri egemenliğin millete bırakılmasına itiraz eden bir akletme şekline sahipti ve bunu gizlemeyi meşrû gören bir fikir atlasını taraftarlarına da benimsetmişti. Gülen'e göre egemenlik millete değil, Tanrı’nın seçtiği ve görevlendirdiği isimlere bırakılmalıydı; çünkü egemenlik millete bırakılırsa birçok tercihte Tanrı'ya rağmen kararlar alabilecekti. Üstelik Gülen, kıyametten önce beklenen "büyük kurtuluş günü" mimarının, yani Mehdi’nin zaten Tanrı adına egemenliğin lideri olduğu düşüncesiyle birlikte onun "Tanrı’nın gölgesi" veya "Tanrı’nın kılıcı" olduğu yönünde inançlara sahipti.

Gülenistler doğal olarak milletin egemenliğini demokratik yollarla kullanma şekli olan seçimleri her zaman "aldatılan halk" formunda yorumladılar. Parti kurmamalarının bile kökeninde, zihinlerindeki bu egemenlik kodları vardı. Nitekim 17 Aralık operasyonundan sonraki yerel seçimlerde halkın AK Parti’yi tekrar iktidara taşımasını "zulme rıza gösteren cehalet" veya "fâsıklık" olarak nitelediler.

Gülenistlere göre devlet bile milletin egemenlik yetkisini koruyan ve vekâleten bunu işleten bir mekanizma değil, seçilmiş kutsal harekete hizmet edecek bir araç olarak görülmüştür. 15 Temmuz gecesi rahatlıkla devlet kurumlarının bombalanmasının zihinlerdeki kodu da işte bu devlet tanımıdır!

Terörün hukukî tarifindeki öz neydi? Cebren ve şiddet ile egemenliği milletin elinden alıp ve yine cebren ve de şiddet ile devleti yönetme çabası...

Egemenliğin millete ait olması, millet eliyle işletilmesi, milletin verdiği vekâletle yürütülmesi gibi, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!" şiarıyla özdeşleşmiş egemenlik tanımına yönelik itirazda bulunmak ve egemenliğin öznesini değiştirme fikri de terör aklının akletme yönüdür.

Hatta hatırlanacağı üzere, "Allah’ın hüküm koyması" şiarı bile birçok dinî cemaat ve örgüt tarafından egemenliğin Tanrı’ya ait olduğu ve O’nun adına bazı dindarların bunu yürüteceği şeklinde yorumlanmak istenmiştir.

Oysa Allah'ın neyin iyi-kötü, neyin hak-bâtıl olduğu noktasında hüküm koyması ve koyduğu hükümlere göre toplum ve devleti yapılandırmasının yanında yöneticilerini seçme, denetleme, görevden alma ve devlet-toplum arasındaki ilişkiyi belirleme noktasındaki egemenlik arasında yer alan düzlem farkı çarpıtılarak aynılaştırılmak istenmiştir. Nitekim Müslüman coğrafyasındaki kan dökmelerin kökeninde, bu aynılaştırma fikri ve yapılanması vardır. Yani İslâm’ı özgürlük temelli değil de egemenlik temelli yorumlama ve egemenliği Tanrı adına kendinde görme şeklinde bir akletme mevcuttur. Zaten "İslâm ve terör aklı" arasındaki bağın bir türlü koparılamayışının özünde bu çarpık çıkış vardır.

Gülenistler, çok ilginçtir, bu çarpık anlayışın bir tek kendilerinde olmadığını ileri sürmüş ve hatta dünyaya karşı sürekli şekilde birçok ülkeyi ve İslâmî çalışmayı "terör aklı taşıyan dindarlar" diye ispiyonlamışlardır. 15 Temmuz gecesinde ise, suçladıkları bu akletmenin en adi ve acımasız örneğini bizzat kendileri uygulamışlardır.

15 Temmuz gecesi, "terör aklı"nın hukukî ve fikrî yönlerini netleştirmek noktasında bize tarihî bir ders vermiştir. Bu dersin ilk başlığı, fikren ve hukuken veya siyasî ve kültürel açıdan egemenliğin millete ait olduğu ve millet tarafından yürütüleceği akletmesine itiraz eden her türlü anlayışın özünde terör aklı olduğunu açıkça göstermiştir.

Meselemiz, "millî akletme" şiarını işlerken, her zaman terör aklı ile hukuken ve fikren mücadelenin örneklerini de sergiledik. Gülenistlere yönelik yaptığımız her analizde görülecektir ki, biz her fırsatta "FETÖ (bizdeki adı ile Gülenciler), Gülenistlerin milis kanadıdır ve bir gün egemenliğe saldıracak!" dedik.

Kuşkusuz sadece "Biz demiştik!" değil, aynı zamanda elimizden geldiğince "Biz yapmıştık da…" örneklerini sergiledik.

Şimdi bir kez daha topluma ve devlete hatırlatıyoruz: Egemenliği millete vermek istemeyen terör aklı, FETÖ-Gülenistlerin dışında birçok siyasî ve kültürel örgütlenmede de var ve günü gelince onlar da kendi 15 Temmuz’larını deneyeceklerdir!