Terazi ve kefe

Ölçme kapasitesi bilgiyledir fakat ölçütü belirlemek bilgi ve zekâyla karşılanamaz. Ölçme melekesi insanın dünyevî hareketleriyle şekillenir. Öğrenen, okuyan ve gelişen insan, kendini ölçecek teraziye erişir. Ölçütü de Allah’tan isterse, doğruluk terazisinde en hatâsız sonuçları elde edebilir.

KULLANIM alanı sanıldığından geniştir terazinin. Bir şeyleri ölçmek ve tartmak mevzubahis olduğunda, bunun gerekmediği çok az şey bulursunuz. Bir sistem olarak her yerdedir esasen… Fakat iki gözlü, sıklıkla demirden ve alışverişte kullanımı çok eski zamanlara dayanan cihazdan bahsediyorsak anlamı daralır.

Çok çeşitli ölçü sistemleri ve bu işe uyarlanmış alternatif aygıtlar var. Ama hiçbiri insan hayatına bu raddede uyum sağlamaz. Evvelâ iki gözlü olması mühimdir. Bir tartım işleminde iki gözün varlığı, iki şey arasında mukayese ya da bir şeyin değerini başka bir şeyle ispat etme mânâsı taşır. 

Gel gelelim, bir şeyin değeri ölçmede, başka hangi değeri kıstas alacağımız hususu derindir. Dikkat etmek gerekir. Bu yoldan devam edersek, hayatımızı kapsayan ve kavrayan terazilerin kefelerine ne koyduğumuzun analizi de hayli önem taşıyor.

Sizin hangi terazileriniz var?

Tabiî bu terazileri tasniflerken toplumsal ve bireysel olarak ayırdına varmak gerekir. Toplumsal terazilerde geçmiş ve bugünün yönelimleri, gelenekler, inanç sistemi gibi pek çok değerle zaman, kültür ve inanç sistemlerinin kıyası yapılırken, zaman zaman toplumun içe dönük değişkenleri de ölçülür. Burada bir ara söze de ihtiyaç var gibi duruyor. Bizim inanç sistemimiz Hak Din üzere olduğundan, kıyas kabul etmeyecek değerlerimiz listesinde ilk sırayı alır.

Toplumun aktörleri bireyler olduğuna göre, bireysel terazilerin kültür ve medeniyetler üzerindeki etkisi es geçilemez. Ben işi bu kadar da genişletmek niyetinde değilim. Benim bu yazıdaki aslî gâyem, hangi terazileri kullandığımızın farkına varabilmek…

Sevgi terazisi

Her şey sevgiyle başlar… Öyleyse insanın bu duygusunda çeşitli kriterlerin varlığı da kaçınılmaz olacaktır. Bir duygunun varlığı, ona, tarifi herkesçe değişen bir sûret kazandırır. Bir hacim ve bir varlık iddiası peydah olur. Bunlar gözle görülmese de niceliksel bir varoluşa da kanıttır. Öyleyse adresi değişen sevgileri birbirleriyle kıyaslamada da, sevginin doğruluk ve yararlılık oranını belirlemede de bir sevgi terazisinden bahsetmek mümkün.

Doğru ve ölçülü sevmek, her canlıya yöneltilen sevgi için geçerli… Severken kendi haklarını göz ardı etmemek gerekiyor meselâ… Aşılmaz limitler olmalı. Bu, sevmeyi sınırlamaktan ziyâde, seven kalbin iniş çıkışlarını sınırlamak ve hâddi aşmamak üzere bir limit. Bir şeyi sevmekle çok şeyi görmezden gelmeye başladıysa insan, içindeki terazilere başvurma zamanı gelmiş demektir. Birini çok sevmekle öz saygıyı kaybetme riski doğduğunda da yine aynı gereklilik gündeme gelir. Daha pek çok ölçüsüz sevme eylemi, bu teraziyi kullanma ihtiyacını doğurur.

Meziyet, terazinin diğer kefesindeki referans değeri doğru belirlemek… Bir yanlışı daha büyük bir yanlışla kıyaslamak, bilinen ve beklenen bir sonucu meydana getirir. Yanlış, yanlışla kıyaslandığında doğru zannedilir. Görüldüğü üzere bir yanlışa düşmekten daha vahim olanı, yanlışı yanlışla kıyaslayarak “doğru” sıfatına eriştirmek…

Peki, bu verici hissedişte insan bedbaht oluyorsa, yanlış sevme tarzını hangi doğruyla kıyaslamalı? Terazinin ölçülen değerini hangi ölçüt dikkate alınarak değerlendirebiliriz?

Hani bahsini ettiğimiz toplumsal terazi vardı ya, o terazide hangi değerler bulunuyorsa, yanlışını o değerlerle kıyaslamak gerekir işte! Bir sevme eylemi sana müşkül geliyor yahut nötr olduğun hâlde kendini analiz etmeyi ve nerede hatâ yaptığını bulmak istiyorsan, toplumsal terazinin kriterlerini her durum için ölçüt olarak belirleyebilirsin.

Önce dinî değerlerine bak!

İnandığın kitabın o konu hakkında ne söylediğine, Peygamberinin (sav) Sünnet-i Seniyyesine ve sonra ailenin, bulunduğun yöredeki geleneklerin ve elbette etik değerlerinin bu konu hakkındaki görüşlerini al! Bunlar, her eylemin doğruluk çizelgesini belirlemede son derece mühim…

Gönülden söylüyorum; başta Allah’ın emirleri ve Peygamber’in (sav) sözleri/hayatı olmak üzere, bugüne kadar doğruluğu tasdiklenmiş ne kadar ahlâkî değer varsa, hiçbirini günün metalarına kurban etme! “Bu böyleymiş ama bugün artık” diye başlayan tüm inkâr edişler, insanın hatâsına ve günahına biçtiği kılıflardır. Bunlar, hatâlardan dönmede hiçbir fayda sağlamayacak, insanın kendi yanlışını doğru kabul etmesi gibi berbat bir nihâyete götürecektir.

Kazanç terazisi

Her şeyden evvel belirtmem gerekiyor ki kazanmak, ilâve etmek değil, kaybetmemektir. Asıl kazanç, kaybetmemekle mümkün olur. Çünkü Allah (cc) insanları değerli ve zengin yaratmıştır. Ahlâk ve namus zenginidir insan… Ömür denilen süreç, onu kaybetmemek üzere sürdürülür. Sonra bir aile ve toplumun paydaşıdır insan. Bu da yaratılmak ve dünyaya dâhil olmakla birlikte kazanılmıştır. Bunları zâyi etmemektir kazanç.

Donanımdan kayıp vermedikçe kârda sayılırız. Ahlâk, edep, aile, vatan, inanç, merhamet, sevgi, dürüstlük, sorumluluk ve benzeri tüm zenginlikler, insanda mevcûttur. Bu tip değerleri her gün yeniden keşfetmeli insan. Kaybetmediği her an kendini kârda saymalı.

Maddî kazançlar bir emek ve gayret ile vâsıl olsa da, bunlar da rızık mucizesiyle birlikte düşünüldüğünde farklı bir yol haritası karşımıza çıkar. Para, kâr, mal/mülk dersen, işler karışıyor. Fakat “rızık” kavramı, emek ve gayreti hiçe saymamakla birlikte, çok daha farklı bir mertebeyi de insana bahşediyor.

Rızık tam olarak şu demektir: “Çalış, emek ver fakat baş eğme! Ömrünce ter dök ama hak yeme! Kazan, sahip ol ama harama düşme!”

Velhasıl rızık, gerekeni yaptıktan sonrasını garanti altına alır. Eğer adına kâr, kazanç, mal/mülk dersen, işin içine bir bilinmezlik giriyor. O hâlde insan, kazanamama korkusuyla kazanmak uğruna çok şeyleri fedâ ediyor. Ahlâkını, saygınlığını, inancını, kul hakkını, sevdiklerini ve daha pek çok değeri görmezden geliyor. Aslında kaybediyor!

Öyleyse kazanç terazisinin ölçüt değeri olarak önce dinî verileri ele almalı. Sonrasında da emek ve gayreti kâfi görmeli. Kazancın, var olanı kaybetmemek olduğunu bilmeli. Çalışmak yeterli ve doğruyken, rızkı geçebilirmiş gibi sınırları aşmamalı. Bu sınırları aşmak para kazandırsa da (bazen), çok zaman büyük ve yeri doldurulmaz değerlerin kaybıyla son bulur.

Doğruluk terazisi

Yaptıklarım doğru mu? Söylediklerim? İyi sandığım her şey gerçekten iyi mi? Emin adımlarla attığım tüm adımlar sağlam basıyor mu yere?

Ne çok soru var insanın kendine yöneltmesi gereken…

Çok önem verdiğim bir keşiften bahsedeceğim. Bu keşfi uzun zaman önce yapmıştım. Bütün satırları sil aklından, yazının öncesini ve sonrasını çöpe at istersen, ama şu cümleyi asla unutma. Bu cümle çok risklidir; insan bunu hemen sindirmez, kabul görmez iç dünyada her zaman, bu, zamanla sindirilebilen ve çok ısrarcı bir bakış açısıyla idrak edilebilen bir gerçek. Şöyle ki; en doğru bildiklerin, en emin oldukların, en onulmaz yanlışların olabiliyor.

Birini teselli ederken, birine kızarken, anlatırken, bir yerden bir yere giderken, bir karar verirken ölçüp tartıyorsun ve bir adım atıyorsun. Onu çok ama çok doğru sayıyorsun. Sonra o, hayatının en büyük yanlışı olabiliyor. Bu neden oluyor, biliyor musun?

Çünkü ölçtün, tarttın, üzerine düşündün, belki istişâre bile yaptın… Bu doğru süzgeçleri kullandığın zaman, sonuca itimadın artıyor. Sonrasında gelişen olumsuzlukları da kendi yaptığından bilmiyorsun. Öncesinde ölçülmüş ve değerlendirilmiş bir adım attığında, meydana gelen olumsuzlukları başka nedenlere bağlıyorsun. Hâlbuki en tehlikeli olanlar, bu tarzdaki eylemlerimiz. O kadar doğru varsaymışız ki sonundaki yıkımın müsebbibi olabilecekleri aklımıza bile gelmemiş.

Doğruluk terazisi en zorudur. İnsan kendini yanlış ve hatâlarda analiz eder, tenkit eder elbette… İnsan dediğin yapar bunu… Fakat o kadar doğru gelir ki bazen yaptıklarımız, onu yeniden bir kıyasa konu etmeyiz. Böylece bu doğru görünümlü yanlışlar tekrar edip durur. Burada ölçüt şu olmalı: En doğru saydıklarını tekrar tekrar elimine etmeli insan. Ama “Yeter mi?” dersen, yetmez!

Sırrı vereyim mi?

Yaptıklarının ve söylediklerinin yani tüm eylemlerinin doğru olmasını istiyor ve bunları ölçecek garantili bir terazi bulamıyorsan, Allah’ın emirlerine uy ve duâ et! Bilgi, araştırma, sormak-öğrenmek ve toplumsal değerleri ön plâna almak, attığımız adımların doğru olmasında son derece önemli. Hem de çok çok önemli! Bilgisiz ve sorgusuz bir doğruluk yoktur. Fakat yine de yetmez! Bilgi de öğretenden öğrenilir. Öğreten de, öğrenen de kusursuz değildir. Ve kusursuz bir adaleti inşâ edecek zihin mekanizması insanda yoktur. O, ancak Allah katındadır. Hayatına aksetmesi için yapabileceğin şeyler; iman ve ahlâk yolundan ayrılmamak, buna sahip olmada da bilgi ve araştırma gibi zihinsel faaliyetleri çoğaltmak olabilir.

Bir şeyleri ölçecek kapasiteye ancak cehâletten kurtulmakla kavuşabiliriz. Ölçme kapasitesi bilgiyledir fakat ölçütü belirlemek bilgi ve zekâyla karşılanamaz. Ölçme melekesi insanın dünyevî hareketleriyle şekillenir. Öğrenen, okuyan ve gelişen insan, kendini ölçecek teraziye erişir. Ölçütü de Allah’tan isterse, doğruluk terazisinde en hatâsız sonuçları elde edebilir.

Doğru konuşmayı ve doğru davranmayı Allah’tan istemek, buna duâ etmekle birlikte, O’nun iman yolunda yürümekle mümkündür.