KULLANIM alanı
sanıldığından geniştir terazinin. Bir şeyleri ölçmek ve tartmak mevzubahis
olduğunda, bunun gerekmediği çok az şey bulursunuz. Bir sistem olarak her
yerdedir esasen… Fakat iki gözlü, sıklıkla demirden ve alışverişte kullanımı
çok eski zamanlara dayanan cihazdan bahsediyorsak anlamı daralır.
Çok
çeşitli ölçü sistemleri ve bu işe uyarlanmış alternatif aygıtlar var. Ama
hiçbiri insan hayatına bu raddede uyum sağlamaz. Evvelâ iki gözlü olması
mühimdir. Bir tartım işleminde iki gözün varlığı, iki şey arasında mukayese ya
da bir şeyin değerini başka bir şeyle ispat etme mânâsı taşır.
Gel
gelelim, bir şeyin değeri ölçmede, başka hangi değeri kıstas alacağımız hususu
derindir. Dikkat etmek gerekir. Bu yoldan devam edersek, hayatımızı kapsayan ve
kavrayan terazilerin kefelerine ne koyduğumuzun analizi de hayli önem taşıyor.
Sizin
hangi terazileriniz var?
Tabiî
bu terazileri tasniflerken toplumsal ve bireysel olarak ayırdına varmak
gerekir. Toplumsal terazilerde geçmiş ve bugünün yönelimleri, gelenekler, inanç
sistemi gibi pek çok değerle zaman, kültür ve inanç sistemlerinin kıyası
yapılırken, zaman zaman toplumun içe dönük değişkenleri de ölçülür. Burada bir
ara söze de ihtiyaç var gibi duruyor. Bizim inanç sistemimiz Hak Din üzere
olduğundan, kıyas kabul etmeyecek değerlerimiz listesinde ilk sırayı alır.
Toplumun
aktörleri bireyler olduğuna göre, bireysel terazilerin kültür ve medeniyetler
üzerindeki etkisi es geçilemez. Ben işi bu kadar da genişletmek niyetinde
değilim. Benim bu yazıdaki aslî gâyem, hangi terazileri kullandığımızın farkına
varabilmek…
Sevgi
terazisi
Her
şey sevgiyle başlar… Öyleyse insanın bu duygusunda çeşitli kriterlerin varlığı
da kaçınılmaz olacaktır. Bir duygunun varlığı, ona, tarifi herkesçe değişen bir
sûret kazandırır. Bir hacim ve bir varlık iddiası peydah olur. Bunlar gözle görülmese
de niceliksel bir varoluşa da kanıttır. Öyleyse adresi değişen sevgileri
birbirleriyle kıyaslamada da, sevginin doğruluk ve yararlılık oranını
belirlemede de bir sevgi terazisinden bahsetmek mümkün.
Doğru
ve ölçülü sevmek, her canlıya yöneltilen sevgi için geçerli… Severken kendi
haklarını göz ardı etmemek gerekiyor meselâ… Aşılmaz limitler olmalı. Bu,
sevmeyi sınırlamaktan ziyâde, seven kalbin iniş çıkışlarını sınırlamak ve hâddi
aşmamak üzere bir limit. Bir şeyi sevmekle çok şeyi görmezden gelmeye
başladıysa insan, içindeki terazilere başvurma zamanı gelmiş demektir. Birini
çok sevmekle öz saygıyı kaybetme riski doğduğunda da yine aynı gereklilik
gündeme gelir. Daha pek çok ölçüsüz sevme eylemi, bu teraziyi kullanma
ihtiyacını doğurur.
Meziyet,
terazinin diğer kefesindeki referans değeri doğru belirlemek… Bir yanlışı daha
büyük bir yanlışla kıyaslamak, bilinen ve beklenen bir sonucu meydana getirir.
Yanlış, yanlışla kıyaslandığında doğru zannedilir. Görüldüğü üzere bir yanlışa
düşmekten daha vahim olanı, yanlışı yanlışla kıyaslayarak “doğru” sıfatına
eriştirmek…
Peki,
bu verici hissedişte insan bedbaht oluyorsa, yanlış sevme tarzını hangi
doğruyla kıyaslamalı? Terazinin ölçülen değerini hangi ölçüt dikkate alınarak
değerlendirebiliriz?
Hani
bahsini ettiğimiz toplumsal terazi vardı ya, o terazide hangi değerler
bulunuyorsa, yanlışını o değerlerle kıyaslamak gerekir işte! Bir sevme eylemi
sana müşkül geliyor yahut nötr olduğun hâlde kendini analiz etmeyi ve nerede
hatâ yaptığını bulmak istiyorsan, toplumsal terazinin kriterlerini her durum
için ölçüt olarak belirleyebilirsin.
Önce
dinî değerlerine bak!
İnandığın
kitabın o konu hakkında ne söylediğine, Peygamberinin (sav) Sünnet-i Seniyyesine
ve sonra ailenin, bulunduğun yöredeki geleneklerin ve elbette etik değerlerinin
bu konu hakkındaki görüşlerini al! Bunlar, her eylemin doğruluk çizelgesini
belirlemede son derece mühim…
Gönülden
söylüyorum; başta Allah’ın emirleri ve Peygamber’in (sav) sözleri/hayatı olmak
üzere, bugüne kadar doğruluğu tasdiklenmiş ne kadar ahlâkî değer varsa, hiçbirini
günün metalarına kurban etme! “Bu
böyleymiş ama bugün artık” diye başlayan tüm inkâr edişler, insanın hatâsına
ve günahına biçtiği kılıflardır. Bunlar, hatâlardan dönmede hiçbir fayda
sağlamayacak, insanın kendi yanlışını doğru kabul etmesi gibi berbat bir nihâyete
götürecektir.
Kazanç
terazisi
Her
şeyden evvel belirtmem gerekiyor ki kazanmak, ilâve etmek değil, kaybetmemektir.
Asıl kazanç, kaybetmemekle mümkün olur. Çünkü Allah (cc) insanları değerli ve
zengin yaratmıştır. Ahlâk ve namus zenginidir insan… Ömür denilen süreç, onu
kaybetmemek üzere sürdürülür. Sonra bir aile ve toplumun paydaşıdır insan. Bu
da yaratılmak ve dünyaya dâhil olmakla birlikte kazanılmıştır. Bunları zâyi
etmemektir kazanç.
Donanımdan
kayıp vermedikçe kârda sayılırız. Ahlâk, edep, aile, vatan, inanç, merhamet,
sevgi, dürüstlük, sorumluluk ve benzeri tüm zenginlikler, insanda mevcûttur. Bu
tip değerleri her gün yeniden keşfetmeli insan. Kaybetmediği her an kendini
kârda saymalı.
Maddî
kazançlar bir emek ve gayret ile vâsıl olsa da, bunlar da rızık mucizesiyle
birlikte düşünüldüğünde farklı bir yol haritası karşımıza çıkar. Para, kâr,
mal/mülk dersen, işler karışıyor. Fakat “rızık” kavramı, emek ve gayreti hiçe
saymamakla birlikte, çok daha farklı bir mertebeyi de insana bahşediyor.
Rızık
tam olarak şu demektir: “Çalış, emek ver
fakat baş eğme! Ömrünce ter dök ama hak yeme! Kazan, sahip ol ama harama düşme!”
Velhasıl
rızık, gerekeni yaptıktan sonrasını garanti altına alır. Eğer adına kâr,
kazanç, mal/mülk dersen, işin içine bir bilinmezlik giriyor. O hâlde insan,
kazanamama korkusuyla kazanmak uğruna çok şeyleri fedâ ediyor. Ahlâkını,
saygınlığını, inancını, kul hakkını, sevdiklerini ve daha pek çok değeri görmezden
geliyor. Aslında kaybediyor!
Öyleyse
kazanç terazisinin ölçüt değeri olarak önce dinî verileri ele almalı.
Sonrasında da emek ve gayreti kâfi görmeli. Kazancın, var olanı kaybetmemek
olduğunu bilmeli. Çalışmak yeterli ve doğruyken, rızkı geçebilirmiş gibi
sınırları aşmamalı. Bu sınırları aşmak para kazandırsa da (bazen), çok zaman
büyük ve yeri doldurulmaz değerlerin kaybıyla son bulur.
Doğruluk
terazisi
Yaptıklarım
doğru mu? Söylediklerim? İyi sandığım her şey gerçekten iyi mi? Emin adımlarla
attığım tüm adımlar sağlam basıyor mu yere?
Ne
çok soru var insanın kendine yöneltmesi gereken…
Çok
önem verdiğim bir keşiften bahsedeceğim. Bu keşfi uzun zaman önce yapmıştım.
Bütün satırları sil aklından, yazının öncesini ve sonrasını çöpe at istersen,
ama şu cümleyi asla unutma. Bu cümle çok risklidir; insan bunu hemen sindirmez,
kabul görmez iç dünyada her zaman, bu, zamanla sindirilebilen ve çok ısrarcı
bir bakış açısıyla idrak edilebilen bir gerçek. Şöyle ki; en doğru bildiklerin,
en emin oldukların, en onulmaz yanlışların olabiliyor.
Birini
teselli ederken, birine kızarken, anlatırken, bir yerden bir yere giderken, bir
karar verirken ölçüp tartıyorsun ve bir adım atıyorsun. Onu çok ama çok doğru
sayıyorsun. Sonra o, hayatının en büyük yanlışı olabiliyor. Bu neden oluyor,
biliyor musun?
Çünkü
ölçtün, tarttın, üzerine düşündün, belki istişâre bile yaptın… Bu doğru
süzgeçleri kullandığın zaman, sonuca itimadın artıyor. Sonrasında gelişen
olumsuzlukları da kendi yaptığından bilmiyorsun. Öncesinde ölçülmüş ve
değerlendirilmiş bir adım attığında, meydana gelen olumsuzlukları başka
nedenlere bağlıyorsun. Hâlbuki en tehlikeli olanlar, bu tarzdaki eylemlerimiz.
O kadar doğru varsaymışız ki sonundaki yıkımın müsebbibi olabilecekleri
aklımıza bile gelmemiş.
Doğruluk
terazisi en zorudur. İnsan kendini yanlış ve hatâlarda analiz eder, tenkit eder
elbette… İnsan dediğin yapar bunu… Fakat o kadar doğru gelir ki bazen
yaptıklarımız, onu yeniden bir kıyasa konu etmeyiz. Böylece bu doğru görünümlü
yanlışlar tekrar edip durur. Burada ölçüt şu olmalı: En doğru saydıklarını
tekrar tekrar elimine etmeli insan. Ama “Yeter mi?” dersen, yetmez!
Sırrı
vereyim mi?
Yaptıklarının
ve söylediklerinin yani tüm eylemlerinin doğru olmasını istiyor ve bunları
ölçecek garantili bir terazi bulamıyorsan, Allah’ın emirlerine uy ve duâ et!
Bilgi, araştırma, sormak-öğrenmek ve toplumsal değerleri ön plâna almak,
attığımız adımların doğru olmasında son derece önemli. Hem de çok çok önemli!
Bilgisiz ve sorgusuz bir doğruluk yoktur. Fakat yine de yetmez! Bilgi de
öğretenden öğrenilir. Öğreten de, öğrenen de kusursuz değildir. Ve kusursuz bir
adaleti inşâ edecek zihin mekanizması insanda yoktur. O, ancak Allah
katındadır. Hayatına aksetmesi için yapabileceğin şeyler; iman ve ahlâk
yolundan ayrılmamak, buna sahip olmada da bilgi ve araştırma gibi zihinsel
faaliyetleri çoğaltmak olabilir.
Bir
şeyleri ölçecek kapasiteye ancak cehâletten kurtulmakla kavuşabiliriz. Ölçme
kapasitesi bilgiyledir fakat ölçütü belirlemek bilgi ve zekâyla karşılanamaz.
Ölçme melekesi insanın dünyevî hareketleriyle şekillenir. Öğrenen, okuyan ve
gelişen insan, kendini ölçecek teraziye erişir. Ölçütü de Allah’tan isterse,
doğruluk terazisinde en hatâsız sonuçları elde edebilir.
Doğru konuşmayı ve doğru davranmayı Allah’tan istemek, buna duâ etmekle birlikte, O’nun iman yolunda yürümekle mümkündür.