Tepeden tırnağa terapi

Taylor osteopatiyi ilk bulduğunda ve uyguladığında, osteopati, sadece kas-iskelet sistemi ya da omurga üzerinden yapılan bir tedaviyi içeriyor. Kendisinin yetiştirdiği öğrenciler zaman içinde “viseral osteopati” dediğimiz organ tedavileri ve organları saran kılıfların oluşturduğu bir sistemi ekliyorlar yönteme. Son olaraksa kafa kemiklerinin de hareket edebildiği osteopatlar tarafından fark ediliyor ve bu kısım üzerinde de, yani kafa kemikleri ve beyni saran kılıfların hareketlendirilmesi üzerinden bir terapi geliştiriyorlar.

BİLİM öyle muazzam bir evrensel küme sıralıyor ki önümüze, onun büyüklüğü karşısında acziyetle kalakalıyor insan. Ancak keşfettikçe kapılar açılıyor, kapılar açıldıkça âdeta yepyeni şehirler tanıyor, her şehrin en muhteşem çeşmelerinden berrak sular yudumluyor, ilim coğrafyasının kışı da, yazı da baharla geçen mevsimlerinde biten çiçeklerinin kokusunu çekiyorsunuz içinize.

Bu yolda güzel ve özgün bir seyahate çıkmış genç bir akademisyenle tanıştım: Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü’nde araştırma görevlisi olan fizyoterapist-osteopat Ömer Osman Pala…

Ömer Hoca, daha çok genç yaşta olmasına rağmen tavır ve sözcüklerinden edep akan ve mesleğini her şeyiyle sevdiği gözlerinden okunan bir fizyoterapist-osteopat. Kendisiyle tanışmamı sağlayan çocukluk arkadaşım ve akrabam Caner Vural’a teşekkür ederken, “osteopati” gibi bir bilim dalını bu sayfalara taşımaktan da ayrıca onur duyduğumu belirtmek isterim. Zira son yıllarda bir fizik tedavi ve rehabilitasyon bolluğuyla karşılaşan ülkemizde bu bilim dalına değinmenin önemli olduğunu düşünüyorum.

Bilindiği üzere ülkemiz, içmece ve kaplıcalarıyla, ıtır ıtır bitkileriyle bir şifa yurdu. Ve bunun yanında ülkemiz, maalesef bilinçsiz hasta olma noktasında da önemli bir konuma sahip. Her yeni dönemde özellikle antibiyotik ve şuursuz ilaç kullanımı üzerine kamusal dikkatin çekildiği ülkemizde hastalıklara karşı korunmanın ve öncü tedbirler almanın çeşitli yolları aranıyor. Ancak ilginçtir, bu yollar da yine kimyasallarla dolu bir yığınla çeperlenmiş durumda.

İşte osteopati, koruyucu özelliği ile vücuda bir bütün olarak bakışı sayesinde bireye yalnızca fizik tedavi ve rehabilitasyon noktasında hizmet sağlamıyor, ona, kendisine ait organik sinyaller alması için ipuçları veriyor. Basamak basamak ilerlenen osteopati seanslarının Ömer Osman Pala gibi işine sadakat ve samimiyetle bağlı osteopatlar eliyle ülkemize hizmet ettiğini düşünsenize… Bilinçsiz ilaç kullanımı ve yanlış tedavilerin hangi oranda önüne geçileceğini bilemiyorum ama olumlu bir katkı sunacağı kesin!

Ömer Hocamla gerçekleştirdiğimiz bu güzel sohbetten çıkardığım ve fizyoterapi ile osteopati arasındaki farka dair tuttuğum not ise şöyle: Fizik tedavi bünyesinde kendisini “manuel terapist” diye tanımlayan birinin hangi eğitimi alıp hangi konsepti uyguladığını kestirmek zor, zira çok çeşitli. Bir manuel terapistin kullandığı terminoloji, uyguladığı konseptin terapisti olduğuna yönelik olabiliyor. Ancak bir kimse osteopat olduğunu ve osteopati yaptığını söylüyorsa, o kimsenin almış olduğu eğitimin bir standardı var.

Sözü daha fazla uzatmayayım; şair “Gözler kalbin aynası” demiş, ben de “Osteopatın elleri de tomografi cihazı” diyorum ve Ömer Hocamla yaptığımız söyleşiyle sizi baş başa bırakıyorum… 


“Osteopatideki inanışa göre, bir yapının fonksiyonu bozulmadan önce hareketi bozulur”

·       Öncelikle “Osteopati” bilimi hakkında bazı bilgiler edinerek başlayalım dilerseniz…

1800’lü yılların sonunda Taylor adlı ABD’li bir hekim tarafından bulunan bir yöntem türüdür osteopati. Latince kökleriyle “osteo” kemik, “pati” ise arıza/sorun anlamında kullanılan iki kelimenin birleşimiyle oluşmuş bu isim. İnsan anatomisini çok derinden inceleyen (biraz da filozof diyebileceğimiz derinlikte bir karakter) bir hekim Taylor. Birçok kadavra çalışmasında bulunmuş biri. Öğrencilerine de sadece anatomi anlatıyor.

Taylor’a göre kişinin, teknik bilgi sahibi olmasına gerek yok. Anatomiyi iyi bilir ve kişinin sorununu iyi saptayabilirse, tekniğin de kendiliğinden doğacağına inanıyor.

Taylor osteopatiyi ilk bulduğunda ve uyguladığında, osteopati, sadece kas-iskelet sistemi ya da omurga üzerinden yapılan bir tedaviyi içeriyor. Kendisinin yetiştirdiği öğrenciler zaman içinde “viseral osteopati” dediğimiz organ tedavileri ve organları saran kılıfların oluşturduğu bir sistemi ekliyorlar yönteme. Son olaraksa kafa kemiklerinin de hareket edebildiği osteopatlar tarafından fark ediliyor ve bu kısım üzerinde de, yani kafa kemikleri ve beyni saran kılıfların hareketlendirilmesi üzerinden bir terapi geliştiriyorlar. Buna da “kranyosakral osteopati” adını veriyorlar. Bu üç sistemin bileşkesi, günümüzdeki osteopatiyi oluşturuyor.

Osteopati, birkaç temel mantık üzerinden yürütülüyor. Vücudu bir bütün olarak görüyor. Modern tıbbın belki de en büyük çıkmazlarından biri bu! Zira örneğin ortopedist, dâhiliyeci veya kulak-burun-boğazcı var ve bunlar bile kendi içlerinde ayrılıyorlar, meselâ kalça üzerinde uzmanlaşan bir ortopedist, diz ameliyatı yapmıyor, o kalça biliyor sadece. Kalçayı her şeyiyle biliyor ama diğer yapıların kalçayı nasıl etkilediği veya etkileyeceği konusunda büyük resmi görmekte bazen sıkıntı yaşayabiliyor. Hatta şöyle derler: “Kulağıma bakan ayrı, gözüme bakan ayrı ama bana bakan yok!” Bu, altı görme engellinin bir fil etrafında bulunup o fili tanımlamasına benziyor. Modern tıp, merceği sorunun tam üzerine tutunca derin görüyor ama vücudun bir bütün olduğunu ve sorunun bulunduğu kısmın diğer yapılarla olan temasını gözden kaçırıyor.

Osteopati, insanı bir bütün olarak muayene eder ve bütün bir tedavi sunar. Bir diğer temel prensibi de kişinin kendi içinde bulunan iyileştirme potansiyelini aktive etmektir. Buna “otoregülasyon mekanizması” adı verilmiş. Bu mekanizmada, vücutta hareketi bozulan yapı, o bölgenin iyileştirici maddeler taşıyan sıvıların ve dolaşımın da iyi olmamasına sebep oluyor. Osteopat, vücuttaki her yapının kendine has hareketini biliyor ve o milimetrik küçük hareketleri muayene ederek o yapının doğru çalışıp çalışmadığına karar veriyor.

Osteopatideki inanışa göre, “bir yapının fonksiyonu bozulmadan önce hareketi bozulur”. Hareketi bozulan yapıyı osteopat belirleyerek onun hareketini tekrar kazandırdığında, vücut, iyileşen hareketle birlikte yapının fonksiyonunu tekrar idame ettirmesini sağlıyor. Osteopati şöyle bir imkân sunuyor bize: Geri dönüşebilen problemlerde koruyucu olma fırsatı…

Örneklendirelim: Bir osteopat, karaciğerin hareketinin iyi olmadığını test edebilir; kişideki bir ağrının da karaciğerden kaynaklı olduğunu tespit edebilir. Bu kişinin hem laboratuvar ortamındaki karaciğer testlerine baksak, hem de ultrasonla bu organı görüntülesek dahi herhangi bir problemle karşılaşmayabiliriz. Çünkü karşılaşılan şey, henüz organın idame edemeyeceği bir problem boyutunda olabilir. Yaratan’ın mucizesi ki her organ, kendini yüzde 30 ilâ 40 arasındaki bir performansla idame edebilir, sorunlarını absorbe edebilir. Bu yüzden de osteopat, uyguladığı yöntemle söz konusu bölgede/organda herhangi bir hastalık gelişmeden önce olası problemi fark etmiş olur.

Bunu organ bazında düşünecek olursak, örneğin laboratuvar testleri görüntülemesinde organda bir farklılık verisi varsa, artık bu noktadan sonra osteopatın sunacağı tedavinin de kısıtlı olacağını söyleyebiliriz. Bu tip bir noktadan sonra mutlaka medikal bir tedaviyle devam edilmelidir.

Manuel terapide sadece kas-iskelet sistemi tedavisi mevcutken, osteopatide buna ilâveten organ sistemlerinin tedavilerinin yanında “kranyosakral” dediğimiz (kafa kemiklerinin ve beyni saran kılıfların hareketlendirilmesi üzerine kurulu) tedavi de mevcuttur.

“Osteopatinin manuel terapiden ne farkı var?”

·       Osteopatinin standart bir tanımı var mıdır?

Osteopati, başta hareket, yani kas-iskelet sistemi olmak üzere tüm vücut sistemlerinin birbiri içinde harmonisini hedefleyen bir tür manuel terapi yöntemidir.

·       Bu yöntemin fizyoterapiden nasıl farkları var?

Bu noktada şu ifadeyi kullanmamız daha doğru olacaktır: “Osteopatinin manuel terapiden ne farkı var?”

Fizyoterapi daha çok egzersiz tedavilerini içermesinin yanında aletli yaklaşımların (elektronik bazı enstrümanların) da kullanıldığı bir yöntem olduğu için osteopatiye benzemiyor. Ancak “manuel terapi” adı altında yapılan işlemle benzeşiyor. Aslında osteopati için bir manuel terapi olduğunu da söyleyebiliriz.

Osteopatinin manuel terapiden farkı ise, osteopatinin sadece anlamsal bir manuel terapi içermesinden kaynaklanmaktadır. Türkiye’de kullanılan manuel terapi kavramının tamamını kapsamıyor zira. Manuel terapiye temelden baktığımızda, el ile yapılan bir tedavi görürüz. Bu bakımdan osteopati de bir manuel terapi, ancak manuel terapi yaptığını veya aldığını söyleyen kimselerin algısına göre şöyle bir farkı var: Manuel terapide sadece kas-iskelet sistemi tedavisi mevcutken, osteopatide buna ilâveten organ sistemlerinin tedavilerinin yanında “kranyosakral” dediğimiz (kafa kemiklerinin ve beyni saran kılıfların hareketlendirilmesi üzerine kurulu) tedavi de mevcuttur.

Osteopati, standart eğitim protokolü olan bir terapidir. Fakat manuel terapiler birkaç farklı konseptte uygulanabilir formattadır. Şu an yaygın kullanılan Coltonborn, McKenzie, Syriacs, Mulligan gibi (tedaviyi bulanların isimlerinin verildiği) tedavi konseptleri bulunuyor. Kendinin manuel terapi yaptığını veya manuel terapist olduğunu iddia eden kişinin ne eğitimi aldığı standart değildir. Üç günlük veya bir haftalık bir eğitim de almış olabilir, konseptin tamamını da almış olabilir. Az önce saydığım konseptlerin hepsini biliyor da olabilir.

“Hocam, siz ocak mısınız?”

·       Biyoenerjik bir güç kullanarak eşyaya ve bir hastalığa etkiyebilen veya etkidiği iddia olunan örnekler mevcut. Anladığım kadarıyla osteopatın böyle bir gücü yok, ancak bir tür edinimi söz konusu. Yanlış mı algılıyorum?

Şöyle anlatayım: Genellikle hastalarımızdan aldığımız ilk tepki, “Hocam, siz ocak mısınız?” şeklinde oluyor. Anadolu’da el verme şeklinde anadan/babadan çocuğa veya ustadan çırağa geçen ocaklıkla herhangi bir ilintisi yok. Bazı hastalarımızsa, sizin değindiğiniz gibi biyoenerji uygulayıp uygulamadığımızı soruyorlar. Bu tip soruları, hastanın algı düzeyi ve izahımı anlayacağı türden anlatımlarla cevaplıyorum.

Osteopatiyi akupunktur veya biyoenerjiden ayıran bir özellik var. Akupunkturda, örneğin akupunktur iğnesinin uygulanacağı noktadan bir meridyen geçtiğini varsaymak zorundasınız. Bu ispatı olabilen bir durum değil. Biyoenerjide o enerji geçişine, o enerjinin varlığına inanmanız gerekiyor. Ancak osteopatide uygulanan her şeyin anatomik ve fizyolojik bir temeli var. Bu yüzden de eğitimle elde edilen bir uygulama. Tabiî bunun yanında klinik tecrübe edinmeye de bağımlı…


“Allah bu bedeni hareket etme üzerine yaratmış; bu kadar inaktivite, kas-iskelet sisteminde büyük problemlere yol açıyor”

·       Son yıllarda ülkemizde kas ve kemik sistemi sıkıntıları en üst seviyede yaşanıyor. Çok küçük yaşlarda başlayan ağrı şikâyetleri görüyoruz. Buraya kadar söylediklerinizden, osteopatinin migren ve hatta felç gibi hastalık ve durumlara karşı çözümlemelerinin olduğunu görüyorum, doğru mu?

Hayat şeklimiz değiştiği için, günde 30-40 kilometre yürüyen nesilden, çok kısa bir zaman içinde günde 8 saat oturan bir ofis nesline dönüşen bir olguyla karşı karşıyayız. Allah bu bedeni hareket etme üzerine yaratmış; bu kadar inaktivite, kas-iskelet sisteminde büyük problemlere yol açıyor.

Bizim için değişen bir diğer faktör de beslenme alışkanlıklarımız. Osteopatinin buradaki katkısı da, organların kas-iskelet sistemi üzerinde olan etkilerini elimine etmeye çalışmak. Yani “Osteopatide organ tedavileri var” dediğimizde, yine organa özel birkaç duruma müdâhil olabiliyoruz ama organa özel bir hastalık tedavi etmiyoruz. O organın, kas-iskelet sisteminde oluşturduğu problemi tedavi ediyoruz.

Şöyle söyleyebilirim: Bunu her meslektaşım bilir, modern tıp da kabul eder, kalp krizi geçiren birinin sol kolu uyuşur. Ancak Nasreddin Hoca hikâyesi gibi, kazan doğurunca kabul ama ölünce değil bizde… Kalp sol kolumuzu nasıl etkiliyor? Aynı seviyeden çıkan duyu sinirleri aracılığıyla… Öyleyse mideniz de aynı seviyedeki sol kürek kemiğinizi, sol kolunuzu, vücudunuzun sol tarafını etkileyebilir. Karaciğeriniz de sağ kolunuzu, boynunuzu etkileyebilir. Bizim kurduğumuz bağlantı aslında bu. Modern tıp bunu kalp krizi için kuruyor, ama sırt ağrısı için kurmuyor. Bizim sıklıkla bu bağlantıyı kurmamız organ tedavilerinin temelini oluşturuyor, yoksa biz örneğin karaciğer için bir Hepatit tedavisi yapmıyoruz. Biz, karaciğer hareketini kaybederek omuza, sırta, boyna ne gibi problemler oluşturuyorsa, biz aslında bunları tedavi etmeye çalışıyoruz.

Şunu demeye getirecektim: Still’in bulduğu osteopatide organ tedavisi yok; çünkü onun bu uygulamayı bulduğu zaman diliminde insan çok iyi oksijen alıyordu, sağlıklı beslenebiliyordu ve günlük 30 kilometre yürüyordu. Artık hayatımız değiştikçe, bu işi uygulayanlar, organ sistemleri üzerinden de yordamalar yapmaları gerektiğini bularak çalışmaya başladılar. Yoksa bu anatomik bağlantıyı Still de biliyordu ama belki o dönem için bu tedaviye gerek kalmamıştı. Çünkü organı bozabilecek beslenmeler ve hareket kayıpları o gün için söz konusu değildi. Günümüzdeki problemler yaşam şeklimizle ilgili.

Migren ve felce gelince… Felç noktasında katkılarımız olabilir. Özellikle inme olduktan sonra en az altı haftalık bir zaman geçmesini bekliyoruz. Hastanın doktorundan tekrar kanama riskinin olmadığını öğrenince tedaviye başlayabiliyoruz. Ancak bölgede artık doku bütünlüğü bozulduğu veya öldüğü takdirde bizim kalıcı çözümler üretmemiz mümkün olmuyor. Bu diğer durumlarda da böyle oluyor. Örneğin bir karaciğer rahatsızlığına dair klinik testler pozitif, yani hastalığa dair bulgular ortadaysa, bizim yapacağımız bir şey kalmıyor. Biz daha çok fonksiyonel, yani geri dönüşülebilen alanda çalışıyoruz. Diyelim ki bir böbrekte harekete dayalı çalışılabilecek alan varsa uygulamaya geçilir ama diyaliz problemi olan böbreğe karşı bunu yapamayız. Yani bizim sınırımız, “geç kalınmaması”!

“Spor kulüplerinde çalışan osteopatlar var”

·       Osteopatinin sportif alanlarda uygulanması için önünün açılması gerekli mi sizce?

Şu an spor kulüplerinde çalışan osteopatlar var. Osteopatide hem beslenmeye dair, hem de organ sistemleri üzerinden sporcunun aktivite sonrası toparlanması ve rejenerasyonuna faydalı uygulamalar olduğu için standart bir fizyoterapiden daha fazla katkı sağlayabilir.

Zaten bel, boyun, sırt ağrılarında ve fıtıklarında, migren ve gerilim tipi baş ağrılarında, ameliyat sonra ağrı ve yapışıklıkların giderilmesinde, kronik yorgunlukta, uyku bozukluklarında, spor yaralanmalarında, eklem sertliği ve kireçlenme gibi artrozik değişikliklerde osteopati kullanılır.

Osteopatiyi akupunktur veya biyoenerjiden ayıran bir özellik var. Akupunkturda, örneğin akupunktur iğnesinin uygulanacağı noktadan bir meridyen geçtiğini varsaymak zorundasınız. 

“Hastayı standardize edemiyoruz”

·       Osteopati uygulamasında karşılaşılan dezavantaj nedir?

İki sebepten dolayı literatürü çok geniş bir konu değil osteopati. Hastaları standartlayamıyoruz. Bir araştırma görevlisi olarak şunu yapabiliyorum fizyoterapide: Omuzdaki kas yırtığı sonrası A tedavi protokolüyle B tedavi protokolünü rahatlıkla karşılaştırabiliyorum. Çünkü buradan ameliyat olmuş 40 hastanın 20’sini bir, diğer 20’sini de bir gruba alıp birer egzersiz programı ve farklı elektronurjik alyanların etkisinin değerlendirileceği kontrollü bir çalışmayı plânlayabiliyorum. Ama osteopatide, “Omuz ağrısı olan hastalarda…” diye başlayan bir tanım kullanamıyoruz. Çünkü sizin omzunuzdaki ağrının sebebi boynunuz, bendeki karaciğer, bir başkasındaki köprücük kemiği, filancadaki sırtıyla alâkalı olabilir. Dolayısıyla hastayı standardize edemiyoruz. Zira terapi çok bireysel.

Bir diğer sebep de şu: Yaptığımız şeyi objektif ve ölçülebilen bir uygulama olarak ortaya koyamıyoruz. Mevlâna Celâleddin’in buyurduğu, “Anlattığım, karşımdakinin anladığı kadardır” düsturuyla, sizdeki sorun belki daha farklı ama ben ne kadarını bulabiliyorsam o kadar; klinik tecrübesi benden daha fazla olan bir osteopat daha farklı şeyler bulabilir sizde. Bu yüzden osteopatın yaptığı uygulamayı da standardize edemiyoruz. Subjektif kalıyor. Çok kişiye bağımlı bir iş yaptığımız için, o yüzden de bu işi kanıta dökmemiz çok zor oluyor.

“Hiçbir şikâyeti olmayan biri bile osteopata başvurabilir”

·       Sanırım osteopatiden herkes faydalanmak isteyebilir. Ancak kim bir osteopata başvurmalı, kim başvurmamalı?

Osteopatinin koruyuculuğundan bahsettik, dolayısıyla hiçbir şikâyeti olmayan biri bile osteopata başvurabilir. Çünkü az önce bahsettiğimiz vücudun kendini idame ettirebilme potansiyelinden dolayı hiçbir şikâyeti olmayan bir kişide bile çeşitli kısıtlılıklar bulunabilir. Ve bu kısıtlılıklar ortaya çıkmadan tespit olunup tedavi edilebilir. Böylece kişinin hem yaşam kalitesi artmış olur, hem de o problemin büyümeden fark edilmesini sağlamış olur. Bu yüzden şikâyeti olmayan birinin de belirli aralıklarla osteopata başvurması faydalı olacaktır.

Bunun dışında bizim ilgi alanımıza giren en büyük şikâyet “ağrı”. Kansere bağlı veya o an gerçekleşmiş bir kırık gibi durumlar dışındaki vücutta açığa çıkan tüm ağrılı durumlarda osteopatiyi güvenle uygulayabiliriz.

Osteopatinin birkaç tane kontrendikasyonu var. Vücudun normal fizyolojik hareketlerini sağlamaya çalıştığından, hastada çok az yan etkisi olan bir tedavi. Beyin omurilik sıvısında problem olan ve epileptik atağı (sara nöbetleri) olan insanlarda Cronosecral terapi uygulamayız. Down sendromu, iltihaplı romatizma gibi hastalıkları olanlarda boyun için manipülasyon uygulamaları yapmayız. Gebelik durumu olanlara karın için Viseral terapi uygulamayız. Hamilelere ayrıca, bağlarının elastikiyeti arttığı için manipülasyon uygulamaları yapmayız. Hamilelerde şöyle bir avantaj var ayrıca: İlaç kullanamadıkları ve ostepati de herhangi bir ilaç tedavisi içermediği için, birçok hamilenin yaşadığı sırt ve bel ağrıları, vücudun değişimi sebebiyle ortaya çıkan ağrılara karşı terapilerimizi uygulayabiliyoruz.


“Hastanın iyileştiğine karar verme hâddinin de bende olmadığını düşünüyorum”

·       Bir hastaya uygulanacak terapi için nasıl bir zaman aralığı gerekli?

Hastalarımız da bunu sıklıkla soruyorlar. Muğlak cevaplar vermek hastaların hoşuna gitmiyor ama hastayla ilgili olan duruma göre değişiklik gösterecek seans sayısını kestirmek güç.

Hastalarımızın çoğunluğu, kronik diyebileceğimiz şekilde örneğin yıllardır boyun veya sırt problemi yaşayan kimseler oluyorlar. Bu tip hastalar için üç aylık bir dilimde yaklaşık 8-10 seans almak üzere bir plân yapmak mümkün. Haftalık ve on beş günlük aralıklarla ve hastanın bir sonraki seansa nasıl geldiğiyle bağlantılı olarak yapabiliriz bu programı. Seans süresi ise bir saat ve biraz daha fazlası olabilir.

Örneğin hastamızı 10 gün sonra görmek istemişiz ve bu sürecin ardından istediğimiz seviyeye erişilmişse, o seans içinde yaptıklarımıza bağlı olarak bu kez hastamıza daha uzun bir aralığın ardından seans uygularız. Başta söylediğimiz otoregülasyon uygulaması da bu zaten. Başta bir uyaran veriyoruz ve onun cevaba dönüşmesini bekliyoruz. Nasıl vücudunuzda bir yer çizilse, onun iyileşmesi için bir zaman gerekliyse, biz de örneğin karaciğere mobilite (hareket) kazandırdıktan sonra, hastanın vücudundaki cevabı görmek adına vücuda zaman tanımamız gerekiyor. Bu noktada yaşanan sosyal çevre, hayat tarzı, mesai döngüsü ve nihayet herkesin olduğu gibi hastanın da vücudu farklı olduğu için, bu faktörlere karşı verilecek cevabı da görme adına belirli aralıklarla çalışıyoruz. Yani standart bir fizyoterapi işleyişiyle birlikte yaklaşılmaz, cevap alınmayan bir program süreci işletilmez. Biz basamak basamak hareket ediyor, hastanın iyileşme sürecini takip ediyoruz. Bu noktada ben genellikle seanslarımı şöyle bitiririm: “Size (hastaya) bir ay süre veriyorum. Bize ihtiyacınız olmadığını düşündüğünüz zaman gelip gelmeyeceğinize kendiniz karar verin…”

Bu belki osteopatinin kendi doğrusu değil, benim kendi doğrumdur; kişinin hastalandığına ve kendini iyi hissetmediğine kendisinin karar vererek bize gelmesi olağan olanı. Bu noktada hastayı kimse çağırmıyor, buna kendisi karar veriyor. Dolayısıyla hastanın iyileştiğine karar verme hâddinin de bende olmadığını düşünüyorum. 

·       Bu özgün konu üzerine gerçekleştirdiğimiz güzel sohbet için teşekkür ediyor, muvaffakiyetler diliyorum…

Teşekkür ediyorum. Ben de size iyi yayınlar diliyorum…