Temel atma töreni

Güzel ülkeme inanıyorum, bir gün içimizdeki tüm hastalıklar iyileşecek ve dış güçler artık bizi içimizden vuramayacak. İşte o zaman bizi durduracak bir şey de kalmayacak! O kutlu zamanlar geldiğinde, bu ülkenin her ferdinde hazır bulunan cevherler tümüyle ortaya çıkacak ve eğitimden sanayiye, teknolojiden bilime her alanda önder ve örnek olacağız.

“OKUL” kavramını ve içinde barındırdığı -eskiye dair- her ne varsa yenilemenin zamanı gelmedi mi? 5-10, 11-14, 15-18 yaş arası araştırma merkezlerinden söz edebilir miyiz meselâ?

“Okul” kelimesi, artık içinde heyecan ve yenilik barındırmayan bir konuma geldi. Aynı şekilde, bu yapıyı oluşturan ve temsil eden her şey yeniden tanımlanmalı bence. Eğitim ve öğretim kendi içine çok sıkıştı. Konu ne olursa olsun, bir yapı, bir iş veya bir durum zamanla ilk enerjisini kaybeder. Yenilenmeyen eski kalır, bakılmayan eski çevresini de eskitir. Eskiyen, amacı da eskitir. Amacını canlı tutamayanın sözü güzel olsa ne olur ki?

Birer araştırma, yetiştirme ve gelişim merkezi olması gereken yapıların sınav merkezlerine dönüşmesi gerçekten üzücü. Bir yapının sağlamlığının ana faktörü olan temel unsur, insan için neden dikkate alınmaz? İnsanın temeli sadece okuma yazma öğreterek ve birkaç temel ders için hazırlanmış müfredat ile atılmaya çalışılmaktadır. Varlığını ve dünyayı tanımaya başladığı bir dönemde, özellikle de beynin öğrenme potansiyelinin en yüksek olduğu dönemlerden birini kurallarla ve tâ en baştan eğitim sistemine küstürmekle bozuk bir zemin oluşturmaya devam ettikçe, bir ülkenin hangi alanda tam bir gelişme sağlamasını bekleyebilirsiniz ki?

“Temel atma töreni” diye gördüğüm haberlerle içimi bir sıkıntı basar. Çünkü temelim bozuk ve bu kimsenin umurunda olmadı. Hâl böyleyken, bir yapı için atılan sağlam temellere sevinmemi kim bekleyebilir benden? Elbette içinde bulunduğum bir binanın veya üstünden geçtiğim bir köprünün temelinin sağlam olması benim lehime ama görün ki o sağlam köprüden geçen içimin çökük olmasını nereye koyacaksınız?

Ya ülkenin geleceği olan neslin eğitim-öğretime başlayacağı sıradaki zihinlerin temel atma töreni ne olacak? Basit bir okul dönemi açılışından öteye gidemeyecek miyiz, yoksa her bir törende yenilenen sistemleri, yeni heyecanları ile öğrencileri sevgiyle kucaklayan bir açılışı görme imkânı olacak mı?

İlkokuldan başlayarak verilen hiçbir derse karşı değilim ama bu derslerin bir anlamının, faydasının ve kalıcılığının sağlanabilmesi için şu an olmayan başka şeylerin acilen devreye alınması gerek. Türkçeyi, matematiği, fen ve sosyal bilgileri, resim ve müziği bir çocuğa doğru bir karşılama yapmadan öğretmeye çalışmak, demir kullanmadan bir bina yapmaya benzer. Öğrenci olan çocuk, daha kendisi, çevresi ve özellikle de öğretmeni ile düzgün bir bağ kuramadan, ardı arkası kesilmeyen bilgi bombardımanlarına ve kurallara teslim ediliyor. Nasıl bir sonuç almasını beklemeli?

Allah aşkına, öğrenciliğe başlattığınız çocuk dünyaya geleli daha altı sene olmuş! Bu altı senede biyolojik, genetik, ailevî ve çevresel faktörlerden nasıl etkilendiği konusunda bir fikriniz var mı? Karşınızda duran çocuğun içsel özelliklerinden habersizken, ondan beklentilerinizin hep üst seviyede olması ne kadar mantıklı? Bir polikliniğe karnı ağrıdığı için başvuran hastadan dünyanın tahlilini isteyen insanlık, eğitim-öğretime başlayacak ve bir ülkenin belki de insanlığın kaderine yön verecek bir neslin zihin ve gelişim tahlilini neden ihmâl eder?

Bilgi mi değerlidir, bilgiyi izleyecek zihin mi? O hâlde neden sürekli bilgi pazarlaması peşindesiniz? Neden birçok şeye tersinden bakma alışkanlığımız var? Sadece ama sadece insan zihnine, beynine, bedenine, psikolojisine yatırım yapın, gerisi kendiliğinden çözülecek. Zihin hazır olduğunda, bilgi bir nehir gibi gönüllü akacaktır.

Bilgi her yerde. Fakat onu işleyecek kapasiteye, onu taşıyacak kaba ihtiyaç duyar. Diğer türlü, bir su bardağına bir nehri boşaltmanın ne anlamı var? Siz kaptan haber verin!

Bir çocuğu ister aile, ister eğitim sistemi yönünden nasıl karşıladığınıza, nasıl ağırladığınıza dikkat etmelisiniz. Zira bu işin gerçekten şakası yok! İnsana insanca, doğru şekilde hakkını veren ülke kazançlı çıkar. Diğer türlü, gerek aileden, gerek eğitimden bir şey kazanamayan, bu suretle de kendini bulamayan birey, hem kendinin, hem de çevresinin çöküşünü hazırlayabilir.

On üç sene fizikî okula gittim. Onun öncesinde altı senelik aile hayatı… Peki, sonuç? Meslek yüksekokulu bittiğinde neye hazırdım, nasıl bir donanıma sahiptim? Belli bir bilgi kırıntısı kalmış olsa da hayatta neyi nasıl yapacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu. İşin en kötü yanı ise, çalışma alanı olarak en sevmediğim saha, üç sene meslek lisesi, iki sene de meslek yüksekokulunu okuduğum kendi alanımdı. Ama bırakın bunu çalışma hayatında kullanmayı, bu beş senelik eğitimde bu alanın herhangi bir konusu üzerinde bile bir yeterliliğim olmamıştı. Bir şey de anlamamıştım. Anlatamamışlardı.

Diğer bir sıkıntı ise psikolojideydi. Duygusal olarak kaostaydım. Kendimi neden kötü hissettiğimi bilmiyordum, bir şeyler beni korkutmaya başlamıştı ve neyle nasıl mücadele edeceğimi bilmiyordum. Meslek okuluna gittim, çünkü iyi bir üniversite okumamın imkânı yoktu. O sınavları kazanmak için yeterli kapasiteyi gösteremedim. Birilerinin bakış açısına göre başarısız ve yetersizdim. Çok haklılardı, ben de onlara çok uzun süre inanmıştım.

“Başarısız ve kapasitesiz Akif”... İçine kapanık biri olarak her şeyi içinize atınca, o iç fazla dayanamaz, bir yerden patlar. Benim de en sonunda iki kulağım ve denge sistemim çöktü.

Şimdi buradan hakkımı istiyorum! Millî eğitimden, okuduğum okullardan, tüm öğretmenlerimden, çevremden ve ailemden…

Bağırarak, yüksek sesle ve büyük harflerle çağırıyorum ki, bir etkisi olsun: Dünyaya adım atıyorsunuz ve geçip giderken yürekten bir “Hoş geldin dünyamıza!” diyen olmuyor. Bir kez olsun, gerçekten, tüm varlığınızla bir varlığı görüp takdir edin, ne olur!

Birilerini takdir etmek için, vermediğiniz donanımla bir şeyler başarmasını bekleyerek kendi seviyenizi daha fazla düşürmeyin artık! Okulların aynı şekilde, gerçekten kutsal olan bir varlığın kendi kutsallığını tanıması ve tanıklık etmesi için verecek hiçbir şeyi yok mu? Matematik ve fen dersleriyle mi insanı insan yapmaya, kendini tanımaya ve büyük hayat mücadelesine hazırlıyorlar? Siz vermezseniz bir insana kendini, insanın tek başına kendini bulması mucize oluyor. Ki bu mucizeyi herkes yaşayamıyor.

Lütfen, önce bir “Hoş geldin” deyin, önce varlığı kutsayın. Bilginin önüne önce bağ kurmayı ve insan kazanmayı koyun. Heyecanı, merak ve ilgisi olmayan bir zihni karşınıza alıp da ne yapmaya çalışıyorsunuz?

Millî eğitimin hedefinde gerçekten ne var, çok merak ediyorum. Kurumlar vizyon ve misyon belirleyerek rotalarını ilân ederler. Bu özel olarak hazırlanan güzel sözler sahada ya çok geç etki bulur ya da hiç bulmaz. Millî Eğitim Bakanlığı’nın misyonunda, “Hayata hazır, sağlıklı ve mutlu bireyler yetiştiren bir eğitim sistemi”, vizyonunda ise şunlar yazmaktadır: “Düşünme, anlama, araştırma ve sorun çözme yetkinliği gelişmiş, bilgi toplumunun gerektirdiği bilgi ve becerilerle donanmış, millî kültür ile insanlığın ve demokrasinin evrensel değerlerini içselleştirmiş, iletişime ve paylaşıma açık, sanat duyarlılığı ve becerisi gelişmiş, özgüveni, öz saygısı, hak, adalet ve sorumluluk bilinci yüksek, gayretli, girişimci, yaratıcı, yenilikçi, barışçı, sağlıklı ve mutlu bireylerin yetişmesine ortam ve imkân sağlamaktır.”

Ne kadar güzel sözler, değil mi? Böyle bir eğitim kaç kişiye nasip oluyor, gerçekten merak ediyorum! Bana nasip olmadı. Oysa okumak güzeldi. Desteklenseydik, zihnimiz eğitilseydi, merak ve heyecan aşılansaydı, bir yanımız böyle eksik ve içimizdeki boşluk böylesi derin olmazdı. Şimdi üzerine ne atsanız tutmayan bir yapı gibi bilincim. Çünkü temel yok. Onun yerine kocaman bir boşluk var. Ne atsanız, o boşlukta kayboluyor. Gerçekten benim geleceğimin, onca neslin geleceğinin çalınmasından kim sorumlu?

Doğru şekilde yetiştirilmiş ve ekonomik kaygıları ortadan kaldırılmış bir eğitimcinin vereceği doğru eğitimle çözülemeyecek şey yoktur. Ülkemin, eğitimciye ve eğitime bakış açısını genişleterek, tıkanan sorunların üstesinden geleceğine inanıyorum. Bu kapsamda fert olarak bizler de üstümüze düşeni yapmak zorundayız. Kendi gelişim ve sorumluluğumuzda olanların gelişimine azamî dikkat göstermeliyiz. Yüce Yaratıcıyı hiçbir zaman akıldan çıkarmamalı, O’nun emekleri boşa çıkarmayacağını bilmeliyiz. Gayret bizden, takdir Allah’tan.

Güzel ülkeme inanıyorum, bir gün içimizdeki tüm hastalıklar iyileşecek ve dış güçler artık bizi içimizden vuramayacak. İşte o zaman bizi durduracak bir şey de kalmayacak! O kutlu zamanlar geldiğinde, bu ülkenin her ferdinde hazır bulunan cevherler tümüyle ortaya çıkacak ve eğitimden sanayiye, teknolojiden bilime her alanda önder ve örnek olacağız.

Şu an her zamankinden daha dikkatli, daha gayretli olmalıyız. Zor zamanlarda verilen emek ve fedakârlık daha kıymetlidir. Ülkemin buna ihtiyacı var.