Temâşâ

Edebiyat ve sanatın görsel üzerinden aktarımını getiren yepyeni bir kültür ile söz ve yazı yerine insan, görsele yani teknolojiye yönelmeye başlamıştır. Tarihte sözlü edebiyat ile yüz yüze aktarılan kültür, zamanla kendini kitaplarla yazıya ve günümüzde ise teknoloji ile görselin hoyrat kollarına bırakmıştır.

SÖZÜN gücünü ilk zamanlardan beri keşfeden kavimler nesiller boyunca bunu aktarmanın onurunu yaşarken, bunun yanında gerçekliğin kaybını bize dayatan modern zaman yazılı edebiyatı ise taçlandırmaktadır.

Yazıdan önce sözlü kültür içerisinde destanlarla aktarılan bilgi ve duygular çağımızda hikâye ve romanlara yerini bırakmış bulunmakta. Peki, gerçekten o övülesi destansı anlatının bizde uyandıracağı etkiyi yazılı metinlerle yakalamak mümkün mü?

Günbatımını yüksek bir yerden izlerken gökyüzünün aldığı her renk tonuna, güneşin son ışıklarının yeryüzüne temâsına, ılık rüzgârın tenimize değişine, hattâ mevsimin daha birçok özelliğine aynı anda şâhit oluruz. İşte destanlar, anlatıcının mimiklerinde, ses tonunda, anlattığı olaya göre rûh hâlini yansıtışında, kısacası beden ve rûhunun bütünleşmesiyle dinlerken bizi olayın içine sokarak yaşamamıza vesîle olduğu için bizzat gökyüzünü tecrübe etmek kadar etkilidir. Bazen de böyle bir ânı yaşamaktan ziyâde, onu yaşarken resmetmiş bir ressamın tablosuna bakarak aynı hissi yaşamaya çabalarız.

Yazılı edebiyatın ürünleri de tıpkı ressamın tablosu gibidir. Her ne kadar olanı bize gösterirken aslını muhafaza etse de, betimlemeleriyle bizi içine çekmeye çalışsa da destan kadar etkili olabilmesi mümkün değildir.

Sözlü edebiyat, aynı anda birçok duyu organı ile desteklenen anlatımı sayesinde nesiller boyunca kalıcı olmuştur. Yazılı bir metne kişinin iradesiyle sahip olması, onu istemesi ve çaba sarf etmesi gerekir. Sözlü kültür ise, hayatın her alanında istenmese dahi maruz kalınan kaçınılmaz bir unsur olduğu için öğrenimi ve unutulmayı en aza indirir.

Beğendiğimiz manzaraları çoğu zaman zihnimize kazımak yerine fotoğrafını çekerek ölümsüzleştirdiğimizi düşünür, sonra da galerimizdeki binlerce fotoğraf arasından bir daha onu bulup bakmayız bile. İnsanın yaşadığı anları fotoğraflayarak unutmayacağını düşünmesi ile yazılan şeyin kalıcı olacağı düşüncesi birbirinden hiç de farklı değildir. Binlerce kitaba sahip, hattâ hepsini okumuş bir insan olsanız bile, hâfızanızda ne kadar bilgi kaldıysa, sadece o bilgilere sahip olmuş olursunuz. Öyleyse bizde en ufak bir iz bırakamayan kitapları okumaktan üstün değil midir bir destanın içinde kendimizi bulup hiç unutmamak?

Sözlü edebiyat, hiçbir cümlenin ifade edemediği mânâyı aktarırken yine onu cümlelere sığdırabilmenin çabasını yaşamaktır.

Yazılı edebiyat ürünlerinde dilin yazar tarafından ustaca kullanılarak anlatıyı süslemiş olması çok önemlidir. Öyle ki, bazı metinlerde okuyucu, kendini olayın içinde hayâl etmekte, eserin karakterleriyle beraber anlatıyı yaşarken bulabilmektedir. Fakat bu eserler teknolojinin hızla yaygınlaşmasıyla oldukça sınırlı kalmıştır. Beraberinde, edebiyat ve sanatın görsel üzerinden aktarımını getiren yepyeni bir kültür ile söz ve yazı yerine insan, görsele yani teknolojiye yönelmeye başlamıştır. Tarihte sözlü edebiyat ile yüz yüze aktarılan kültür, zamanla kendini kitaplarla yazıya ve günümüzde ise teknoloji ile görselin hoyrat kollarına bırakmıştır.