TÜRKİYE
Cumhuriyeti Devleti’nin güçlü, tutarlı ve istikrarlı yönetimi, tüm dünya
ülkelerinin nazarından kaçmıyor.
Yedi düvelin bir olup 200 yıldır, maddî-mânevî
tüm değerlerini yozlaştırma projelerine, Batılılaştırma çalışmalarına,
dinsizleştirme girişimlerine, uzun soluklu ihanet plânlarına, güç yetiremeyeceklerini
anladıklarında askerî gücü kullanarak darbeye yeltenmelerine, siyâsî
infazlarına, yüzbinlerce genci eğitimden mahrum etme çabalarına rağmen
Türkiye’nin, aziz milleti ile birlikte denklemleri değiştiren etkinlikte ve
hamleleri boşa çıkaracak yetkinlikte bir profil çiziyor olmasından rahatsızlık
duyanların şaşkınlıkları saldırganlığa dönüşüyor.
Sırtında sadağı olmayan, boşluğu
yaydan sayan, dilini ok gibi kullanan, el yordamıyla boş atıp boş tutan ancak
ses ve söz kirliliği oluşturanların “olmaz, olamaz” zannettikleri ne varsa
hepsi bir bir olunca, zembereği boşalmış saat gibi çınlıyor olmalarını
yadırgamıyoruz.
Varsın, çalsınlar! Başka türlü
çalamamanın acısını bozuk çınlamalarıyla icra etsinler… Hattâ bölücü,
ayrıştırıcı, kışkırtıcı gürültüleriyle iddia ettikleri gibi çağdaş, modern ve
demokratik olmadıklarını ispatlasınlar.
Ayasofya Müzesi’nin (1934)
üzerindeki 86 yıllık ipoteğin kaldırılıp 24 Temmuz 2020 Cuma günü yeniden ibadete
açılması gerçeğini hazmedemeyen ve Rus Ortodokslarını da kışkırtma çabası işe
yaramayan Yunanistan, bayraklarını yarıya indirmiş, matem ayinleri düzenlemiş,
çanlar gün boyu yas tutarak çalmış, bizim için gam değil!
“CHPKK”lıların, iktidar hasretleri yetmiyormuş
gibi mâzilerinde camileri yakıp yıkmak, kimini ahır, kimini depo olarak
kullanma pratikleriyle hiç mi hiç örtüşmeyen Ayasofya’nın “Ayasofya-i Kebir
Cami-i Şerîfi” unvanına kavuşmasını hazmedemeyip, ilk ve tek çâreleri olan “Lâiklik elden gidiyor!” feveranlarıyla
kendilerini hırpalıyor olmaları da umurumuzda değil!
Neden değil? Çünkü Ayasofya’nın
müzeden camiye dönüştürülme prosedürü Türkiye Cumhuriyeti ilkeleriyle uyumlu
biçimde gerçekleştirilmiştir de ondan!
Yönetimimiz cumhuriyet… Yani TDK sözlüğüne
göre dilimize Arapçadan geçen bir sözcük olup, kelime anlamı, “milletin,
egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği
milletvekilleri aracılığıyla kullandığı yönetim biçimi”… Var mı bir sıkıntı?
Yok!
“Maddî ve mânevî açılardan millet
ve ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışı” olan milliyetçilik
ilkesine uygun mudur? Çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede Ortodoks menfaatler
gözetilmeyeceğinden, pekâlâ uygundur!
Halkın çoğunluğunun talebi, hani şu
hainlerce darbe girişimlerinde aktif rol oynayan, muhalefet tarafından devlet
yöneticilerinin trollendiği, yalan haberlerle halkın zehirlendiği, sahte
hesaplarla mâkâm ve mevki sahiplerinin linç edilmeye çalışıldığı, “Kedi erişemediği ete mundar der” sözü
gereği küfrün bini bir para iktidardaki isimlerin ailelerine dil uzatıldığı,
kitle operasyonlarının gırla gittiği meşhur ve ehemmiyetli olduğu kadar etkin
alan var ya, hani “sosyal medya” denilen o ortamda, kamuoyu yoklaması yapıldı
mı? Yapıldı!
Sövmek demokratik hak olarak
görülüyor da, vatan sınırları içindeki mabedine sahip çıkan halk, demokrasiden
istifade etmeyecek mi? Edecek!
Devletimiz, demokratik haklar ve
şartlar (seçilmiş) ile yönetiliyor mu? Evet! Ekonomide, eğitimde, ulaşımda,
sağlıkta, tarımda muhteşem atılımlar yapılıyor mu? Hem de nasıl! Türk’ü,
Kürt’ü, Çerkez’i, Laz’ı, Hanefî’si, Şâfî’si, Mâlikî’si, Alevî’si, ateisti, deisti,
Kemalist’i kardeş kardeş yollardan, köprülerden, havalimanlarından, hastanelerden
yararlanıyor mu? Pek tabiî! Öyleyse?
“Devlet ile din işlerinin ayrılığı, devletin, din ve
vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından yansız olması” şeklinde tanımlanan ve “Devletin vatandaşlarıyla olan ilişkilerinde inançlara göre ayrım
yapmaması ve ayrıca, herhangi bir inancın, özellikle de bir toplumda egemen
olan inancın, aynı toplumda azınlıkların benimsediği inançlara baskı yapmasını
önlemesi” şeklinde detaylandırılan lâikliğe uygun mu? Hem de nasıl uygun!
Nihâyet!
Geçtim 481 yıllık Osmanlı
tarihindeki cami olma vasfını, “Cumhuriyet’in
ilânından sonra 11 yıl cami olarak ibadete açık mıydı Ayasofya?” diye
sorarsak, cevabımız “Evet” olur mu? Olur.
Üstelik Türkiye Cumhuriyeti’nin
seçilmiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Ayasofya cami olacak ve herkes en az bir kere namaz kılacak, bunu da karne
ile ispatlayacak” dedi mi? Demedi!
Kılan kılar, kılmayan kılmaz! Cezaî
müeyyideye bağlandı mı? Bağlanmadı. Ee?
“Din ve vicdan özgürlüğü” böyle bir
şey değil mi? Tıpkı böyle bir şey! Ne demeye “Lâiklik elden gidiyor!” feveranlarıyla halk birbirine karşı kışkırtılmaya
çalışılıyor? Bu “Lâiklik elden gidiyor!” sloganları, toplum asayişini bozma ve
huzurunu tehdit etme unsuru içermiyor mu?
Ah dertleri lâiklik olsa keşke! Dertleri
şu ki; vatan toprağı kazan, onlar kepçe, ne kadar karıştırırlarsa o kadar
yaranacaklar başlarında hükümferma olan çobanlarına…
Devrimciliğe de aykırı değil konu. İşte
devrim niteliğinde muazzam bir girişim! Bütün Haçlı şövalyelerinin arzusuna
itaat yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin fikren, zikren, fiilen özgür halkının
demokratik hakkı gereği gerçekleştirilmiş bir iade-i itibar!
Gurur duymak lâzım “86 yıldır tapu mülkiyet hakkı yasal olan
bir mabet, aslına rücû ettirildi” diye.
Yunanistan, bu mabet kendi
topraklarında olmadığı hâlde sahiplenip yas tutuyorken, biz kendi vatan
sınırlarımız içinde yer alan ve tarihi atalarımıza dayanan, fethi müyesser ile
bizim olmuş Ayasofya’ya sahip çıkamadığımız yılların mahcûbiyetini nasıl
yaşamayız?
İşte asırlara meydan okuyan mabet,
aslına rücû ettirildi nihâyet!
Evet, Türkiye bu güçte, bu
dirâyette, bu yetkide nihâyet! Görüldüğü gibi Türkiye güçlenip büyüyor. Ama
içimizdeki hipermetroplar, gözlerini vatanlarından dışarı çevirip uzaklara
diktiklerinden, görmekte zorlanıyorlar.
Üstelik, tüm dinlerde ve
mezheplerde tesettür hassasiyeti olduğu tarihî kayıtlarda sabitken, bir mabede
müze muamelesi yapmak, öncelikle Müslümanları çok üzüyor ve de dinlerini ve
mezhep ayrılıklarını siyâsî malzeme yapmayan has Katolikleri, dikkatli
Ortodoksları da rahatsız ediyordu. Ayasofya cami olunca, Yaratıcı ile kul
arasındaki edep esaslı evrensel hassasiyet yerine getirilmiş oldu. Devletimiz
sağ olsun, tüm evrensel dinlerin kutsal kitabında yer alan Yaratıcı’ya ve
mabede hürmet gereği, örtünme âyetlerine cihanşümul bir duyarlılıkla hürmet
gösterdi.
Herkes memnun, siz de memnun olun!
Beyhude yere hırpalıyor içimizdeki
ve dışımızdaki muhalifler kendilerini. Sakin olun beyler! Darbe yok, silah yok,
sivil halka zulüm yok, zorlama yok. Dolayısıyla telâşa, çığırtkanlığa hiç mi
hiç gerek yok!
Demokrasi var, halkın talebi var. Ayasofya,
hakkı ve aslı olan “Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerîfi” unvanına uygun şartlarla kavuşturuldu.
Ayasofya’nın kadim tarihine
baktığımızda…
537 ilâ 1054 yılları arası : Katedral (Katolik) 517 yıl.
1054 ilâ 1204 yılları arası : Doğu Yunan (Ortodoks) 150 yıl.
1204 ilâ 1261 yılları arası : Roma Katedral (Katolik) 57 yıl.
1261 ilâ 1453 yılları arası : Doğu Yunan (Ortodoks) 192 yıl.
1453 ilâ 1934 yılları arası : Türkiye (Cami) 481 yıl.
1934 ilâ 2020 yılları arası : Türkiye (Müze) 86 yıl.
24 Temmuz 2020 ilâ 29 Temmuz 2020
günleri arasında ise “Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerîfi” nâmıyla 6 gündür hazır olduğunu
görürüz.
Aklı olanın, matematik dehâsı olmasına
gerek yok; tarihler arasındaki yılları topladığında erişeceği sonuç şöyle
olacaktır:
Katedral olarak 574 yıl (Katolik)
Katedral olarak 342 yıl (Ortodoks)
Cami olarak 567 yıl 6 gün şeklinde
mabet ve müze olarak bugünlere erişmiştir.
1200’lü yıllar öncesi ve 1453’e
kadar olan dönemin imkânları ve isyanları göz önünde bulundurulduğunda, ihtişamlı
Osmanlı Devleti’nin himâyesi altında olmasaydı bugünlere erişebilir miydi,
bilinmez. Ancak tahmin edilebilir ki, Ayasofya’nın yeniden inşâ ettirilerek
ayakta kalması ve mimarî açıdan en hassas biçimde onarılarak korunması, Osmanlı
Devleti’nin mabetlere olan hürmetindendir.
Yunanistan’ın en az yıl aralığında
mabet olarak kullandığı aşikârken, yüksek perdeden sahiplenme çığlıkları atması,
bu mevzunun en abes durumudur. Ama illâ matem tutmak diliyorlarsa, teselli
edecek değiliz! Yasları kutlu olsun! Diledikleri kadar üzülebilirler. Bizce mahsuru
var mıdır? Tabiî ki yoktur.
Hâsılıkelâm, hiçbir şeyin bir yere
gittiği de yoktur! Yukarıdaki matematikten de anlaşılacağı üzere, Yunan
Ortodoksların (istisnâlar hâriç) matematiksel olarak söyleyecek sözleri de yoktur.
İçimizdeki Yunanvârîleri de, “din
ve vicdan hürriyeti gereği” saygıya davet ederek, “lâikliğin” bir yere
gitmediğinin altını çizelim ve boş yere “-mış” gibi yapıp zihin yıkamaya
çalışmalarının onlara hiç yakışmadığını hatırlatalım.
Bir baksınlar, bir gözlemlesinler
Ayasofya Camiî’ni, namaz kılanın memnun, kılmayanın memnun olduğunu görecekler.
Ayasofya’ya sırtını yaslayıp fotoğraf çektirenlerin ise herkesten daha memnun
olduklarını fark edecekler. Öyleyse sakinleşmelerini önerelim ve hattâ bir
hatıra fotoğrafı çektirmelerini tavsiye edelim.