Telâşa gerek yok, her şey yerli yerinde!

Yunanistan, bu mabet kendi topraklarında olmadığı hâlde sahiplenip yas tutuyorken, biz kendi vatan sınırlarımız içinde yer alan ve tarihi atalarımıza dayanan, fethi müyesser ile bizim olmuş Ayasofya’ya sahip çıkamadığımız yılların mahcûbiyetini nasıl yaşamayız? İşte asırlara meydan okuyan mabet, aslına rücû ettirildi nihâyet! Evet, Türkiye bu güçte, bu dirâyette, bu yetkide nihâyet!

TÜRKİYE Cumhuriyeti Devleti’nin güçlü, tutarlı ve istikrarlı yönetimi, tüm dünya ülkelerinin nazarından kaçmıyor.

Yedi düvelin bir olup 200 yıldır, maddî-mânevî tüm değerlerini yozlaştırma projelerine, Batılılaştırma çalışmalarına, dinsizleştirme girişimlerine, uzun soluklu ihanet plânlarına, güç yetiremeyeceklerini anladıklarında askerî gücü kullanarak darbeye yeltenmelerine, siyâsî infazlarına, yüzbinlerce genci eğitimden mahrum etme çabalarına rağmen Türkiye’nin, aziz milleti ile birlikte denklemleri değiştiren etkinlikte ve hamleleri boşa çıkaracak yetkinlikte bir profil çiziyor olmasından rahatsızlık duyanların şaşkınlıkları saldırganlığa dönüşüyor.

Sırtında sadağı olmayan, boşluğu yaydan sayan, dilini ok gibi kullanan, el yordamıyla boş atıp boş tutan ancak ses ve söz kirliliği oluşturanların “olmaz, olamaz” zannettikleri ne varsa hepsi bir bir olunca, zembereği boşalmış saat gibi çınlıyor olmalarını yadırgamıyoruz.

Varsın, çalsınlar! Başka türlü çalamamanın acısını bozuk çınlamalarıyla icra etsinler… Hattâ bölücü, ayrıştırıcı, kışkırtıcı gürültüleriyle iddia ettikleri gibi çağdaş, modern ve demokratik olmadıklarını ispatlasınlar.

Ayasofya Müzesi’nin (1934) üzerindeki 86 yıllık ipoteğin kaldırılıp 24 Temmuz 2020 Cuma günü yeniden ibadete açılması gerçeğini hazmedemeyen ve Rus Ortodokslarını da kışkırtma çabası işe yaramayan Yunanistan, bayraklarını yarıya indirmiş, matem ayinleri düzenlemiş, çanlar gün boyu yas tutarak çalmış, bizim için gam değil!

“CHPKK”lıların, iktidar hasretleri yetmiyormuş gibi mâzilerinde camileri yakıp yıkmak, kimini ahır, kimini depo olarak kullanma pratikleriyle hiç mi hiç örtüşmeyen Ayasofya’nın “Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerîfi” unvanına kavuşmasını hazmedemeyip, ilk ve tek çâreleri olan “Lâiklik elden gidiyor!” feveranlarıyla kendilerini hırpalıyor olmaları da umurumuzda değil!

Neden değil? Çünkü Ayasofya’nın müzeden camiye dönüştürülme prosedürü Türkiye Cumhuriyeti ilkeleriyle uyumlu biçimde gerçekleştirilmiştir de ondan!

Yönetimimiz cumhuriyet… Yani TDK sözlüğüne göre dilimize Arapçadan geçen bir sözcük olup, kelime anlamı, “milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı yönetim biçimi”… Var mı bir sıkıntı? Yok!

“Maddî ve mânevî açılardan millet ve ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışı” olan milliyetçilik ilkesine uygun mudur? Çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede Ortodoks menfaatler gözetilmeyeceğinden, pekâlâ uygundur!

Halkın çoğunluğunun talebi, hani şu hainlerce darbe girişimlerinde aktif rol oynayan, muhalefet tarafından devlet yöneticilerinin trollendiği, yalan haberlerle halkın zehirlendiği, sahte hesaplarla mâkâm ve mevki sahiplerinin linç edilmeye çalışıldığı, “Kedi erişemediği ete mundar der” sözü gereği küfrün bini bir para iktidardaki isimlerin ailelerine dil uzatıldığı, kitle operasyonlarının gırla gittiği meşhur ve ehemmiyetli olduğu kadar etkin alan var ya, hani “sosyal medya” denilen o ortamda, kamuoyu yoklaması yapıldı mı? Yapıldı!

Sövmek demokratik hak olarak görülüyor da, vatan sınırları içindeki mabedine sahip çıkan halk, demokrasiden istifade etmeyecek mi? Edecek!

Devletimiz, demokratik haklar ve şartlar (seçilmiş) ile yönetiliyor mu? Evet! Ekonomide, eğitimde, ulaşımda, sağlıkta, tarımda muhteşem atılımlar yapılıyor mu? Hem de nasıl! Türk’ü, Kürt’ü, Çerkez’i, Laz’ı, Hanefî’si, Şâfî’si, Mâlikî’si, Alevî’si, ateisti, deisti, Kemalist’i kardeş kardeş yollardan, köprülerden, havalimanlarından, hastanelerden yararlanıyor mu? Pek tabiî! Öyleyse?

“Devlet ile din işlerinin ayrılığı, devletin, din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından yansız olması” şeklinde tanımlanan ve “Devletin vatandaşlarıyla olan ilişkilerinde inançlara göre ayrım yapmaması ve ayrıca, herhangi bir inancın, özellikle de bir toplumda egemen olan inancın, aynı toplumda azınlıkların benimsediği inançlara baskı yapmasını önlemesi” şeklinde detaylandırılan lâikliğe uygun mu? Hem de nasıl uygun!

Nihâyet!

Geçtim 481 yıllık Osmanlı tarihindeki cami olma vasfını, “Cumhuriyet’in ilânından sonra 11 yıl cami olarak ibadete açık mıydı Ayasofya?” diye sorarsak, cevabımız “Evet” olur mu? Olur.

Üstelik Türkiye Cumhuriyeti’nin seçilmiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Ayasofya cami olacak ve herkes en az bir kere namaz kılacak, bunu da karne ile ispatlayacak” dedi mi? Demedi!

Kılan kılar, kılmayan kılmaz! Cezaî müeyyideye bağlandı mı? Bağlanmadı. Ee?

“Din ve vicdan özgürlüğü” böyle bir şey değil mi? Tıpkı böyle bir şey! Ne demeye “Lâiklik elden gidiyor!” feveranlarıyla halk birbirine karşı kışkırtılmaya çalışılıyor? Bu “Lâiklik elden gidiyor!” sloganları, toplum asayişini bozma ve huzurunu tehdit etme unsuru içermiyor mu?

Ah dertleri lâiklik olsa keşke! Dertleri şu ki; vatan toprağı kazan, onlar kepçe, ne kadar karıştırırlarsa o kadar yaranacaklar başlarında hükümferma olan çobanlarına…

Devrimciliğe de aykırı değil konu. İşte devrim niteliğinde muazzam bir girişim! Bütün Haçlı şövalyelerinin arzusuna itaat yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin fikren, zikren, fiilen özgür halkının demokratik hakkı gereği gerçekleştirilmiş bir iade-i itibar!

Gurur duymak lâzım “86 yıldır tapu mülkiyet hakkı yasal olan bir mabet, aslına rücû ettirildi” diye.

Yunanistan, bu mabet kendi topraklarında olmadığı hâlde sahiplenip yas tutuyorken, biz kendi vatan sınırlarımız içinde yer alan ve tarihi atalarımıza dayanan, fethi müyesser ile bizim olmuş Ayasofya’ya sahip çıkamadığımız yılların mahcûbiyetini nasıl yaşamayız?

İşte asırlara meydan okuyan mabet, aslına rücû ettirildi nihâyet!

Evet, Türkiye bu güçte, bu dirâyette, bu yetkide nihâyet! Görüldüğü gibi Türkiye güçlenip büyüyor. Ama içimizdeki hipermetroplar, gözlerini vatanlarından dışarı çevirip uzaklara diktiklerinden, görmekte zorlanıyorlar.

Üstelik, tüm dinlerde ve mezheplerde tesettür hassasiyeti olduğu tarihî kayıtlarda sabitken, bir mabede müze muamelesi yapmak, öncelikle Müslümanları çok üzüyor ve de dinlerini ve mezhep ayrılıklarını siyâsî malzeme yapmayan has Katolikleri, dikkatli Ortodoksları da rahatsız ediyordu. Ayasofya cami olunca, Yaratıcı ile kul arasındaki edep esaslı evrensel hassasiyet yerine getirilmiş oldu. Devletimiz sağ olsun, tüm evrensel dinlerin kutsal kitabında yer alan Yaratıcı’ya ve mabede hürmet gereği, örtünme âyetlerine cihanşümul bir duyarlılıkla hürmet gösterdi.

Herkes memnun, siz de memnun olun!

Beyhude yere hırpalıyor içimizdeki ve dışımızdaki muhalifler kendilerini. Sakin olun beyler! Darbe yok, silah yok, sivil halka zulüm yok, zorlama yok. Dolayısıyla telâşa, çığırtkanlığa hiç mi hiç gerek yok!

Demokrasi var, halkın talebi var. Ayasofya, hakkı ve aslı olan “Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerîfi” unvanına uygun şartlarla kavuşturuldu.

Ayasofya’nın kadim tarihine baktığımızda…

537 ilâ 1054 yılları arası      : Katedral (Katolik)             517 yıl.

1054 ilâ 1204 yılları arası    : Doğu Yunan (Ortodoks)   150 yıl.

1204 ilâ 1261 yılları arası    : Roma Katedral (Katolik)   57 yıl.

1261 ilâ 1453 yılları arası    : Doğu Yunan (Ortodoks)   192 yıl.

1453 ilâ 1934 yılları arası    : Türkiye (Cami)                  481 yıl.

1934 ilâ 2020 yılları arası    : Türkiye (Müze)                    86 yıl.

24 Temmuz 2020 ilâ 29 Temmuz 2020 günleri arasında ise “Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerîfi” nâmıyla 6 gündür hazır olduğunu görürüz.

Aklı olanın, matematik dehâsı olmasına gerek yok; tarihler arasındaki yılları topladığında erişeceği sonuç şöyle olacaktır:

Katedral olarak 574 yıl (Katolik)

Katedral olarak 342 yıl (Ortodoks)

Cami olarak 567 yıl 6 gün şeklinde mabet ve müze olarak bugünlere erişmiştir.

1200’lü yıllar öncesi ve 1453’e kadar olan dönemin imkânları ve isyanları göz önünde bulundurulduğunda, ihtişamlı Osmanlı Devleti’nin himâyesi altında olmasaydı bugünlere erişebilir miydi, bilinmez. Ancak tahmin edilebilir ki, Ayasofya’nın yeniden inşâ ettirilerek ayakta kalması ve mimarî açıdan en hassas biçimde onarılarak korunması, Osmanlı Devleti’nin mabetlere olan hürmetindendir.

Yunanistan’ın en az yıl aralığında mabet olarak kullandığı aşikârken, yüksek perdeden sahiplenme çığlıkları atması, bu mevzunun en abes durumudur. Ama illâ matem tutmak diliyorlarsa, teselli edecek değiliz! Yasları kutlu olsun! Diledikleri kadar üzülebilirler. Bizce mahsuru var mıdır? Tabiî ki yoktur.

Hâsılıkelâm, hiçbir şeyin bir yere gittiği de yoktur! Yukarıdaki matematikten de anlaşılacağı üzere, Yunan Ortodoksların (istisnâlar hâriç) matematiksel olarak söyleyecek sözleri de yoktur.

İçimizdeki Yunanvârîleri de, “din ve vicdan hürriyeti gereği” saygıya davet ederek, “lâikliğin” bir yere gitmediğinin altını çizelim ve boş yere “-mış” gibi yapıp zihin yıkamaya çalışmalarının onlara hiç yakışmadığını hatırlatalım.

Bir baksınlar, bir gözlemlesinler Ayasofya Camiî’ni, namaz kılanın memnun, kılmayanın memnun olduğunu görecekler. Ayasofya’ya sırtını yaslayıp fotoğraf çektirenlerin ise herkesten daha memnun olduklarını fark edecekler. Öyleyse sakinleşmelerini önerelim ve hattâ bir hatıra fotoğrafı çektirmelerini tavsiye edelim.