Tekelleşmenin sarmalı ve Türk sineması

Ticarî kaygılar sanatsal düşüncenin önüne geçince, sinemamız sanatsal bağlamda çok da verimli bir sinema olmaktan çıkarak sözünü ettiğim bu alana hapsoluyor. Bu da sinemamızı sözünü ettiğim türlerin tekeline bırakıyor.

NURİ Bilge Ceylan başta olmak üzere bazı yönetmenlerimizin uluslararası arenada elde ettiği başarılara rağmen Türk sineması, özellikle son yıllarda, genellikle komedi türünde filmlerin çekildiği bir sinemaya dönüşmüş durumda.

Ulusal veya uluslararası arenada ödül almış filmlerin gişeleri genellikle çok düşük kalıyor. Buna mukabil komedi filmleri ise gişede çok fazla iş yapıyor. Örneğin en çok izlenen ilk 20 filmin yarısından fazlası komedi filmlerinden oluşuyor.

Hâl böyle olunca, yapımcılar da genellikle komedi filmlerine yöneliyorlar. Komedi filmlerine yönelmeyenlerse genellikle gişe getirisi olacak dram filmleri veya dram temelli biyografi filmlerine yöneliyorlar.

Türk sinemasında en çok izlenen ilk yirmi yapımdan “Fetih 1453” filmi dışındaki yapımların hepsi ya komedi, ya dram ya da dram temelli biyografi türünde çekilen filmlerden oluşuyor. Bu filmlerin ortak özelliği ise gişe odaklı olmaları. Yani ticarî kaygıların sanatsal kaygılardan önde olduğu yapımlar…

Ticarî kaygılar sanatsal düşüncenin önüne geçince, sinemamız sanatsal bağlamda çok da verimli bir sinema olmaktan çıkarak sözünü ettiğim bu alana hapsoluyor. Bu da sinemamızı sözünü ettiğim türlerin tekeline bırakıyor.

Tekelleşme sinemanın diğer alanlarında da var

Tekelleşme her alanda olduğu gibi sinemada da iyi sonuçlar doğurmuyor. Sinemamızda sadece türler açısından tekelleşme söz konusu değil. Dağıtım alanında da tekelleşme söz konusu.

Örneğin, özellikle AVM’lerin dışındaki sinemaların kapanmasıyla birlikte AVM sinemaları, sinema salonlarının hemen hemen hepsini kontrol eder duruma geldi. AVM sinemalarının tekeli dışında sinema filmlerinin dağıtımı da aynı şekilde tekelleşmiş durumda.

Meselâ sinema sektöründeki dağıtımları yapan ve ilk üçte yer alan şirketler hem seyirci, hem de hasılat bağlamında pazarın yarısından çok daha fazlasını kontrol ediyorlar. Yani belli şirketler sinema solanlarında belirleyici, diğer bir ifadeyle tekel konumundalar.

Bunlar için dönem dönem yasal düzenlemeler yapılarak tekelleşme kırılmaya çalışıyor.

Ama kanımca önemsenmesi gereken kısım, en başta belirttiğim türler açısından olan tekelleşmedir. Sinemamız günümüzde maalesef komedi türünün tekeline düşmüş durumda.

Tekelleşme arzusu sinemamızı kısırlaştırıyor

Komedi türü de kendi içinde aslında tekelleşiyor. Öyle ki, en çok gişe yapan filmlere baktığımızda hep belli yapımların listede olduğunu görüyoruz. Bu yapımların çok fazla gişe yapmasında, filmlerin izleyici tarafından benimsenmesinin yanında başka nedenler de var.

Örneğin bazı yapımlar, gösterim tarihlerinde sinema salonlarının yarısından fazlasında gösterime girerek kendi türündeki diğer yapımların daha fazla yerde ve daha fazla salonda seyirciye ulaşmasını önlüyor. Bunun dışında bazı yapımlar, ucuz fiyat politikalarıyla seyirciyi kendi tekelinde tutmaya çalışıyor. Bu da rekabete ciddî darbe vuruyor.

Bunların yanı sıra, özellikle pandemiyle birlikte revaç bulan ve ciddî abone sayılarına ulaşan dijital platformlarda yayına giren filmler, daha sonra gişede de seyirci karşısına çıkmayı yeğliyor. Bu tür yapımlar, dijital platformlardan ciddî miktarlarda maddî getiri elde ettikleri için sinema salonlarında gösterime girdiklerinde çok düşük fiyatlar ya da biletlerin yanında cips ve içecek verme gibi kampanyalar düzenleyerek seyirciyi kendilerine çekmeye çalışıyorlar. Bu da seyirciyi belli yapımlara yöneltiyor. Küçük yapımcılar bununla rekabet edemedikleri için gişe başarısı elde edemiyorlar. Yani bu tür uygulamalar da bir tür tekelleşme doğuruyor.

Sonuçta sinemamız kısırlaşarak belli türdeki yapımlara mahkûm kalıyor. Yani olan, sinemamıza oluyor!