DÜNYADA belli sektörde
uzmanlığa erişmek, akabinde tekeli de getiriyor.
Misâl,
İsviçre, saat endüstrisinde lider. Bu seviyeye nasıl geldiklerini, her evde
saat üretildiğini, çocukluğumda masal gibi anlatırlardı. Bizi ise kendi kendine
yetebilen ender ülkelerden biri olarak tanımlar, Arnavutluk’un komünist
liderlerinden Enver Hoca’yı (!) överlerdi.
Övdükleri
Enver Hoca’nın ülkesini iki kere gördüm. Görmez olaydım!
Tarım
ülkesi olduğumuzdan, buğday ve pamuk üretimindeki yeterlilikten, fındıkta dünya
lideri olduğumuzdan dem vurulurdu.
Hâlâ
dünya fındık üretiminin yüzde yetmişi, dünyanın en kaliteli fındığı bu
topraklarda üretiliyor. Lâkin fındık taban fiyatını artık Fiskobirlik değil,
İtalyanlar belirliyor!
Niçin?
Çünkü
İtalya, şekerleme ve çikolata üretiminde kullanılacak fındığın dağıtımını eline
almış. Ya da bir şekilde tevdi etmişler…
Ne
diyorduk?
Tarım
ülkesiydik, mercimeğin enva-i çeşidini üretiyorduk… Silolarımız ağzına kadar
mercimek dolu olduğundan, tüketimi arttırmak için televizyon ekranlarında her
gün mercimeğin yararlarını anlatan profesör bir ablamız bile vardı.
Et
pahalı olduğundan -o zamanlar tavuk eti de çok pahalıydı-, “Mercimeğin protein
değeri ile et eşitlenmeye çalışılıyor” diye muhalif fikirler öne sürülüyordu.
Lâkin
kimse bu ülkede Murat’ın amcasının senede bir kere Türkiye’ye geldiğinde
getirdiği Alman çikolatası ile kot pantolon hasreti çektiğini bilmezdi.
Daha
doğrusu, bilirdi de konuşmazdı!
Her
ülke bir sektörde veya her ülke sektörle yükselebilir. Misâlleri çok!
Nüfusu
8 milyonluk İsviçre gibi bir ülkeyi saat üretimi ile yönetmek kolaydır. Çünkü
İsviçre, fizikî sınırları oturmuş, etrafında hiçbir dolabın dönmediği, PKK’sı,
DHKP-C’si, FETÖ’sü olmayan güvenilir bir ülkedir.
Güvenilir
de yapılmıştır. Çünkü Yahudi, orayı kasa olarak kullanmakta, dünyanın neredeyse
tüm zenginleri paralarını buradaki bankalara yatırmaktadır.
Fakat
böyle bir coğrafyada 80 milyonluk Türkiye gibi bir ülkeyi yönetmek hiç de kolay
değildir! Ha, bunu harbiden başardığınız anda zaten Kanunî dönemine dönersiniz.
Bunları
yazarken aklıma bir anda Abdülhamid Han düştü.
Hünkâr,
iktidardan hâl’ edildikten sonra Selânik'teki Alatini biraderlere ait köşkte
esir edilirken...
Devletin
kuyruğu sıkışmış...
Sadaretteki
Mahmut Şevket Paşa’nın aklına, Abdülhamid Han’ın Almanya’da bulunan Deutsch
Bank’taki hisse senetleri gelmişti. Bunlara çökmek için de sabık padişaha baskı
uygulamaya başlamıştı. Memleketin tüm selâmeti sanki bu paralara bağlıymış gibi
yaptığı propagandası da sonuç vermişti.
Abdülhamid
Han neden paralarını bir Türk bankası olan Osmanlı Bankası’nda değil de Alman
bankasında tutuyordu?
“Saat
endüstrisi” deyip geçmeyin, sevgili Yasin Taha Kalay kardeşim der ki, “Ağabey,
saat endüstrisi temel yüksek teknoloji, kalite kontrol ve test, kalibrasyon ve
laboratuvar cihazlarına giden ana yol demektir”.
Şu
eski mekanik tansiyon aletleri vardı, ibreli… Hah, işte onları sadece saatçi
ülkeler yapabiliyordu!
Size
bir şey söylemek istiyorum: İsviçre, bugün elektronik sanayiinde Japonya ile
başa baştır. Çin ise bugün hâlen İsviçreli Reishauer takım tezgâhı üreticisi
firmanın elektronik kartlarını yapamamaktadır. Bu yol böyledir!
Mahmut Şevket mi? Af edersin, Dingo’nun önde
gidenidir!
***
Hem
sevindim, hem üzüldüm Meralcim
Allah,
hayatta insanın karşısına öyle fırsatlar yaratır ki değerler üstünden davranış
geliştirdiği an...
Körün
istediği bir göz, Allah verir iki göz.
Meralciğime
de fırsat kendiliğinden geldi...
Lâkin
bir edepsizi korumaya kalkarak ayağına gelen fırsatı tepti.
Lütfücüm,
artık partinin gizli kasası mıdır, yoksa bulunmaz Hint kumaşı mı, bilemem. Tam
bir siyaset acemisi gibi davrandı.
Farz
edelim ki provokasyon olsun, başbakansın(!)... Sana kâfirin türlü oyunları olacak.
Misâl, “One minute” çekmedin de ana avrat dümdüz gittin... Ya da dayanamadın,
erkekliğin tuttu, kodun sümsüğü... “Provokasyona geldim” mi diyeceksin, yoksa Kafakol
Lütfü’ye dönerek, “ama”sız, “lâkin”siz, “fakat”sız, “İçimizde senin gibilere yer
yok” mu diyeceksin?
Emin
olun, böyle bir şey yapsaydı, bir AK Partili olarak burada tek bir kelime
edemez, elim ayağım birbirine karışır, içimden de “Helâl olsun, istediğim
muhalefet işte bu!” derdim. Ama üzgünüm Meralcim, kaybettin!
Tanrılar
kurban istemiyor Meralcim, millet istiyor.
Bu
adamı kurban etmediğin her dakika bataklığa sürükleneceksin!
Hele
hele, her vatandaşın size oy vereceği ihtimâlini göz ardı ederek eleştirileri
“yavşaklık” ile tanımladın ya, bu millet sana kim olduğunu gösterecek!
Siyaset,
edepsizliği affetmez!
Devamlı şişirmeye çalıştığınız Erdoğan nefreti bile bu edepsizliği örtemez!