Tekâlif-i Milliye bir yardım kampanyası mıydı?

Aslında belki de Erdoğan’ın açıklamaları getirdi işi bu noktaya. O, söylediklerini herkesin doğru anlayacağını varsaydı herhâlde. Ancak bizdeki muhalefetin tarzı malûm… Asılsız söylemlerle bu salgın sürecinde bile Devletini yurtdışına şikâyet etmekten vazgeçmediler. Günlerce İtalya’daki verilerle bizimkileri kıyaslayarak felâket tellallığı yapanlar, Almanya’daki ölüm oranlarını bize örnek gösterenler, sarıldıkları veriler fos çıkınca, beğenmedikleri Uganda’daki elli küsur vakadan nemalanmaya çalıştılar.

BUGÜN, benim tarih yazma günüm ama bazen gündem, tarihe dalmamıza izin vermiyor. Neyse ki gene 1921’den bir kanunu konu aldık da bugünü tarihe bağlamış olduk…

Başkan Erdoğan, “Biz bize yeteriz Türkiye’m” mottolu kampanyayı ilân ederken neden Tekâlif-i Milliye Kanunu’nu referans göstermiştir, bir bakalım…

7-8 Ağustos 1921’de yayınlanan Tekâlif-i Milliye Emirleri’nde geçtiği şekliyle “tekâlif” kelimesi, “vergi ve yükümlülük” anlamlarına gelmektedir. Yani bugünkü Türkçeyle “Millî Sorumluluklar Kanunu” olarak çevirebiliriz. Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşması gerekçesiyle başvurulan bu kanun, kısmen geçici bir el koyma kanunudur. “Kısmen” diyorum; zira aşağıda yazacağım birkaç maddeden de anlaşılacağı üzere, vatandaşın ticârî olmayan mallarından verdikleri için bir sonradan ödeme taahhüdü verilmemiş, ayrıca sahipsiz tüm mallara el koyulmuştur.

“Halk, elindeki silah ve cephaneyi üç gün içinde orduya teslim edecek.

Halkın elindeki binek hayvanlarının ve taşıt araçlarının yüzde 20’sine el konulacak.

Her ev bir kat çamaşır, birer çift çorap ve çarık ile bir askeri giydirecek.

Tüm demirci, dökümcü, nalbant, terzi ve marangoz gibi zanaatkârlar ordunun emrinde çalışacak.

Halkın elindeki araçlar bir defa olmak üzere 100 kilometrelik mesafeye ücretsiz askerî ulaşım sağlayacak...”

Tüccar ve üreticiler içinse aşağıda bir araya topladığım maddelerde görüleceği üzere savaştan sonra ödeme taahhüdü içeren maddeler vardı kanunda:

“Halkın ve tüccarın elindeki dokuma ürünlerinin, gıda maddelerinin ve tüm makineli araçları ile yakıtların yüzde 40’ına el konulacak ve bedeli savaştan sonra ödenecek…”

***

Covid-19 salgınının sosyal etkilerinin azaltılması adına Erdoğan’ın başlattığı bağış kampanyası ise Tekâlif-i Milliye’den oldukça farklı. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, birinde mecburiyet, diğerinde gönüllülük esas. Birinde zengin-fakir ayrımı yapılmadan herkesin mallarına el koyulurken, diğerinde sadece imkânı olandan nakit yardım talep ediliyor. Birinde yüzde 20, yüzde 40gibi oranlarda mal alınırken, diğerinde kim gönlünden kopan neyse onu veriyor.

Kanunla el koyma ile bağış arasında bu kadar fark varken, Cumhurbaşkanı’nın Tekâlif-i Milliye’yi örnek göstermesinden özellikle muhalefet çok rahatsız oldu tabiî. Herkes iki durum arasındaki farkları saymaya başladı. 1921’de savaş hâli olduğu ve devletin yeni savaştan çıktığı için hiç parası olmadığı söyleniyor. Hükûmet’in kasadaki parayı (sözde) yandaşlara peşkeş çektiği için kasanın boşaldığı iddia ediliyor. Vatandaşa yardım etmek yerine vatandaştan yardım istendiği ileri sürülüyor.

Aslında belki de Erdoğan’ın açıklamaları getirdi işi bu noktaya. O, söylediklerini herkesin doğru anlayacağını varsaydı herhâlde. Ancak bizdeki muhalefetin tarzı malûm… Asılsız söylemlerle bu salgın sürecinde bile Devletini yurtdışına şikâyet etmekten vazgeçmediler. Günlerce İtalya’daki verilerle bizimkileri kıyaslayarak felâket tellallığı yapanlar, Almanya’daki ölüm oranlarını bize örnek gösterenler, sarıldıkları veriler fos çıkınca, beğenmedikleri Uganda’daki elli küsur vakadan nemalanmaya çalıştılar. Yanlış anlamadıklarından eminim ama bu bağış konusunu da istismar etmekten çekinmediler elbette. Peki ne demişti Erdoğan?

Tekâlif-i Milliye Emirleri’ni kastederek, “Görüldüğü gibi ülkemiz bir tehditle karşılaştığında devlet ve millet el ele vererek tüm imkânlarını seferber etmektedir. Bugün de yaptığımız işte budur. Devletimiz milletiyle el ele vererek ülkenin tüm imkânlarını salgın döneminin yol açtığı sıkıntılar ve tehditlerle mücadele için harekete geçirmiştir. Her ne kadar bazı kafalar bu dayanışma kültürünü kavramakta zorlanıyor olsa da, hamdolsun, milletimiz gerçekleri görmekte, üzerine düşenleri bihakkın yerine getirmektedir”.

Yani Kurtuluş Savaşı sürecinde kanunla da olsa devletine yardım etmekten kaçmayan milleti övmüş ve aynı şuurun bugün de var olduğuna inandığını söylemişti. “Yüz yıl önce kanunla alınmasaydı o halk o malları vermezdi!” demedi. “O zaman devlet zorla mallara el koydu, biz de bugün aynısını yapacağız!” da demedi. “Ha savaş, ha salgın, ikisi de aynı durum” anlamına gelecek bir cümle de kurmadı. Yani aslında bu örnek, iki durumu kıyaslamak için değil, milletin devletine vefâsının göstergesi olarak verilmişti.

Öyleyse bu canhıraş bağış düşmanlığı niye? Sen yapma kardeşim! Senden yardım isteyen yok ki zaten. Devlet, devletini sevenden yardım istedi. Hem de kendisi için değil, vatandaşları için... Devletin kasasına girmeden dağılacak bir zekât, fitre, sadaka olarak düşünün bunu…

Şimdi sadaka dedik ya, “Vatandaşı sadakaya muhtaç ettiniz!” diye de başlarsınız siz gene ama olay o kadar değil. Devlet her geçen gün yeni paketlerle salgının sosyo-ekonomik etkilerini azaltmanın yollarını arıyor ve ihtiyaç sahibine ulaşıyor zaten. Ama yardımlaşma, bu milletin hem kültüründe, hem de itikadında var. Mustafa Kemal’i küçümsemeden ve hattâ bana göre gereksiz yere yücelterek verilen bu yardım kültürü örneğinden rahatsız olanların, Alman televizyonlarında yardım için verilen hesap numaralarını görmezden geldiğini de bir kenara yazdık tabiî.

***

Velhâsıl, yardım bağıştır, kanunla alma ise el koymadır. Bağışı yapana Allâh’ın vaatleri yeter; onlar kazançtadır. Durum farklı, duruma konu olan millet ise aynıdır. Allâh, vatanını seven milleti ve milletini seven Devleti korusun.

***

Önemli not:

Ben bu yazıyı hazırlarken, İçişleri Bakanı Soylu’nun istifasının kabul edilmediği haberi geldi. Ancak Soylu’nun tavrının ne olacağı konusunda şüphelerim var. Cumhuriyet tarihinin gördüğü belki de en iyi İçişleri Bakanı olarak, kendisini görevinde görmekten, Devletim adına mutlu olurum. Hayırlısı…