Tefekkür ve tekebbür

Tefekkür, Rabbimizin eserleri karşısında büyülenerek büyür, rüyasını içten içe ve içten bir teslimiyetle büyütür. Tefekkür, teslim olmaktır. Hakk’a teslim olmak, hakikatin sırrına varmaktır. Tekebbür ise teslim almaktır. Sonunda kendini hakikat ilân etmeye kalkışmaktır. Büyüklenen insan büyülenmez, büyülenme melekesini mülk âleminin ayartıcı ve yok edici labirentinde yitirmiştir.

“Başınıza gelen her musîbet, kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki, Allah birçoğunu da bağışlar.” (Şûrâ, 30)

BİR hafta önceki yazımızda şöyle bir ifademiz vardı:

“Bilimin salgınları bitirdiğini söyleyenler, âdeta insanı tanrılaştırdılar (hâşâ).”

Oysa İslâm inancında Kur’ân’ın neyi işaret ettiğine, neler dediğine iman edilir, hayat ve memat ona göre tefekkür edilir. Çünkü, “Onlar başlarına bir musîbet gelince, ‘Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz’ derler” (Bakara, 156) âyetince akletmek gerekir.

Bütün dünyayı âdeta bir karantina çadırına çeviren o küçücük/zerre Coronavirüsten korunma adına alınan tedbirlerin yanında, elbette alacağımız dersler de vardır. Bu yazımızda, devlet otoritesinin emriyle evlerimizden çıkmayıp zamanı bir “Medrese-i Yûsufiye” misâlince değerlendirmek ve netîcenin hayra dönmesini beklemek gerektiğine yönelik bahiste bulunacağız…

***

Evlerimizde ailelerimizle oturmaya mecbur eden bu musîbetle ilgili olarak, nefsimize ağır gelse de Allah’a ilticâ edersek, bundan bizim için büyük ecirler olduğunu idrak edeceğiz: “Size zor geldiği hâlde, savaş üzerinize farz kılındı. Hakkınızda hayırlı olduğu hâlde bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz. Sizin için kötü olduğu hâlde bir şeyden hoşlanmış da olabilirsiniz. Yalnız Allah bilir, siz ise bilemezsiniz.” (Bakara, 216)

İnsanlığın yaşadığı bu musibet hakkında söylenen “Kıyamet kopacak”, “İnsanlığın sonu” gibi senaryolara aldanmamak lâzım. Elbette bazılarımız bu virüsün bütün kürre-i arzı kaplamasının sebebinin Çin’in Doğu Türkistan’daki zulmüne bağlayacaktır, haklıdırlar. Kimileri de deniz sahillerine vuran çocuk cesetlerine bağlayacaklardır, haklıdırlar. Kimimiz, “Avustralya’da develer çok su içiyor diye katledildiği içindir” diyeceklerdir, haklıdırlar. Kimimiz, “Dünyada obez olanların inadına Afrika’da açlıktan ölen milyonların âhıdır” diyecektir, haklıdır…

Bütün bu olanlardan sonra gelin, tefekkür edelim, İslâm’ın meseleyi okumasına bakalım…

***

Allah’ın âyetleri bize işaretler veriyor. Zira kâinatta olup bitenleri Kur’ân ışığında incelediğimizde, Coronavirüs insanlık için bir İlâhî âyettir, işarettir. Coronavirüs bir musîbet olduğuna göre, tefekkür edip Allah-u Teâlâ’nın âyetlerine kulak verelim:

“Ehl-i kitaptan inkâr edenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O’dur. Siz onların çıkacaklarına ihtimâl vermemiştiniz. Onlar da kalelerinin kendilerini Allah’a karşı koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah’ın azabı hiç beklemedikleri bir yerden geliverdi; Allah yüreklerine korku düşürdü. Öyle ki, evlerini hem kendi elleri, hem de müminlerin elleriyle yıkıyorlardı. O hâlde ibret alın ey akıl sahipleri!” (Haşr, 2)

Anadolu insanı bu durumlarda çok kısa ama İlâhî referanslı bir kelâm eder: “Bir musîbet bin nasihatten evlâdır.”

***

Dillere pelesenk olan “Coronavirüs” hakkında şu anda mikrobun tıbbî serencâmı araştırılıyor. Daha bilim adamları, tarihçiler, felsefeciler, kelâm ehli, kısaca konunun erbâbı bir şey söylemedi. İşin esbab-ı mucibesi şudur: Bilim, bu hastalığın sebebini açıklar, felsefe düşündürür, sorgular ve din ise bunu mânâlandırır. Zira din; bilim ve felsefeyi göz ardı etmez. Tarih boyunca bu tür afetleri ve tüm olup bitenleri hurafeyle, astrolojiyle, Eski Yunan’daki tanrıların (!) gazâbıyla izah edenlerin olduğunu unutmayalım. Burada tek çâre, ilmin hikmeti ile beraber okuma yapma kabiliyetidir.

İlim, hikmeti anlaşılmadıktan sonra kuru söz kalabalığından başka bir şey değildir. Konu; kâhinlerin insafına, hurafeye, astrolojiye kurban edilmeyecek kadar dinin, kâinat ve beşeriyetin yaratılış sırrındaki tılsımı sahasına girmektedir.

İnsanlık tarihinin bu deminde, eşine az rastlanan bu musîbetin bir İlâhî azap mı, yoksa rahmet mi olduğunu tefekkür edelim. Çünkü bilimi tanrılaştıranların, kibrin ve şımarıklığın geldiği nokta akla ziyandır. Nanoteknoloji ile yeni bir dünya tasavvur edenler, tıbbî teknolojinin ölüme çâre bulmaya (!) çalıştığı günümüzde şımarıklık ve pervasızlık; Allah’ı (hâşâ) yok sayma, insanın kendini Allah yerine koyma (hâşâ ve kellâ) hâdsizliktir.

***

Bütün bu menfiliklerin aksine, madem evlerimize kapandık, neler yapabiliriz, dinimiz ışığında âyetleri nasıl okumalıyız?

Kıyamet senaryolarına inat, evlerimizi tefekkür yurdu yapalım. Şimdilik mânevî cihetini yazının sonlarına bırakalım, asıl anlatmak istediğimiz tefekkür ile tekebbürün ne olduğuna bakalım...

Âdeta insan, kabuğuna sığmadığını gördükçe cüssesinin fevkinde azmanlaştı; modernlikle birlikte aslımızı unuttuk. Bilim, düşünce, siyaset, sanat, endüstri terakkisi yapan modern/seküler insan, araçları kutsadı, kendini tanrılaştırdı. Kibrin zirvesindekiler insanlığı bir felâkete sürüklediler. İşte bunun adı tekebbür! Yani büyüklenmek...

Tefekkür ise, büyülenmektir; zikrin ve şükrün mümbit, bereketli ve zamana meydan okuyan gül bahçelerinin seçilmesini murâd eder.

Yaşadığımız hâl, evde kalmanın mükâfatı olmalıdır: “Şayet biz bu Kur’ân’ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, onu Allah korkusundan titremiş ve paramparça olmuş görürdün. İşte bu misâlleri insanlar düşünsünler diye veriyoruz.” (Haşr, 21)

Tefekkür, Rabbimizin eserleri karşısında büyülenerek büyür, rüyasını içten içe ve içten bir teslimiyetle büyütür. Tefekkür, teslim olmaktır. Hakk’a teslim olmak, hakikatin sırrına varmaktır.

Tekebbür ise teslim almaktır. Sonunda kendini hakikat ilân etmeye kalkışmaktır. Büyüklenen insan büyülenmez, büyülenme melekesini mülk âleminin ayartıcı ve yok edici labirentinde yitirmiştir. Rabbimizin “Akletmez misiniz?” sualine muhatap olan beşerin kibrini putlaştırması, fikre yer bırakmaz. Zira fikrin/aklın olduğu yerde kibre/tekebbüre yer yoktur.

Bütün gündemimizi işgal eden Coronavirüsten sonra ortaya çıkan hakikat, yeni bir çağın başlangıcı olduğudur. Milletlerarası ilişkilerin, haz ve hız çağının putlaştırdığı madde ve modernitenin yeniden tarif edilmeyi mecburî hale getirdiği bir realite-i kesiftir. “Dijital teknolojinin” maddî mânâdaki rakipsizliğidir.

Hattâ eski Diyanet İşleri Başkanımız Prof. Dr. Mehmet Görmez Hoca’nın deyişiyle, “tarihçiler, kalem erbabı, tarihle alâkadar zevatın bundan böyle ‘Coronavirüsten önce, Coronavirüsten sonra diye yazması mümkün”. Bunu kâl (lâf) etmelerini yadırgamamak lâzım.

***

Milletlerarası ilişkilerde yeni bir dönem başladı. Coronavirüs çıkınca, “büyük, süper güç” dedikleri ABD, Çin ve Rusya arasında bir tekebbür savaşı, politika ve cephe oluşturma kaygısı başladı. ABD, ısrarla Covid-19’dan “Çin virüsü” diye bahsediyor. Pekin ve Washington, virüsün kaynağı konusunda propaganda savaşına tutuşmuş görünüyor. Rusya burnundan kıl aldırmak istemiyor, lâkin ideolojisinin ketum hâli cümlenin malûmudur, sır saklamakta mâhirdirler.

Çin yeni vaka sayılarını kontrol altına almaya çalışırken, bir taraftan da başta İtalya, Polonya, Yunanistan, Bosna-Hersek, Sırbistan ve İspanya’ya tıbbî yardımda bulunarak, ideolojisini ve AB nezdinde güçlü bir ekonomiye sahip olduğunu ispat peşinde koşuyor. İnsanın sağlığı ve can emniyetinin ehemmiyetini kâle almayan emperyalistler, insanı merkeze almayan bir yaklaşım tarzıyla kibrin yani tekebbür illetinin kurbanları oldular. Bu açgözlü hâl yüzünden, insanlık büyük musîbetlere dûçar oluyor. Bizim hissemize düşen, Allah’tan geleni tefekkür ve inançla kabul etmektir.

***

Allah (CC) hiçbir şeyi boş ve anlamsız yaratmayacağına göre, bu virüs de bir âyettir ve onu doğru okumamız gerekir. Bir ceza mı, uyarı mı, sâfî bir imtihan mı? Belki de hepsi!

Allah (CC) kimseye zulmetmeyeceğine göre, bununla hak eden birilerini cezalandırıyor olabilir. Hattâ birilerine mükâfat veriyor olabilir. Ama biz bunu bilmeyiz; bizim yapacağımız, bu âyetten ders çıkarmaktır. Devlet aklının bize tavsiye ettiği ve dinin ışığında, ilmin rehberliğinde bize verdiği evden çıkmama günlerini tefekkürle geçirip imanî ve beşerî faideler elde edebiliriz.

Sıralayalım: Her evi bir mescide, kütüphaneye çevirebiliriz. Ataerkil ailenin kıymetinin farkına varırız. Evlerimizi aile efradı ile beraber bir mektebe çevirebiliriz. Bu virüs musîbetinin sonunda öne çıkan “dijital teknoloji” iksirini hayra doğru, gönül köprülerine dönüştürebiliriz…

Bol bol duâ edelim. Şehirlerin ve hayat gailesinin bize unutturduğu sağlıklı beslenmenin hazzına varalım.

Sabrın timsâli Hazreti Eyyûb’un duâsıyla bitirelim: “Ya Rabbi, bana zarar dokundu ve Sen, merhametlilerin en merhametlisisin.”