Tefekkür üzerine

Cüneyd-i Bağdadî, tefekkür üzerine der ki, “Meclislerin en şereflisi, en üstünü, Tevhîd meydanında düşünceye dalarak oturmak, marifet yeli ile serinlenmek, muhabbet kâsesi ile dostluk deryâsından içmek ve hüsn-ü zan ile Allah’a bakmaktır. Böyle bir oturum, ne muhteşem ve böyle bir şarap ne tatlıdır, nasip olanlara müjdeler olsun!”.

İNSANOĞLUNUN varlık âleminin gizemini, kâinatı ve olayları kendi acziyeti içerisinde anlamaya çalışması ve bunlar hakkında ilim, irfan ve hâddini bilerek düşünmesidir “tefekkür”.

Kâinatı baştan sona bin bir çeşitle donatıp eşsiz bir sofra misâli önümüze sunan Allah’ın Azâmet ve Varlığına şahadet eden hakikatler, şüphe yok ki gönülden yapılan tefekkürlerle anlaşılır. Başta Efendimiz (sav) olmak üzere, Allah dostları da “tefekkür” kelâmı üzerinde ehemmiyetle durmuşlar, tefekkür ile iman hakikatlerine yaklaşmışlardır. Âlemlere Rahmet olarak gelen Efendimiz, “Tefekkür gibi ibadet yoktur” diyerek bu konunun önemine dikkat çekmiştir1. 

Peygamberlik görevi ile vazifelendirilmeden önce, yakın zamanlarda Kendini daha çok tefekküre vermiş ve bilhassa Hira mağarasında inzivaya çekilmiş, göklerin ve yerin yaratılışından ibret alıp derin ve gönülden tefekkür dünyasına dalmış olan Resûlullah, marifetullah zirvesinde olmasına rağmen yine de Cenâb-ı Hakk’a da sık sık, “Ya Rab! Biz Seni, Sana lâyık bir marifetle tanıyamadık” niyazında bulunarak istiğfarda bulunmuştur2. Efendimizi en çok etkileyen âyetlerden biri de bu konu üzerine olmuştur.

Bir gün Efendimizin eşi Hazreti Âişe’yi ziyarete gelen iki kişiden biri, “Hazreti Muhammed’de gördüğünüz etkileyici bir şeyi bize anlatır mısınız?” diye sorar, Hazreti Âişe (ra) de şöyle buyurur: “Resûlullah bir gece kalktı, abdest alıp namaz kıldı. Namazda çok ağladı, Gözlerinden akan yaşlar sakalını ve secde yerlerini ıslattı. Sabah ezanı için gelen Hazreti Bilâl, ‘Ya Resûlullah, geçmiş ve gelecek bütün günahlarınız affedildiği hâlde Sizi ağlatan nedir?’ dediğinde, O, ‘Bu gece Allah bir âyet indirdi, Beni ağlatan odur’ diye buyurdu ve şu âyeti okudu: ‘Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette aklıselim sahipleri için ibret verici deliller vardır.’”3

Kâinatta onca delil ve işaret varken, hakikatler -tabiri caizse- “Hakk nâmına buradayım!” derken, düşünüp ibret almamak elde mi?

Bir misâl de Allah dostu Cüneyd-i Bağdadî’den verelim. Bir gün Bağdadî Hazretleri, pek çok kişinin telâş ve merak içerisinde bir yere doğru koştuğunu görünce onlara doğru yönelir ve “Böyle telâş ve heyecan ile nereye gidiyorsunuz?” diye sorar. “Falan yerden bir adam gelmiş, Allah’ın varlık ve birliğini bin bir delille izah ediyormuş. Ondan istifade etmeye gidiyoruz. İsterseniz siz de buyurun” diye cevap alır. Bunun üzerine Bağdadî, buruk bir tebessümle şöyle der: “Gören gözler, işiten kulaklar ve hisseden kalpler için kâinatta sayısız İlâhî şahadet terennümü ve delil var. Bizzat Cenâb-ı Hakk’ın, Kendisi hakkında nice şahadeti var. Ey ahali! Bütün bunlara rağmen hâlâ şüphesi olan varsa, buyursun, gitsin! Bizim gönlümüzde gümânın (şüphenin) kırıntısı dahi yoktur.”

İlginçtir, Kur’an’da da bu konuyla ilgili Yûsuf Sûresi 105’inci âyette şöyle buyurmuştur Allah-u Teâlâ: “Göklerde ve yerde birliğimizi ve kudretimizi gösteren nice delil vardır ki, her gün onların yanından geçiyorlar fakat hiç ibret almadan yüz çevirip gidiyorlar.”

Tefekkür âbidesi Hazreti Mevlâna’dan da şu kıssaları paylaşmakta fayda var:

Papazın biri bir gün, pazarda alışveriş yaptığı satıcıyla sıkı bir pazarlık yapar. Satıcı arkasından, “Yahu bunlar ne cimri adamlar!” diye söylenmeye başlar. Mevlâna, “cimri” sözünden dolayı satıcıyı ikaz eder: “Papazın arkasından böyle konuşma. Onlar senin dediğin kadar cimri değiller, aksine çok cömert insanlar. Baksana, onlar İslâm’ı da, Kur’ân’ı da size bırakmışlar. Bundan daha büyük cömertlik olur mu?”

Bir diğer kıssa da şöyle: Bir ara rahatsızlanan Mevlâna, “Artık gitme zamanı geldi” diye söyleniyordu. Hanımı, “Aman Efendi, ne gitmesi? Ağzını hayra aç. Dileriz, Rabbimiz sana yüzlerce sene ömür verir” dedi. Bu temenni karşısında sesini yükselten Mevlâna, hanımına, “Hanım, biz Firavun muyuz, Nemrut muyuz ki yüzlerce sene ömür istiyorsun bizim için? Sultan-ı Enbiyâ’nın meçli-i münevverine davet edilmeyi her an müjdeli bir haber gibi bekliyoruz. Bizi burada kalmaya râzı eden tek şey, istidâdı olanlar için yapmaya çalıştığımız iman hizmetinden başkası değildir. Yoksa bu imtihan dünyası, oraya nispetli tercih edilerek kalınacak yer değildir”4 ikazında bulundu.

Konuyla ilgili bazı İslâm âlimlerinden de şu kıssaları verebiliriz:

Bazı kimseler Hasan-ı Basrî Hazretleri’ne gelerek, “Ya Şeyh! Gönlümüz gaflet uykusundadır. Öyle ki, artık hiçbir sözün tesiri olmuyor. Ne olur bizi uyandırmak için bir nasihatte bulunsanız?” derler. Hasan-ı Basrî Hazretleri şöyle buyurur: “Keşke gönlünüz uyuyor olsaydı. Çünkü uyuyan kişi tez uyanır. Fakat sizin gönlünüzün ölmüş olmasından korkarım! Zira ne zamandır uyandırmak isterim de hiç yerinden kıpırdamaz!”

Bu ifadeler karşısında dehşete kapılan o şahıslar, “Ya Şeyh! Bu hükmünüzle bizi korkutuyorsunuz” deyince, o, “Eğer bugün korkarsanız, yarın kıyamet günü emin olursunuz. Vay o kişinin hâline ki, bugün burada korkulması icap eden emir ve yasaklardan korkmaz!” diye cevap verir5.

Bediüzzaman’ın tefekkür konusuna binaen şu kelâmı da oldukça düşündürücüdür: “Beni dahi menşeim olan bir katre sudan yaratan yaratmış, mu’cizane yapmış, kulağımı açıp gözümü takmış, kafama öyle bir dimağı sineme öyle bir kalb, ağzıma öyle bir dil koymuş ki o dimağ ve kalp ve dilde rahmetin umum hazinelerinde iddihar edilen bütün Rahmânî hediyeleri, atiyyeleri tartacak, bilecek yüzer mizancıkları, ölçücükleri ve Esma-i Hüsnâ’nın nihayetsiz cilvelerinin definelerini açacak, anlayacak binler aletleri yaratmış, yapmış, yazmış; kokuların, tatların, renklerin adedince tarifeleri o aletlere yardımcı vermiş.”6

İmam-ı Gazalî de “Kalplerin Keşfi” adlı eserinde tefekkür üzerine şunlara yer vermiştir: “İbni Abbas (ra) der: ‘Resûlullah, Allah hakkında akıl yürüten bir grup ile karşılaştı, onlara buyurdu ki, ‘Allah’ın Kendisi hakkında değil, O’nun yarattığı varlıklar üzerinde akıl yürütün. Çünkü siz, O’nun yüceliğini değerlendiremezsiniz’. Rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) bir gün düşünceye dalmış bir grup ile karşılaşır, onlara, ‘Niçin konuşmuyorsunuz?’ diye sorar. Onlar da, ‘Allah’ın yarattığı varlıklar hakkında düşünüyoruz’ diye cevap verirler. Bu cevap üzerine Resûlullah şöyle buyurur: ‘İşte böyle yapın! Allah’ın Kendisi hakkında değil, yarattığı varlıklar üzerinde akıl yürütün. Şu batı tarafında bir ülke vardır, oranın aklığı aydınlığı gibi ve aydınlığı da aklığı gibidir. Güneşe uzaklığı kırk gündür. Allah (cc) orada öylelerini yarattı ki onlar, göz yumup açasıya kadar bile Allah’ın emrini kırmazlar.’ Dinleyenler bu sefer de, ‘Ya Resûlullah, şeytan onları ayartmaya kalkışmaz mı?’ diye sorarlar. Resûlullah, ‘Onların, şeytanın var olup olmadığından bile haberleri yoktur’ diye cevap verir. Bu sefer dinleyenler, ‘Peki, insanoğulları ile münasebetleri yok mudur?’ diye sorarlar. Resûlullah, ‘Onlar insanoğlunun da var olup olmadığından haberdar değildirler’ diye cevap verir.’”

Tavus’un (ra) bildirdiğine göre, havariler Hazreti Îsâ’ya sorarlar: “Ya Ruhullah, yeryüzünde şu zamanda senin gibisi var mı?” Hazreti Îsâ (as), “Evet, var! Konuşması zikir, susması fikir ve bakışının amacı ibret olanlar, benim gibidirler” diye cevap verir.

Yine Cüneyd-i Bağdadî, tefekkür üzerine der ki, “Meclislerin en şereflisi, en üstünü, Tevhîd meydanında düşünceye dalarak oturmak, marifet yeli ile serinlenmek, muhabbet kâsesi ile dostluk deryâsından içmek ve hüsn-ü zan ile Allah’a bakmaktır. Böyle bir oturum, ne muhteşem ve böyle bir şarap ne tatlıdır, nasip olanlara müjdeler olsun!”.

Ebu Said El-Hudri’nin (ra) rivayet ettiğine göre, Resûlullah, “Gözlerinize ibadetten paylarınızı veriniz” diye buyurdu. Sahabeler, “Ya Resûlullah, onların ibadetten payı nedir?” diye sordular. Şöyle buyurdu: “Kur’ân’a bakmak, onun âyetleri üzerinde düşünmek ve onun şaşırtıcı yönlerinden ibret almaktır.”7

 

1- Hadis-Ali el-Müttaki Kenlü’l-Ummal,XVI,121

2- Münavi, Feyzü’l-Kadir 11,520; Osman Nuri Topbaş

3- Âl-i İmran, 190

4- Mumsema.org.tr

5- Hasan Basri, Osman Nuri Topbaş-Altınoluk Hak Dostlarının Örnek Ahlakından/25; 2009, Kasım, 285:32

6- Şualar

7- Kalplerin Keşfi, İmam-ı Gazali