
KEMAL Bey, HDP’li ve PKK’lılara bugünlerde konuşma yasağı getirse iyi eder. Belki haddi olmadığını düşünecektir ama ne de olsa arkadaşlarıdır, fazla kızmazlar. “Hendek kazan arkadaşlar” dediğini unutmamışlardır. Bu önemli bir konu. En azından nazikçe, çok kızdırmadan ricada bulunabilir. Sonuç kesinlikle kendi menfaatine olacaktır.
Hendek kazan, askere, polise ve sivillere silah sıkan arkadaşlarının söylediği sözler, ona bugünlerde zarar veriyor da o yüzden bu tavsiye.
Oy kaybettirecek, seçimden yenik ayrılmasına sebep olacak. Partisindeki ve destekleyen gruplardaki ulusalcı mulusalcı kesim kıllanacak, gidip başkasına oy verecek bu sebeple.
Utanmadan çekinmeden neler söylüyorlar, baksanıza.
“Önder Apo serbest kalacak. Yüz yıllık Cumhuriyet bir avanstı… Bakanlık veya yardımcılık pazarlığında değiliz, daha büyük hedeflerimiz var” ve daha neler neler…
Bu gibi sözler son zamanda çoğaldı, sıklaştı. Belli ki bir şımarma söz konusu. Büyüklenme, gaza gelme… Hadsizlik aldı başını gidiyor.
Ülkeyi parçalama plânlarını alenen konuşuyorlar artık. Kimse de yadırgamıyor. “Terör” kelimesi bile sıradanlaştı. Neredeyse teröre karşı olduğunu söylemek ayıplanacak.
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyenlere “Mustafa Kemal’in itlerisiniz” diyenler için berikiler sesini çıkaramıyor. Gık bile dediklerini duymadık.
Hâlbuki “Gık” demek, en azından onu söyleyebilmek ne kadar anlamlı.
Bir düşünün, bizzat Kemal Bey, o türlü hadsiz konuşmalar yapıldığında çıkıp kahramanca “Gık” dese… Bakın o zaman neler değişir.
Kemal Bey kurbağaları ürkütmekten çekindiği için uyaramıyorsa, Ahmet Türk çıkıp uyarsın. Daha önce Molla Kasımlık yaptığını gördük. Yine çok konuşanları, haddi aşıp çizmeden yukarı çıkanları ikaz edebilir. En azından “Hişşşşt” diyebilir.
*
Hangi ittifak dediniz bayım?
Kemal Bey ne dedi Malatya’da?
“Cumhur İttifakı liderleri olarak buradayız.”
Yanında, kulağı Kemal Bey’in ağzına otuz santim mesafede olan Temel Reis, durumun farkında değil. Başka âlemlere dalmış gitmiş. Kim bilir kafasında hangi tilkiler dolaşıyor. Ayasofya’nın ne tarafını müze yapacağını düşünüyor muhtemelen.
Kemal Bey’in arka tarafında kalanlar uzakta sayılır. Söyleneni tam anlamamış olabilirler. Ya da “Liderimizdir, ne söylese yeridir” düşüncesinde olduklarından dert edinmiyorlar.
Yalnız orada biri var ki, İstanbul’un ikinci Fatih’i. O gözünü yükseklere dikmiş. Gökyüzüne bakıyor. İstikbâl göklerde olduğu için… Sözü duyunca yanlışlığı fark eden iki kişiden biri. Çaktırmadan, dudaklarını hareket ettirmeden düzeltmeye çalışıyordu.
Diğeri ise Ahmet Bey. Bizim Ahmet Hoca. Eski başbakan. O Cumhur İttifakı liderleri olmadıklarını, doğru ifadenin “Millet İttifakı” olduğunu hafif bir tebessümle hatırlatıyor ki söz düzeltilip vaziyet kurtarılıyor.
“Kemal Bey daha hangi ittifakın lideri olduklarının farkında değil” desek, yanlış olur. Bu bir dil sürçmesi. Gaf.
Artık çok sıradanlaştı. O kadar sıradanlaştı ki artık ne gülebiliyor, ne yadırgıyoruz.
Ne hâle geldi millet, bir düşünelim şimdi.
Allah korusun, yarın seçimi kazansa, öbür gün tuhaf lâflar etmeyi bırakır mı? Hiç sanmam. Gaf onun için millî spor.
Hangi ülkenin başkanı olduğunu bile şaşırır. Çıkar der ki, “Ben Yunanistan Başkanı olarak”…
Yahut Rusya’dan bahsederken “Rusya şirin bir vilâyetimiz” diyebilir. “Demez” diyenin alnını milim hesabıyla karışlarım.
“Konya zengin bir ülke her açıdan bakıldığında” açıklamasını yaptığında, Çorum’a “ülke” dediğinde, Şanlıurfa’yı fındık üretiminin “1” numaralı merkezi gösterdiğinde kaç kişi güldü? Her aşamada gülenlerin sayısı azalmadı mı?
Veya “Suriye’deki Türkmenlere Arapça Nutuk” gönderdiğini kürsüden haykırdığında kaç kişi ciddiye aldı? Kırdığı her pot sonrası ciddiye alanların sayısı inişe geçmedi mi?
Bugüne kadar kırdığı potları istif etseydi, Çin Seddi gibi birikirdi. En azından bir potlar kitabı olurdu.
Mersin’i “Güneydoğu’nun incisi” ilân ettiğinde yadırgayan oldu mu?
“Dağdaki PKK militanları bizim askerlerimizdir” sözünü duysak, şaşırır mıyız?
Niye şaşıralım? Daha şimdiden özerklik vermekten, onu bunu hapisten salıvermekten bahsetmiyor mu?
Üstelik şu günlerde söyledikleri pot mot değil. Okuması için önüne konulan not hepsi. Vereni bilmiyoruz.
Kendini hâkim mi sanıyor, yargıya söz geçirmeyi mi plânlıyor, işlerin böyle yürüdüğünü mü düşünüyor, içinden çıkmak zor.
*
Arılar ve çiçekler
Arılar çiçekten çiçeğe dolaşır. Bir arı, çiçeğin birine konup bir süre çalıştıktan sonra başka bir çiçeğe uçup gider. On gram bal için kaç yüz çiçek dolaşır o mübârek hayvancıklar.
Sonradan gelen arı o çiçeğe yaklaşıp baktığında, orada oyalanmaz. “Burası az önce işlem görmüş, belli bir süre burada bize ekmek yok” deyip vakit kaybetmeden uzaklaşır.
Kemal Bey’in Mansur Bey ile Ekrem Bey’i seçim kampanyası boyunca yanında dolaştırmayı plânlaması düşündürücü. O iki çiçeğin balını almak ve işi bitince de terk etmek gibi bir niyeti var sanki. Aslında sanmaya da bağlı değil, aleni. O iki ismin anketlerde önde çıkmasından kendine fayda çıkaracak. Bir anlamda balını emecek. İşi bitince de tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna.
Yahut “Bana sevdanın yolları, size kurşunlar”...
Yardımcılık vereceğini söyledi ama mutabakat metnine isimlerini yazmadı. Çok mu zordu iki ismi yazmak? Fazla mı masraflıydı? Gücenecek, kırılacak veya kızacak birtakım mahfiller mi vardı? Hiçbir mantıklı sebebi yok.
Sadece niyete işaret eden bir tavır.
“Ben sizin balınızı alır, bir güzel sağar, sonra da bir kenara bırakırım” demenin kibarcası Kemal Bey’in bu hareketi.
Dikkat buyurun, bu temsilde Kemal Bey arı oldu, Mansur ve Ekrem Beyler çiçek. Artık bu tespitimizi kayda değer bulurlar herhâlde.
Siyaset yorumcuları, bu iki başkanın şehirlerinde tekrar aday gösterileceklerinden bile şüphe duymakta. Hatta aday yapılmayacaklarından emin olanlar var.
Haksız değiller elbette. Elde belge yok ama yeterince bilgi ve birikim var. Kendi koltuğuna göz dikenleri, lidere rakip olmayı göze alanları kimse hoş görmez.
Yan yana geldiklerinde Kemal Bey, gizli rakipleri Ekrem Bey ile Mansur Bey’e arada bir öyle bir bakış fırlatıyor ki tercüme etmek hiç zor değil:
“Sen benim niyetlendiğim, gönül verdiğim koltuğa oturmak için kaç yıl çırpındın. Bana destek olmadın. Soranlara açık ve net şekilde cevap vermedin. Hep sözü dolaştırdın. ‘Aday değilim’ demedin. ‘Niyetim yok’ demedin. Yetmez gibi, genel başkanlık koltuğuma da niyetlendin. O niyetinin devam ettiğini hâlâ görebiliyorum. Bundan sonra kurultay yaptığımızda tuvalet kapısı önüne oturtacağım kişi sensin…”
Bunu her ikisine ayrı ayrı söylüyor. Hem de içinden yüzlerine karşı, dimdik.