Tedavülden kalkan tedavüle sokulmaz

Kimin neyi tercih ettiği ve edeceği elbette bizim uhdemizde değil. Ancak Kur’ân-ı Kerîm’de belirtilen hükümler sarih bir şekilde beyan edilmişken ve hak erlerinin “emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker” yapmakla mükellefken güç devşirmeyi tercih etmelerini ve sapkınların tedavülden kalkan davranışlarını birebir “copy paste” yapmalarını anlamış değilim.

OKULLA ilk buluşmamda, gözüm duvardaki resimlere takılmıştı. Hayatım boyunca ne o kadar güzel resim gördüm, ne de o kadar mutlu görünen çocuklara rastladım.

Büyük bir kartonu dört çeyreğe ayıran tablo, her mevsimin kendine has özelliklerini yansıtan figürler ve kıyafetlerle tamamlanmıştı.

Bugünlerde yaz mevsimi kendini iyiden iyiye hissettirirken, Avrupa’yı kasıp kavuran “ölümcül” sıcak hava dalgasından ülkemiz de nasibini almaya başladı. Ve sıcaklığa bağlı, içimizi yakan orman yangınları…

Şimdi fen ve sosyal bilgisi derslerinden çıkıp teneffüs etmeden hayat bilgisi dersine girelim…

Dün “Şubat Soğuğu” vardı ülkemizde ve şahları mat eden “kaset furyaları”. Dün şaibeli ilişkiler, dönme dolaplar ve racon kesen mafya grupları, yolsuzluklar ve usulsüzlükler vardı. Dün terör vardı, sözde cemaat vardı, bunlara bağlı günah vardı, kusur vardı, hata vardı. Ve bundan bahseden gazeteler… Vardı da vardı…

Yazıda, elimden geldiğince özne ve sıfatlardan sıyrılarak eylemlere yönelik sonuçlar almak istiyorum.

***

Günümüz koşullarına uyarlarsak, Cahiliye Devri’ne taş çıkartan türden hâdiselere rastlıyoruz. Bunlardan birçoğu, son çeyrekte tedavülden kalkmış ya da kaldırılmış olsa da, ne yazık ki sahte bir baharın kucağına verilmişçesine, eski âdetler köy meydanında yeniden ifşa edilmeye başlandı.

Devletin ebet müddet varlığını sergilediği toprak parçası ile “Mavi Vatan” semalarını kaplayan hudutsuz derinliğe selâm çakan al bayrağın gölgesi altında güç devşirmeye çalışan her oluşum, illegal argümanları elinde bir silah gibi tutuyor. Tutuyor, zira baldıran zehrine eş “ikbâl” endişesi ve koltuk sevdası taşıyorlar. Bunu da yarınlarını garanti altına almanın en kestirme yolu olarak görüyorlar.

Ne kadar da yanlış!

Evet, yanlış ama yanlışın “yanlış” olduğunu ne bilir hörgücü deveye benzeyen ve “kılavuz” olduğunu iddia edenler?

Oysa Allah’ın emirleri, kutsal metinde değişmez bir şekilde tebliğ edicilere emanet edilmiştir. Asırlardır bu metotla günümüze ulaşan; dün zarurî bir ihtiyaçtan doğan tekke, zaviye ve cemaat yapılanmaları, zaman zaman akamete uğrasa da genel anlamda önü kesilememiş, geçmiş devirlerde olduğu gibi bugün de siyaset sahnesinin en önemli aktörleri arasında yerlerini almış durumdalar.

Kimi Ukbe Bin Nafi gibi bir ayeti sırtına geçirerek deniz aşırı ülkelere ulaşmak istemiş, kimi Ebu Eyyûb el-Ensarî gibi muştulu hadîsin şerefine ulaşmak için tek başına fetih yolculuğuna çıkmıştır. Kimileri Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri gibi sayısız müride erişmiş lâkin ayaklarının sesi dahi duyulmamış ve kendi hâlinde, sessiz sedasız bir hizmet yolunu tercih etmiş, kimileriyse giyim kuşam, eylem ve söylemleriyle tarrakalar çıkaran, hak ve hakikate kulak tıkayan bir yapıya bürünmüş ve milleti sefalete sürüklemiştir.

Kimin neyi tercih ettiği ve edeceği elbette bizim uhdemizde değil. Ancak Kur’ân-ı Kerîm’de belirtilen hükümler sarih bir şekilde beyan edilmişken ve hak erlerinin “emr-i bi’l-maruf nehy-i ani’l-münker”  yapmakla mükellefken güç devşirmeyi tercih etmelerini ve sapkınların tedavülden kalkan davranışlarını birebir “copy paste” yapmalarını anlamış değilim. (Bu arada “kopyala-yapıştır” yerine “copy paste” kelimesini, bilerek kullandığımı belirtmek isterim.)

Peygamber mâkâmı olarak bilinen kürsülerden nasihat vaaz etmesi gerekenlerin tehditkâr söylemlere bürünmelerini, pimi çekilmiş bomba ile ümmetin içine dalmakla eş buluyor ve irkiliyorum. İrkilmekle kalmıyor, aynı zamanda korkuyorum. Korkmakla kalmıyor, bir o kadar üzülüyorum. Üzülmekle de kalmıyor, alabildiğine hicap duyuyorum. İşte tam o esnada, gözüm maziye gidiyor ve elli yıllık “dört mevsim” içerikli resimleri arıyorum. Bulursam, umudum devam edecek o güzel günler için…