Tayvan’a yaklaşmak (2)

Prof. Dr. Hasan Kazdağlı’nın, “Türkiye, Tayvan ile ilişkilerini neden geliştirmeli? Ne yapmalı da geliştirmeli?” sorusuna verdiği ilk cevap, iki ülke arasında çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmasının ivedilikle yapılması yönündeydi. Türk Dışişlerinde bir kesimin ÇHC endişesi nedeniyle bu topa giremediğini, ancak başta ÇHC olmak üzere ABD, Avrupa’nın birçok ülkesi ve toplamda 34 ülkenin bu şekilde bir çözüm üreterek Tayvan’la öncelikle ticarî ilişkilerini çok iyi derecede yürüttüğünü izah etmesi de Kazdağlı’nın dikkat çeken önemli bir tespitiydi.

MAKALEMİZİN girizgâhında 751 tarihli Talas Savaşı’nın, Çin’in batıya hareket gücünü bugüne değin durdurduğunu ifade etmiştik. Hanedanlar döneminden Çin Halk Cumhuriyeti’nin bugünkü dönemine kadar etkisini sürdürmüştü Talas Savaşı; tâ ki Afganistan’daki değişime kadar…

Çin Halk Cumhuriyeti’nin özellikle borç anlaşmalarıyla dünyanın 152 ülkesinde elde ettiği nüfuz, Çin’in batısına da, kuzeyine de, güneyine de hâkimiyetini arttırıyor. Ancak Çin Halk Cumhuriyeti, bu kez bir Çin kaderi olarak kendi doğusunda yeni bir Talas süreci yaşıyor. Bu sürecin kontrolü Çin Halk Cumhuriyeti’nin değil, Çin Cumhuriyeti olarak kendisini Pasifik’te bir adaya çeken Tayvan’ın elinde!

Talas Savaşı ile birlikte kâğıt, matbaa ve barut gibi üretim teknolojisi Araplar tarafından keşfedilmişti. Bu keşif daha sonra Avrupa’ya kadar yansımıştı. 1949’da yaşanan İç Savaş ise, birinci plânda Çan Kay-şek liderliğinde Tayvan’a taşınan Çin Cumhuriyeti ile sonuçlanmıştı.

O tarihten sonra, bugün de en sert uygulamalarla tehdit etse de ÇHC, kendi doğusuna ilerleyemedi. Talas Savaşı’nda İpekyolu’nu kaybeden Çin nasıl yüzlerce yıl sürecek bir travma yaşamışsa, İç Savaş sonrasında ÇHC de bir üretim travması yaşadı. Ne yapacağını bilemiyordu. Ve bu durakta ÇHC, üretimi Tayvan’dan öğrendi.

Bu noktada yeniden “Türkiye-Tayvan: Fırsatlar ve Sınamalar” başlıklı çalıştaya dönelim ve birinci oturumun sonunda konuşan Prof. Dr. Hüseyin Bağcı’nın notlarına bakalım.

Bağcı, konuşmasına, Çin Halk Cumhuriyeti’nin küreselciliğin merkezi olduğu tespitiyle başlarken, ABD’nin ÇHC ile Tayvan hakkında nasıl bir müzakere yapacağının merak edildiğini aktardı. Bu sırada verdiği Jüpiter füzeleri örneği manidardı.

27 Mayıs Darbesi’nin ardından 1961 Haziran’ında Türkiye’ye yerleştirilmeye başlayan Jüpiter isimli ABD menşeli füzeler nedeniyle kopan ve “Küba Füze Krizi” ismiyle de bilinen süreç, ABD’nin Türkiye ve İtalya’ya, SSCB’nin ise Küba’ya nükleer başlıklı füze yerleştirmesi ile tırmanıp Ekim 1962’de, dönemin iki süper gücünü karşı karşıya getirirken tüm dünyayı, özellikle de Türkiye’yi nükleer savaş tehdidi altında bırakan bir bunalımdır. Bağcı, ÇHC ile ABD arasındaki gerilimin muharebe alanı olarak konuşmasında bu yüzden Tayvan’ı göstererek, ÇHC’nin verdiği borçlarla dünya ülkelerine kendisine karşı sessiz kalmaya ve Tayvan’ı sıkıştırmaya devam ettiğini ifade etti.

Bağcı’nın, konuşması sırasında “Stratejinin temel prensibi, nereden baktığınız değil, nerede oturduğunuzdur” şeklindeki veciz sözü tekrarlaması da mühimdi. Zira söz konusu çalıştay da gösterdi ki, Tayvan konusuna ÇHC üretimi bir koltuğa oturarak bakmak, bütün Asya Pasifik tablosunu görmezden gelmek, hatta ısrarla anlamamak demek. Çin için aşağılanma travmasının özgüvene dönüştüğünü Bağcı da tekrarlarken, Singapurlu Kishore Mahbubani’nin “Has China Won?” (Çin kazandı mı?) ve “Has The West Lost?” (Batı kayıp mı etti?) adlı kitap çalışmalarına değinerek bir özel bir parantez açtı. Pekin’den Londra’ya uzanan Bir Kuşak Bir Yol projesini hatırlatan Bağcı, bugünkü Pekin yönetiminin küreselciliğin âdeta avukatı olduğunu belirtti.

Tayvan hakkındaki en özel sorusu ise şöyleydi: “Tayvan yeni dostlar kazanabilir mi?”

Öyle ya, Türkiye-Tayvan ilişkileri bakımından dahi değerlendirdiğimizde bu ilişkilerin belirleyici etkeni dahi ÇHC. Peki, Türkiye neden Tayvan ile ilişkilerini neden geliştirmeli? Ne yapmalı da geliştirmeli?

Birinci oturumun sonunda hem tarihî, hem de siyâsî plândaki bu analizler, iki ülke ilişkilerinin geliştirilmesinin yanı sıra Türkiye’nin Asya Pasifik hakkında en ileri politikaları üretmesi gereğini ortaya çıkardı. Bu anlamda şu detay oldukça düşündürücü: Türkiye’den her yıl farklı sayılarda öğrenci Tayvan’a yüksek lisans ya da dil öğrenme düşüncesiyle gidiyor. Bu öğrenciler Tayvan’ın kamu kurumlarından (devletten) destek alıp gözetilirlerken, Türkiye bu çabanın uzağında kalıyor. Ve bu durum, Tayvan’dan dönmemekle neticeleniyor. Dönmeyen öğrencinin gerekçeleri hakkında ise bir çalışma yapılmıyor.

Bakınız, bir öğrencimizin Tayvan’a gidip de orada ikâmet etmeye devam etmesi değil üzücü olan. Üzücü olan; bir ülkenin, vatandaşının tercihlerinden ve gerekçelerinden haberdar olmamasının yanında, vatandaşının tercih ettiği ülkeyle iletişimde aksaklık yaşamasıdır.

Çifte vergilendirme en büyük sorun!

İkinci oturumu Prof. Dr. Hüseyin Bağcı modere ederken, ilk konuşmacı, benim de Pamukkale Üniversitesi’nde rektörlüğüne ve rektörlük sürecindeki atılımlarına şahit olduğum, Türkiye Ekonomi Kurumu Başkanı Prof. Dr. Hasan Kazdağlı idi. Kazdağlı, Tayvan’ın büyüme modeli üzerine konuştu.

Tayvan’ın tarımsal artığı sanayide kullanmayı başarabilen ender ülkelerden olduğunu söyleyen Kazdağlı, devletin ülkede özel sektörü “nereye kadar, hangi ölçüde” destekleyeceğini çok iyi bildiğini, devletin özel sektörü en iyi yönlendirme örneklerinden birinin Tayvan olduğunu söylerken bunu “Tayvan Mucizesi” şeklinde adlandırdı.

“Çok tüketme, tasarrufunu derhâl yatırıma aktar” anlayışının Tayvan’da işlediğini ifade eden Kazdağlı, ÇHC’nin bugün de Tayvan sayesinde teknoloji üreten bir ülke olduğunu belirtti.

Tayvan Emniyetinden Huang Chia-lu imzalı “Pandemi Sonrası Dönemde Siber Suçlarla Mücadele: Tayvan Yardımcı Olabilir” makalede, Tayvan Emniyetinin ÇHC’de dolandırılan kişilere siber suçlarla mücadele kapsamında nasıl yardımcı olunduğunu da okuduğumda böyle şaşırmıştım. Kovid-19’a karşı mücadele kapsamında Tayvan’ın alması gereken aşı ve ilaçları engelleyen ÇHC nerede, ÇHC’nin dolandırılan vatandaşlarının haklarını koruyan Tayvan nerede?

Prof. Dr. Hasan Kazdağlı’nın, “Türkiye, Tayvan ile ilişkilerini neden geliştirmeli? Ne yapmalı da geliştirmeli?” sorusuna verdiği ilk cevap, iki ülke arasında çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmasının ivedilikle yapılması yönündeydi. Türk Dışişlerinde bir kesimin ÇHC endişesi nedeniyle bu topa giremediğini, ancak başta ÇHC olmak üzere ABD, Avrupa’nın birçok ülkesi ve toplamda 34 ülkenin bu şekilde bir çözüm üreterek Tayvan’la öncelikle ticarî ilişkilerini çok iyi derecede yürüttüğünü izah etmesi de Kazdağlı’nın dikkat çeken önemli bir tespitiydi.

İkinci oturumun ikinci konuşmacısı ise Prof. Dr. Celalettin Sencer İmer’di. Sencer İmer Hoca, sanırım sadece çalıştayın değil, Türkiye-Tayvan ilişkilerinin bütün mimarisini çizerek bir çözümle paketi sundu önümüze. Sayın Hocamın o kronolojik etüdü ve kritik konuşmasına dair notlarımızı üçüncü bölümde sizlerle paylaşacağım.

Görüşmek üzere…