MAKALEMİZİN girizgâhında 751
tarihli Talas Savaşı’nın, Çin’in batıya hareket gücünü bugüne değin
durdurduğunu ifade etmiştik. Hanedanlar döneminden Çin Halk Cumhuriyeti’nin
bugünkü dönemine kadar etkisini sürdürmüştü Talas Savaşı; tâ ki Afganistan’daki
değişime kadar…
Çin
Halk Cumhuriyeti’nin özellikle borç anlaşmalarıyla dünyanın 152 ülkesinde elde
ettiği nüfuz, Çin’in batısına da, kuzeyine de, güneyine de hâkimiyetini
arttırıyor. Ancak Çin Halk Cumhuriyeti, bu kez bir Çin kaderi olarak kendi
doğusunda yeni bir Talas süreci yaşıyor. Bu sürecin kontrolü Çin Halk
Cumhuriyeti’nin değil, Çin Cumhuriyeti olarak kendisini Pasifik’te bir adaya
çeken Tayvan’ın elinde!
Talas
Savaşı ile birlikte kâğıt, matbaa ve barut gibi üretim teknolojisi Araplar
tarafından keşfedilmişti. Bu keşif daha sonra Avrupa’ya kadar yansımıştı.
1949’da yaşanan İç Savaş ise, birinci plânda Çan Kay-şek liderliğinde Tayvan’a
taşınan Çin Cumhuriyeti ile sonuçlanmıştı.
O
tarihten sonra, bugün de en sert uygulamalarla tehdit etse de ÇHC, kendi
doğusuna ilerleyemedi. Talas Savaşı’nda İpekyolu’nu kaybeden Çin nasıl yüzlerce
yıl sürecek bir travma yaşamışsa, İç Savaş sonrasında ÇHC de bir üretim travması
yaşadı. Ne yapacağını bilemiyordu. Ve bu durakta ÇHC, üretimi Tayvan’dan
öğrendi.
Bu
noktada yeniden “Türkiye-Tayvan: Fırsatlar ve Sınamalar” başlıklı çalıştaya
dönelim ve birinci oturumun sonunda konuşan Prof. Dr. Hüseyin Bağcı’nın
notlarına bakalım.
Bağcı,
konuşmasına, Çin Halk Cumhuriyeti’nin küreselciliğin merkezi olduğu tespitiyle
başlarken, ABD’nin ÇHC ile Tayvan hakkında nasıl bir müzakere yapacağının merak
edildiğini aktardı. Bu sırada verdiği Jüpiter füzeleri örneği manidardı.
27
Mayıs Darbesi’nin ardından 1961 Haziran’ında Türkiye’ye yerleştirilmeye
başlayan Jüpiter isimli ABD menşeli füzeler nedeniyle kopan ve “Küba Füze Krizi”
ismiyle de bilinen süreç, ABD’nin Türkiye ve İtalya’ya, SSCB’nin ise Küba’ya nükleer
başlıklı füze yerleştirmesi ile tırmanıp Ekim 1962’de, dönemin iki süper gücünü
karşı karşıya getirirken tüm dünyayı, özellikle de Türkiye’yi nükleer savaş tehdidi
altında bırakan bir bunalımdır. Bağcı, ÇHC ile ABD arasındaki gerilimin
muharebe alanı olarak konuşmasında bu yüzden Tayvan’ı göstererek, ÇHC’nin
verdiği borçlarla dünya ülkelerine kendisine karşı sessiz kalmaya ve Tayvan’ı
sıkıştırmaya devam ettiğini ifade etti.
Bağcı’nın,
konuşması sırasında “Stratejinin temel prensibi, nereden baktığınız değil,
nerede oturduğunuzdur” şeklindeki veciz sözü tekrarlaması da mühimdi. Zira söz
konusu çalıştay da gösterdi ki, Tayvan konusuna ÇHC üretimi bir koltuğa
oturarak bakmak, bütün Asya Pasifik tablosunu görmezden gelmek, hatta ısrarla
anlamamak demek. Çin için aşağılanma travmasının özgüvene dönüştüğünü Bağcı da
tekrarlarken, Singapurlu Kishore Mahbubani’nin “Has China Won?” (Çin kazandı
mı?) ve “Has The West Lost?” (Batı kayıp mı etti?) adlı kitap çalışmalarına
değinerek bir özel bir parantez açtı. Pekin’den Londra’ya uzanan Bir Kuşak Bir
Yol projesini hatırlatan Bağcı, bugünkü Pekin yönetiminin küreselciliğin âdeta
avukatı olduğunu belirtti.
Tayvan
hakkındaki en özel sorusu ise şöyleydi: “Tayvan yeni dostlar kazanabilir mi?”
Öyle
ya, Türkiye-Tayvan ilişkileri bakımından dahi değerlendirdiğimizde bu
ilişkilerin belirleyici etkeni dahi ÇHC. Peki, Türkiye neden Tayvan ile
ilişkilerini neden geliştirmeli? Ne yapmalı da geliştirmeli?
Birinci
oturumun sonunda hem tarihî, hem de siyâsî plândaki bu analizler, iki ülke
ilişkilerinin geliştirilmesinin yanı sıra Türkiye’nin Asya Pasifik hakkında en
ileri politikaları üretmesi gereğini ortaya çıkardı. Bu anlamda şu detay
oldukça düşündürücü: Türkiye’den her yıl farklı sayılarda öğrenci Tayvan’a
yüksek lisans ya da dil öğrenme düşüncesiyle gidiyor. Bu öğrenciler Tayvan’ın
kamu kurumlarından (devletten) destek alıp gözetilirlerken, Türkiye bu çabanın
uzağında kalıyor. Ve bu durum, Tayvan’dan dönmemekle neticeleniyor. Dönmeyen
öğrencinin gerekçeleri hakkında ise bir çalışma yapılmıyor.
Bakınız,
bir öğrencimizin Tayvan’a gidip de orada ikâmet etmeye devam etmesi değil üzücü
olan. Üzücü olan; bir ülkenin, vatandaşının tercihlerinden ve gerekçelerinden
haberdar olmamasının yanında, vatandaşının tercih ettiği ülkeyle iletişimde
aksaklık yaşamasıdır.
Çifte
vergilendirme en büyük sorun!
İkinci
oturumu Prof. Dr. Hüseyin Bağcı modere ederken, ilk konuşmacı, benim de
Pamukkale Üniversitesi’nde rektörlüğüne ve rektörlük sürecindeki atılımlarına
şahit olduğum, Türkiye Ekonomi Kurumu Başkanı Prof. Dr. Hasan Kazdağlı idi. Kazdağlı,
Tayvan’ın büyüme modeli üzerine konuştu.
Tayvan’ın
tarımsal artığı sanayide kullanmayı başarabilen ender ülkelerden olduğunu
söyleyen Kazdağlı, devletin ülkede özel sektörü “nereye kadar, hangi ölçüde” destekleyeceğini
çok iyi bildiğini, devletin özel sektörü en iyi yönlendirme örneklerinden birinin
Tayvan olduğunu söylerken bunu “Tayvan Mucizesi” şeklinde adlandırdı.
“Çok
tüketme, tasarrufunu derhâl yatırıma aktar” anlayışının Tayvan’da işlediğini
ifade eden Kazdağlı, ÇHC’nin bugün de Tayvan sayesinde teknoloji üreten bir
ülke olduğunu belirtti.
Tayvan
Emniyetinden Huang Chia-lu imzalı “Pandemi Sonrası Dönemde Siber Suçlarla Mücadele: Tayvan
Yardımcı Olabilir” makalede, Tayvan Emniyetinin ÇHC’de dolandırılan kişilere
siber suçlarla mücadele kapsamında nasıl yardımcı olunduğunu da okuduğumda
böyle şaşırmıştım. Kovid-19’a karşı mücadele kapsamında Tayvan’ın alması
gereken aşı ve ilaçları engelleyen ÇHC nerede, ÇHC’nin dolandırılan
vatandaşlarının haklarını koruyan Tayvan nerede?
Prof.
Dr. Hasan Kazdağlı’nın, “Türkiye,
Tayvan ile ilişkilerini neden geliştirmeli? Ne yapmalı da geliştirmeli?”
sorusuna verdiği ilk cevap, iki ülke arasında çifte vergilendirmeyi önleme
anlaşmasının ivedilikle yapılması yönündeydi. Türk Dışişlerinde bir kesimin ÇHC
endişesi nedeniyle bu topa giremediğini, ancak başta ÇHC olmak üzere ABD,
Avrupa’nın birçok ülkesi ve toplamda 34 ülkenin bu şekilde bir çözüm üreterek
Tayvan’la öncelikle ticarî ilişkilerini çok iyi derecede yürüttüğünü izah
etmesi de Kazdağlı’nın dikkat çeken önemli bir tespitiydi.
İkinci
oturumun ikinci konuşmacısı ise Prof. Dr. Celalettin Sencer İmer’di. Sencer
İmer Hoca, sanırım sadece çalıştayın değil, Türkiye-Tayvan ilişkilerinin bütün
mimarisini çizerek bir çözümle paketi sundu önümüze. Sayın Hocamın o kronolojik
etüdü ve kritik konuşmasına dair notlarımızı üçüncü bölümde sizlerle
paylaşacağım.
Görüşmek
üzere…