SENE 751… Bugünkü
Kazakistan’ın Özbekistan sınırından biraz yukarıda, Talas nehrinin suladığı
Talas ovasında Türkler, Araplar ve Çinliler tarihî bir kırılma yaşamışlardı.
751’de,
Asya tarihinin o günden bugüne, 2021 yılına kadarki en büyük etki gücüne sahip
olayı gerçekleşmişti.
Talas
Muharebesi’nde karşılaşan Çin orduları ile İslâm orduları bölgeye dair
kozlarını paylaşırken, Asya’nın sosyolojik ayrımını şekillendiren bir tercihle
Türkler, dönemin ayracını İslâm ordularını desteklemekle çekmişlerdi tarih
kayıtlarına.
Çin
menşeli hafızanın “Türkler bizi terk etti”, Abbasî hafızasının ise “Türkler
yardıma koştular” şeklinde kayıtlı tuttuğu savaş, İslâm ordularının zaferiyle
neticelenmişti.
Türkiye
Cumhuriyeti’nde okutulan ve Türklerin büyük topluluklar olarak İslâm’la nasıl
tanıştığının dayanağı olarak anlatılan Talas Savaşı, sonuçları bu kadar basit
ve sadece Türkler açısından değerlendirilecek bir sosyolojik olay değildir.
Kâğıdın,
matbaanın ve barutun Maveraünnehr bölgesine ve oradan da Avrupa’ya taşınmasına
kapı aralayan Talas Savaşı, Çin’in yaklaşık bin 300 yıl boyunca savaşın
gerçekleştiği alanın batısına somut tek bir adım atamamasının en baş nedenidir.
Tang
Hanedanı ile Asya’nın batısına istikrarlı bir şekilde o dönemde ilerleyen Çin,
Talas Savaşı ile bir daha batıda daha ileriye gidemeyecek şekilde
durdurulmuştu. Hatta yenilgi, Çin için büyük toprak kayıplarını da peşinden
getirmişti. İslâm Hilâfeti ile devlet gücünü ardına alan Türklerin Asya’nın
orta bölgesine yeniden hâkim olmasıyla Çin, daha sonra bugünkü harita ölçeğiyle
güneyde Guizho, batıda Şiçuan, kuzeyde Pekin, doğuda da Pasifik Okyanusu’na
sınır olan Şangay’a kadar bir alanda mevcut kalacaktı. Daha fazla batıya
gidemeyen Çin, kendi kuzeyine yönelmişti. Kaldı ki, 1280 yılı itibariyle
bugünkü Kore sınırlarına mahkûm edilir şekilde Kubilay Han’ın hükümranlığını
kabullenmişti.
Moğol
hükümranlığından kurtulduktan sonra da Talas’ın batısına erişemeyen Çin, tarih itibariyle
bu sınıra bugün de erişebilmiş değil. Ancak bir ay önce kaleme aldığımız
“Yemlenmek ile Gemlenmek Arasında Kalan Dünyanın ÇHC Paniği” başlıklı makalede
de belirttiğimiz üzere, Çin, Afganistan’da gerçekleşen iktidar değişimiyle
birlikte, ülkedeki iktidarı kendi hükmü altına bağlamanın yolunu bularak bizzat
olamasa da, Talas’ta dini İslâm’a olanlara karşı kaybetmesine rağmen yine dini
İslâm olanların eliyle Talas’ın batısına ilişebilmiştir.
Çin,
1912 yılında hanedanlıklar/imparatorluklar dönemini tamamlayarak ilk kez
cumhuriyet ile tanıştı. Sun Yat-sen liderliğinde kurulan Çin Cumhuriyeti, ancak
1949 yılına kadar bugünkü Çin anakarasındaki varlığını sürdürdü. 1949’dan sonra
ise, Çin İç Savaşı sırasında Tayvan (Formoza) adasına çekilen Çan Kay-şek liderliğinde
yeni bir döneme girdi. Çin anakarasında ise artık, Çin Halk Cumhuriyeti vardı…
Cumhuriyet
Çin’e gelmiş, ancak iki farklı türde hüviyet kazanmıştı. Anakarada işleyeni
komünist imaja sahipken, 1912’de kurulan Çin Cumhuriyeti, Tayvan’a yerleşmişti.
Birleşmiş
Milletler tarafından da kabul görerek işletilen “Tek Çin” diplomasisi, 1971
yılında, ABD’nin Vietnam’daki yenilgisinin de ardından, Tayvan’da mukim olup
bütün Çin’i temsil eden Çin Cumhuriyeti için tersine dönmüştü. Uzmanlarca
hislerine yenik düşerek Tayvan’ın kaderini belirleyecek hamleyi yapan Çan
Kay-şek, Çin Cumhuriyeti’nin BM’den ayrılma kararını vermişti…
Tam
da burada bir es vererek, 18 Kasım 2021 günü Ankara Divan Çukurhan Otel’de
“Türkiye-Tayvan: Fırsatlar ve Sınamalar Çalıştayı” başlıklı, Taipei Ekonomi ve
Kültür Misyonu Ankara Temsilciliği ile Dış Politika Enstitüsü tarafından
tertiplenen organizasyona ve bu organizasyonda son yüz yıllık Çin siyâsî
tarihinin yanı sıra tabiî ki Tayvan’ın “akıllı ada” hüviyetiyle dünya için
nasıl bir teknoloji, üretim ve ekonomi jeneratörü olduğuna ilişkin notlarımıza
geçelim…
“Türkiye-Tayvan:
Fırsatlar ve Sınamalar Çalıştayı”
İki
oturumdan oluşan çalıştayda alanında uzman akademisyenlerin yanı sıra özellikle
Çin’de görev almış, bunun yanında Tayvan’da da önemli tecrübeler edinmiş emekli
büyükelçilerimiz yerlerini almışlardı.
Türkiye
Cumhuriyeti’nin Suriye’de görev alan son Şam Büyükelçisi olan emekli büyükelçi
Ömer Önhon’un davetiyle tertiplenen çalıştayın birinci oturumuna Prof. Dr.
Merthan Dündar moderatörlük yaptı. Eski Pekin Büyükelçilerimizden Rafet Akgünay
ve Doç. Dr. Haluk Karadağ’ın sunumlarının ardından bu ilk oturum, Prof. Dr.
Hüseyin Bağcı’nın sunumu ve soru-cevap bölümüyle sona erdi.
Eski
Pekin Büyükelçimiz Rafet Akgünay’ın (2000-2004) Çin Halk Cumhuriyeti
izlenimleri son derece değerli ve mühimdi. Devlet olarak Çin Halk
Cumhuriyeti’nin yaşadığı aşağılanma travmasına (psikozuna) değinen Akgünay,
ÇHC’nin bu noktada kendi toplumsal hikâyesinde bazı kırılmaları özellikle
hafızasından çıkarmaya çalıştığını ve bu psikozu hâlâ yaşamanın yanında söz
konu hissin son dönemeçte özgüvene dönüşmeye başladığını kaydetti.
ÇHC’nin
Tayvan konusundaki hassasiyetinin ÇHC’nin en güçlü hassasiyet noktası olduğunu
vurgulayan Akgünay’ın bu tespiti, daha sonra bütün konuşmacılar tarafından dile
getirildi. Yani bu noktada anlıyoruz ki, ÇHC’nin en özel zayıf halkası,
Tayvan’ın varlığı…
Akgünay,
Türk Hava Yolları’nın 2015’te Taipei’ye doğrudan uçuşlara başlaması ve
Türkiye’nin yine Taipei’de Türk Ticaret Ofisi’ni açmasının ÇHC’yi ciddi anlamda
rahatsız ettiğini belirtti.
Doç.
Dr. Haluk Karadağ ise, sunumuyla doğrudan Tayvan’a endeksledi bu özel
çalıştayı. Tayvan’ın bir güvenlik sorunsalı yaşadığını, gelecekte Orta Doğu’da
yaşanan gerilimlerin Uzak Doğu’da bütün dünyayı ilgilendirecek şekilde
yaşanacağını ve bunun merkezinde Tayvan’ın olabileceğini anlattığı sunumda
Tayvan’ın dünya ekonomisi için varlığının ehemmiyeti ve olası kriz durumlarında
bütün dünyanın bu yüzden etkileneceğini ifade etmesi, bölgeye nasıl bakılması gerektiğine
dair özel işaretler verdi.
Karadağ
sunumunda, bugün tüm dünyanın yaşadığı çip üretimi krizinde Tayvan’ın konumunu
aktardığı cümleler son derece önemliydi. Anlaşılıyor ki, dünyada üretim
krizleri her zaman olabilir, ancak üretimin üretildiği noktalarda yaşanacak
krizler, üretim krizlerinden daha da etkindirler. Ve Tayvan, üretimi üreten
konumda oluşuyla bütün dünyanın odaklandığı bir ülke!
Öyleyse
Çin Halk Cumhuriyeti ile Tayvan arasındaki soruna nasıl bakmalı? “Uzak
Doğu’daki iki ülke birbiriyle çekişiyor” diyerek uzaktan izlemeli mi? Türkiye,
Tayvan odağında hangi fırsatları görmeli ve hangi sınamalarla konunun üzerine
gitmeli?
Geçtiğimiz
ay yayınladığımız “ÇHC” temalı dosya serimizin ikinci bölümünün birinci
pasajını, sözünü ettiğimiz çalıştayın birinci oturumunu sonlandırmadan burada
noktalıyorum. Zira konu öyle özel ve Türkiye’nin Doğu’ya bakışına dair öyle
derin izler taşıyor ki…
İkinci
bölümün ikinci pasajında görüşmek üzere…