Tayvan’a yaklaşmak (1)

Bugün tüm dünyanın yaşadığı çip üretimi krizinde Tayvan’ın konumunu aktardığı cümleler son derece önemliydi. Anlaşılıyor ki, dünyada üretim krizleri her zaman olabilir, ancak üretimin üretildiği noktalarda yaşanacak krizler, üretim krizlerinden daha da etkindirler. Ve Tayvan, üretimi üreten konumda oluşuyla bütün dünyanın odaklandığı bir ülke!

SENE 751… Bugünkü Kazakistan’ın Özbekistan sınırından biraz yukarıda, Talas nehrinin suladığı Talas ovasında Türkler, Araplar ve Çinliler tarihî bir kırılma yaşamışlardı.

751’de, Asya tarihinin o günden bugüne, 2021 yılına kadarki en büyük etki gücüne sahip olayı gerçekleşmişti.

Talas Muharebesi’nde karşılaşan Çin orduları ile İslâm orduları bölgeye dair kozlarını paylaşırken, Asya’nın sosyolojik ayrımını şekillendiren bir tercihle Türkler, dönemin ayracını İslâm ordularını desteklemekle çekmişlerdi tarih kayıtlarına.

Çin menşeli hafızanın “Türkler bizi terk etti”, Abbasî hafızasının ise “Türkler yardıma koştular” şeklinde kayıtlı tuttuğu savaş, İslâm ordularının zaferiyle neticelenmişti.

Türkiye Cumhuriyeti’nde okutulan ve Türklerin büyük topluluklar olarak İslâm’la nasıl tanıştığının dayanağı olarak anlatılan Talas Savaşı, sonuçları bu kadar basit ve sadece Türkler açısından değerlendirilecek bir sosyolojik olay değildir.

Kâğıdın, matbaanın ve barutun Maveraünnehr bölgesine ve oradan da Avrupa’ya taşınmasına kapı aralayan Talas Savaşı, Çin’in yaklaşık bin 300 yıl boyunca savaşın gerçekleştiği alanın batısına somut tek bir adım atamamasının en baş nedenidir.

Tang Hanedanı ile Asya’nın batısına istikrarlı bir şekilde o dönemde ilerleyen Çin, Talas Savaşı ile bir daha batıda daha ileriye gidemeyecek şekilde durdurulmuştu. Hatta yenilgi, Çin için büyük toprak kayıplarını da peşinden getirmişti. İslâm Hilâfeti ile devlet gücünü ardına alan Türklerin Asya’nın orta bölgesine yeniden hâkim olmasıyla Çin, daha sonra bugünkü harita ölçeğiyle güneyde Guizho, batıda Şiçuan, kuzeyde Pekin, doğuda da Pasifik Okyanusu’na sınır olan Şangay’a kadar bir alanda mevcut kalacaktı. Daha fazla batıya gidemeyen Çin, kendi kuzeyine yönelmişti. Kaldı ki, 1280 yılı itibariyle bugünkü Kore sınırlarına mahkûm edilir şekilde Kubilay Han’ın hükümranlığını kabullenmişti.

Moğol hükümranlığından kurtulduktan sonra da Talas’ın batısına erişemeyen Çin, tarih itibariyle bu sınıra bugün de erişebilmiş değil. Ancak bir ay önce kaleme aldığımız “Yemlenmek ile Gemlenmek Arasında Kalan Dünyanın ÇHC Paniği” başlıklı makalede de belirttiğimiz üzere, Çin, Afganistan’da gerçekleşen iktidar değişimiyle birlikte, ülkedeki iktidarı kendi hükmü altına bağlamanın yolunu bularak bizzat olamasa da, Talas’ta dini İslâm’a olanlara karşı kaybetmesine rağmen yine dini İslâm olanların eliyle Talas’ın batısına ilişebilmiştir.

Çin, 1912 yılında hanedanlıklar/imparatorluklar dönemini tamamlayarak ilk kez cumhuriyet ile tanıştı. Sun Yat-sen liderliğinde kurulan Çin Cumhuriyeti, ancak 1949 yılına kadar bugünkü Çin anakarasındaki varlığını sürdürdü. 1949’dan sonra ise, Çin İç Savaşı sırasında Tayvan (Formoza) adasına çekilen Çan Kay-şek liderliğinde yeni bir döneme girdi. Çin anakarasında ise artık, Çin Halk Cumhuriyeti vardı…

Cumhuriyet Çin’e gelmiş, ancak iki farklı türde hüviyet kazanmıştı. Anakarada işleyeni komünist imaja sahipken, 1912’de kurulan Çin Cumhuriyeti, Tayvan’a yerleşmişti.

Birleşmiş Milletler tarafından da kabul görerek işletilen “Tek Çin” diplomasisi, 1971 yılında, ABD’nin Vietnam’daki yenilgisinin de ardından, Tayvan’da mukim olup bütün Çin’i temsil eden Çin Cumhuriyeti için tersine dönmüştü. Uzmanlarca hislerine yenik düşerek Tayvan’ın kaderini belirleyecek hamleyi yapan Çan Kay-şek, Çin Cumhuriyeti’nin BM’den ayrılma kararını vermişti…

Tam da burada bir es vererek, 18 Kasım 2021 günü Ankara Divan Çukurhan Otel’de “Türkiye-Tayvan: Fırsatlar ve Sınamalar Çalıştayı” başlıklı, Taipei Ekonomi ve Kültür Misyonu Ankara Temsilciliği ile Dış Politika Enstitüsü tarafından tertiplenen organizasyona ve bu organizasyonda son yüz yıllık Çin siyâsî tarihinin yanı sıra tabiî ki Tayvan’ın “akıllı ada” hüviyetiyle dünya için nasıl bir teknoloji, üretim ve ekonomi jeneratörü olduğuna ilişkin notlarımıza geçelim…

“Türkiye-Tayvan: Fırsatlar ve Sınamalar Çalıştayı”

İki oturumdan oluşan çalıştayda alanında uzman akademisyenlerin yanı sıra özellikle Çin’de görev almış, bunun yanında Tayvan’da da önemli tecrübeler edinmiş emekli büyükelçilerimiz yerlerini almışlardı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriye’de görev alan son Şam Büyükelçisi olan emekli büyükelçi Ömer Önhon’un davetiyle tertiplenen çalıştayın birinci oturumuna Prof. Dr. Merthan Dündar moderatörlük yaptı. Eski Pekin Büyükelçilerimizden Rafet Akgünay ve Doç. Dr. Haluk Karadağ’ın sunumlarının ardından bu ilk oturum, Prof. Dr. Hüseyin Bağcı’nın sunumu ve soru-cevap bölümüyle sona erdi.

Eski Pekin Büyükelçimiz Rafet Akgünay’ın (2000-2004) Çin Halk Cumhuriyeti izlenimleri son derece değerli ve mühimdi. Devlet olarak Çin Halk Cumhuriyeti’nin yaşadığı aşağılanma travmasına (psikozuna) değinen Akgünay, ÇHC’nin bu noktada kendi toplumsal hikâyesinde bazı kırılmaları özellikle hafızasından çıkarmaya çalıştığını ve bu psikozu hâlâ yaşamanın yanında söz konu hissin son dönemeçte özgüvene dönüşmeye başladığını kaydetti.

ÇHC’nin Tayvan konusundaki hassasiyetinin ÇHC’nin en güçlü hassasiyet noktası olduğunu vurgulayan Akgünay’ın bu tespiti, daha sonra bütün konuşmacılar tarafından dile getirildi. Yani bu noktada anlıyoruz ki, ÇHC’nin en özel zayıf halkası, Tayvan’ın varlığı…

Akgünay, Türk Hava Yolları’nın 2015’te Taipei’ye doğrudan uçuşlara başlaması ve Türkiye’nin yine Taipei’de Türk Ticaret Ofisi’ni açmasının ÇHC’yi ciddi anlamda rahatsız ettiğini belirtti.

Doç. Dr. Haluk Karadağ ise, sunumuyla doğrudan Tayvan’a endeksledi bu özel çalıştayı. Tayvan’ın bir güvenlik sorunsalı yaşadığını, gelecekte Orta Doğu’da yaşanan gerilimlerin Uzak Doğu’da bütün dünyayı ilgilendirecek şekilde yaşanacağını ve bunun merkezinde Tayvan’ın olabileceğini anlattığı sunumda Tayvan’ın dünya ekonomisi için varlığının ehemmiyeti ve olası kriz durumlarında bütün dünyanın bu yüzden etkileneceğini ifade etmesi, bölgeye nasıl bakılması gerektiğine dair özel işaretler verdi.

Karadağ sunumunda, bugün tüm dünyanın yaşadığı çip üretimi krizinde Tayvan’ın konumunu aktardığı cümleler son derece önemliydi. Anlaşılıyor ki, dünyada üretim krizleri her zaman olabilir, ancak üretimin üretildiği noktalarda yaşanacak krizler, üretim krizlerinden daha da etkindirler. Ve Tayvan, üretimi üreten konumda oluşuyla bütün dünyanın odaklandığı bir ülke!

Öyleyse Çin Halk Cumhuriyeti ile Tayvan arasındaki soruna nasıl bakmalı? “Uzak Doğu’daki iki ülke birbiriyle çekişiyor” diyerek uzaktan izlemeli mi? Türkiye, Tayvan odağında hangi fırsatları görmeli ve hangi sınamalarla konunun üzerine gitmeli?

Geçtiğimiz ay yayınladığımız “ÇHC” temalı dosya serimizin ikinci bölümünün birinci pasajını, sözünü ettiğimiz çalıştayın birinci oturumunu sonlandırmadan burada noktalıyorum. Zira konu öyle özel ve Türkiye’nin Doğu’ya bakışına dair öyle derin izler taşıyor ki…

İkinci bölümün ikinci pasajında görüşmek üzere…