YAŞAM nehrinde
sürüklenmeye devam ederken bazen bir dal parçasına tutunup düşünmeye başlıyorum.
Akıntıda neler gördüm, neler hissettim? Yaşarken yaşadıklarımı tahlil etme imkânı
bulabildim mi?
Ben
olmak kolaydı, lâkin beni açıklamak o kadar zor ki… Edindiğimiz bakış açısı ve
hazır olan algılarımızla yaşamı kendi içsel yapımıza uygun olarak yorumluyoruz.
Yalnız akıntı o kadar hızlı ve bunun farkında olmak için o kadar yavaşız ki
kaçırdığımız çok şey oluyor. Hayatın anlamını, kendimizi, değerlerimizi,
yaşayabileceğimiz çok farklı deneyimleri kaçırıyoruz. Bunun yerine otomatik
pilota bağlanmış bir şekilde, aynı gün ve aynı benleri kopyala-yapıştır yaparak,
içeriğine fazla dokunmadan “Tamam, bugünü de yaşamış sayıyorum. İmza: Dünkü
ben” deyip yaşanmışlıklar kasasına bir gün daha atıyoruz.
Ne
kadar üzüntü verici ki, kişinin, biriktirdiği yaşanmışlıkları kasadan çıkarıp
da gerçekten ne biriktirdiğini görecek vakti yok. Çok meşgul herkes. Kendimizden
emin bir şekilde dünü yaşamak, düne yeni bir şey katmadan ciddî ve etrafa bile
bakacak vakti bulamayacak kadar meşgul şekilde ilerlemek biraz düşündürücü.
Şu
hikâyeyi çok seviyorum:
Bal
işleriyle uğraşan biri var. Diğeri de sirkecilikle… Bal işleriyle uğraşan kişi,
işlerini kendinden emin bir şekilde yürütüyor. Bal üretim süreçleriyle yakından
ilgileniyor, tıpkı aile ve çevre ilişkileri gibi. Yerinde, zamanında, doğru
kişilerle uygun mâliyetlerde bir iş süreci… İş satışa geldiğinde, bal satışlarında
sıkıntı olduğunu fark ediyor. Nerede yanlış yaptığını bilemiyor. Canını sıkan
bir şey daha var. Sirke satışı yapan esnaf arkadaşının satışları oldukça iyi.
Onun neyi farklı yaptığı hakkında bir fikriyse yok.
Sonunda
tek çârenin sirkeciye gitmek olduğuna karar veriyor: “Kusura bakma arkadaşım, ben
bal satıyorum ama satışlarım pekiyi değil. Sen sirke satıyorsun ve neredeyse
benim satışlarımın iki katı… Bu işin hikmeti nedir?”
Sirkeci,
“Bak arkadaşım!” diyor ve anlatıyor: “Farkındayım balının ne kadar kaliteli
olduğunu ve işini ne kadar titizlikle takip ettiğini. Tek bir sorun var.
Sürekli dışarı ile meşgul olmaktan içeriyi yani kendini unuttun. Elin bal
satıyor ama yüzün sirke. Benim elim sirke satıyor ama yüzüm bal!”
Yaz
aylarına geldiğimiz şu dönemde akla gelen ilk düşüncelerin başında tatil konusu
geliyor. Okullar kapandı. Yıl boyu çalışıldı. Okula, işe gidildi. Evde anne
yoruldu. Kısacası ev halkı iyi bir tatili hak etti. Şöyle deniz kenarı, yeşillikler
içinde bir otel ve her şey dâhil iki hafta konaklama… Denize girmeli, canı ne
zaman ve ne kadar isterse çeşit çeşit menüden istifade etmeli, saatlerce denize
bakıp çıplak ayakla kumda yürürken bütün yılın yorgunluğu atılmalı ve enerji
depolamalı… Ailece harika vakitler geçirilecek o özel iki haftalık süreçten döndükten
sonra gerek aile fertleri, gerek çevreyle muhabbeti uzun süre edilebilmeli...
İdi…
Bilmek
güzeldir ama ne bildiğini ve bildiğinin kendisine katığını sorgulamak daha
makbuldür. Gelin, tatil konusuna farklı bir açıdan yaklaşalım!
Farklı
bir tatil
İmkânı
olmalı, imkân verilmeli, sistemler öyle bir şekilde düzenlenmeli ki belli
dönemlere belli amaçlar ile konuşlandırılmış bir tatil algısı olmasın. İki
haftalık bir tatil için bütün bir seneyi yorucu olmakla değerlendirmek ve geçip
giden zaman içinde pencereden baktığımız güzelliklerin en değerlisinin bir
otelin penceresinden baktıklarımız olduğuna karar vermek ne derece doğru
geliyor size?
“Tatil”
kavramının içini ve dışını değiştirmek taraftarıyım. Gidebildiğimiz her yere
gidelim, burası bizim kâinatımız; yıldızlara da gidelim. Tanıyalım, hem
gözümüzü, hem rûhumuzu, hem bilişimizi tâzeleyelim. Yorgunluk atmak için,
eğlenmek ve hoş vakit geçirmek için değil, yaşamın anlamını tadabilmek için
yapalım bunları.
Düne
bir fark katmak, bugüne değer vermektir. Tatil, benim için kendime vakit
ayırmaktır. Birileri, bir şeyler beni rahatsız ettiği için ya da “Boş vakit
buldum, bir şeyler yapayım” diyerek değil, kendim ve dünyam için yapabileceğim
en değerli ve önemli şeyin kendimle baş başa kalmak, bu sayede kendimi açmak ve
aşmak olduğu için…
Şu masmavi gökyüzü ve beyaz bulutlar, şu görkemli ağaçlar bile sıradan olmuşken, elbette deniz kenarı, orman önü bir dinlence bakımından daha iyi gelecektir insana. Benim içinse apartmanlar arasında kalan balkonumdan gökyüzünü her yeniden görüşüm ve idrak edişimde, orada yeniden doğuşumda, içinde kayboluşumda onlarca tatile bedel his ve düşünceler ağırlar beni.
Farklı
bir ülkeye, eşsiz bir manzaraya sahip yerlere de gittim. Tek fark, farklı bir
konumda yapılan dokunuşlardı ve elbette bu dokunuşlar gerekliydi. İnsan güzel
bir yere gittiği, güzelliklerle sarmalandığı için kendini iyi hissedebilir;
yalnız, olduğu her âna dokunup onu dönüştüren bir bilinçte beş yıldızlı bir ânı
yaşayabilir her an.
Topluma
hazır paket yerleştirilmiş algılardan biri olan tatil için aylarca beklemenin
bedelidir esas yorgunluk. Esas yorgunluk, aynı kişi kalabilmektir. Farklı
zamanlarda, farklı mekânlarda aynı kişi olarak kalmakta ısrar ediştir. Bu iki
haftalık, olmadı bir aylık tatiller iyi gelse de rûha, ardından gelen ayrılık
çabucak tüketecektir benliği.
“Çocuklarınıza
Tutunun” kitabında (Dr. Gordon Neufeld ve Dr. Gabor Mate) şu şekilde bir
konuşma geçer: “Arkadaşlarımla beraberken birbirimize hiçbir şey anlatmadan
saatlerce konuşabiliyoruz.” Akran yönelimi konusundaki bu değerlendirme,
toplumun yaşayış şeklinde de kendini gösterir. Hiçbir fark olmadan yıllarca
aynı kişi olarak yürüyebiliyor insanlar. Ne dehşet verici bir durum! Bunun
nedeni ya da suçlusu asla tek bir şey olamaz. Algılayış, yaşayış ve davranış
biçimimiz tek başına ne bizim, ne bir başkasının suçu ya da hatâsı. Doğru ya da
yanlış, suçlu ya da suçsuz aramak değil murâdımız, soru sormak, sorgulamak, beş
duyuyla algılanmakta olan her şeyi okumaya çalışmak ve sonrasında bir süzgeçten
geçirip kendi içimizi inşâ edebilmek adına uygulamaya dökmek. Okuyarak elde
ettiğimiz şeyleri paylaşmak da diğer bir önemli husus…
Toplum
olarak bireyin içsel inşâsını yeniden ele almaktan başka çâremiz yok. Bize en
iyi gelecek tatil, toplum olarak bir araya gelerek geleceğimizi en güzel hâle
getirecek adımları atmak ve bunun meyvelerini toplayan çocuklarımızı
seyrederken yaşadığımız mutlulukla arkamıza yaslanmaktır.
Bizde
olan, bizimle olana geçmekte; çocuklarımız, arkadaşlarımız, çevremiz bizi takip
etmektedir. Yaşarken anlayışımızı, davranışlarımızı, düşünce ve bilgimizi
etrafımıza saçarız. Muhakkak birileri bunları toplayıp kullanır. Bunlardan “tatil
anlayışı” da toplumun ortak bir hareketi olmuş durumda. Çalışan ve okuyan
kesimin belli dönem ve belli yerlerde yaparak geçirdiği takdirde olduğu sayılan
şeye “tatil” demek zorundayız. Çalışan kesimin izin kullandığı diğer bir durum
da başka şehirlerde olan akrabayı ya da köyünü senede bir kez olsun görebilme
imkânı.
Değişim,
dönüşüm ve ilerleyiş… Zaman ve mekânın hangi noktasında olursak olalım,
kendimize ve içinde bulunduğumuz çevreye değer katmak, olanı değerlendirmek,
insanı yücelten eylemlerdir. Kendini değerlendiren, çevresine değer katarak yaşamını
ödüllendiren insanı alıp nereye koyarsanız koyun, yedi yıldızlı bir tatile
çevirir dünyasını.
Bakışı
değiştirmekle tatil anlayışını değiştirmek mümkün
Sevdiklerinize
bir hediye vermek istiyorsanız bu yazıyı okutun. Dünden gelen her şeyi yarına
devretmek zorunda değiliz. En azından bizden sonrakilerin bazı kavramlara olan
bakışını değiştirebiliriz. Çocuklarımıza bütün bir okul döneminde baskı yapıp,
“İyi çalış, yaz tatilinde seni güzel yerlere götürüp güzel hediyeler alacağım”
diyerek geçmişten gelen algımızı aşılamayalım. Küçük bedenlerdeki büyük
ışıltıyı azaltmayalım. Küçük bedenlerdeki bitmez tükenmez enerji ve mutluluğu,
gözlerdeki o ışığı o çok bildiklerimizle çarçur etmeyelim.
Herkesin
kendi doğrusu olabilir, “Şehrin tozundan, gürültüsünden, karmaşasından senede
bir hafta bile olsa da kaçmayalım” da demiyorum. Dediğim şey, “Bir şeyden
kaçmak, bir şeyden uzaklaşmak şeklinde bir tatil kavramımız olmasın” şeklinde. Şehrin
tozundan uzaklaştığınız gibi, zihninizdeki toz ve karmaşadan da uzaklaşabiliyor
musunuz? Şehrin havasından, trafiğinden uzaklaştığınız gibi, dünkü düşünce trafiğinden
de uzaklaşabiliyor musunuz? O tatil yerindeki güzelim manzaralarda yaratılışın
güzelliklerine şâhit olup da onları -tatil dönüşü bakış açınızla beraber- yanınızdan
hiç ayrılmayacak şekilde taşıyabiliyor musunuz?
Tatil
yerinde canınız istediği kadar farklı tatlardan bakmak ve değişik eğlencelere
tanık olmakla beraber, tatilden okula, iş ya da ev hayatına dönerek bazı
şeylerden mahrum kaldığınızı zihninizin duvarına tablo yaparak arada bakıp efkârlanıyor
musunuz?
Dört, beş ya da
yedi yıldızlı tatil hayâl edenlerden bir isteğim var: Gece yarısı gökyüzüne bir
bakar mısınız, kaç yıldızlı bir yaşama doğdunuz?
Küçük
birkaç tavsiye
İyi
bir tatil için bazı tavsiyelerde bulunmak isterim. Valizinize alacağınız bazı
şeyler ile tatiliniz çok daha verimli geçebilir. Farklı türde her bir kitap,
yanınızda bulundurabileceğiniz en iyi arkadaştır. Bir defter ve o deftere yazabilecekleriniz;
dün ile bugünün farkı, farklı olan yer ve zamanın kattıkları… Aile
etkinliklerinde kullanabileceğiniz malzemelerse oyunlar, sanat malzemeleri,
teleskop veya mikroskop, dergiler vesaire.
Günümüz
dünyasında çok fazla uğraş var. Bu çeşitlilik zihne oldukça yük bindirmekte. Bu
yükü azaltmak için elbette tatil yerleri en uygun noktalar olabilir. Düşünce
trafiğini en aza indirirken beden ve rûh sağlığını arttırma imkânı vardır.
Temiz havada bol bol nefes almak, yeşile saatlerce bakmak, denizde yüzerken
başka bir boyuta geçerek enerjilenmek çok iyi gelebilir. Beden ve rûha iyi
geldi diye yaşamın geri kalanını sıkıntılı algılamamak kaydıyla tabiî...
Deniz
ve yeşille buluşan ve neşelenen gözleriniz, aile fertlerinin gözleriyle de
buluşsun ve neşelensin. Doya doya bakın birbirinize. Dinleyin! Dinlemek, önem
vermektir. Güzel bir mekândasınız, ailece bir masanın etrafındasınız ve size
önem veriliyor. “Seni dinliyoruz, buyur!” deniliyor. O andan daha güzel ne
olabilir?
Hoşuma
giden bir söz var: “Hayatı içinde yaşa ve onu her yere taşı.” Olabilir, şu âna
kadar bulamamış ya da olamamış olabiliriz. Gittiğiniz yerde bulabilir ya da
olabilirsiniz. Yaşamın anlamını bulduğunuz anda onu içinize mühürleyin ve
gittiğiniz her yere taşıyın. O hâlde tatilinizi her yere ve her ânınıza
taşımaya çalışın.
Ortak
çapta yaptığımız bir şey var; şehirlerin imarından şikâyet ederiz meselâ. Kutu
kutu binaların iç içe geçtiği, ağaçların nefes almaya çalıştığı, topraktan
arındırılmış, asfalt ve betona gömülmüş, doğanın tatil için uzaklara taşındığı
yerlerde yaşadığımızdan bahsederiz. Şikâyet ederiz, tamam, ama haklı olsak da
sormak gerekiyor: Biz nelerden uzaklaştık ki uzaklaştı güzellikler bizden?
İçimizden neler koptu ki koptu nice değerler ve anlayışlar?
Bir
tatile çıkalım, dinlenelim, uzaklardan dinleyelim yaşamı bu kez. Karmaşadan
uzakta, anlamaya çalışalım olup biteni. Kendimize gelerek gelelim evimize.
Herkese
gerçekten her hâliyle güzel geçecek bir tatil dilerim. Sağlıcakla kalın…