Tatil sohbetleri

Bir diğer genç adam konuşmaya dâhil oldu: “Tatil kelimesi kök olarak ‘atalet’ten gelir ve ‘boşluk, hareketsizlik’ anlamı taşır. ‘Atıl’, ‘muattal’ kelimeleri de ondan türemiştir ve ‘durgun’ mânâsındadır. Peki, bizim dinimizde, medeniyetimizde boşluk veya tatil, hayatımızın neresindedir, biraz irdelemek gerekmez mi?”

PENDİK-Yalova hattında sefer yapan feribotta, pandemi kısıtlaması nedeniyle seyahat izni olan yolcular ile maskeli vaziyette 45 dakikalık fikir teatisini sizlerle paylaşmak istiyorum...

Telefonumla tatil hususunda muhatabım ile konuşurken, birbirinden uzak durmaya özen gösteren az ve sınırlı sayıdaki insanların beni dinlediğini fark ettim ve ortaya çok ilginç bir diyalog çıktı.

Yan koltuktaki takım elbiseli beyefendi, telefonumu kapatmamla beraber karşı sırada aralıklı olarak oturanlara, göz ucuyla beni de hedefine alarak, “Tüketim kültürünün dayattığı tatil anlayışı; dinlenmek, deniz, yüzmek veya lüks otellerde sınırsız eğlence, aktivite gibi hizmetleri almak şeklinde algılanmaktadır. Böyle bir tatil anlayışı, kişinin kendine ve çevresine yaptığı en büyük yanlıştır. Bu ‘deniz-havuz-tatil’ anlayışı kişiye rahatlık değil. Hız ve yetişme telâşıyla stres yapıyorsa, biz buna dinlenme diyemeyiz. Esasında dinlenme, yoğun bir iş koşuşturmasından sonra ruhen ve bedenen stresten arınmak, mevcut işten yorulan bedeni farklı bir uğraşla diğer kabiliyetlerimizi harekete geçirmektir” demesin mi?

Ben yutkunup bir iki satırlık söz söylemek için gayret içindeyken, hemen beyefendinin diğer yanında oturan hanımefendi sözü aldı: “Çok haklısınız. Bu tüketim kültürü yüzünden, tatile çıkıyoruz diye, ‘Çocuklarla rahat edemediğimiz üç dört gün, alışma evresinden sonra otelden hakkıyla istifade edemedik, o kadar parayı boşa verdik’ şeklinde hezeyanlarda bulunuyoruz. Geriye sadece, ‘Gittik, biz de buraları gördük, gezdik, falan otelde konakladık’ diyerek, eşe dosta böbürlenerek anlattığımız şeyler kalıyor ve bunu da tatil sanıyoruz.”

Bir diğer genç adam konuşmaya dâhil oldu: “Tatil kelimesi kök olarak ‘atalet’ten gelir ve ‘boşluk, hareketsizlik’ anlamı taşır. ‘Atıl’, ‘muattal’ kelimeleri de ondan türemiştir ve ‘durgun’ mânâsındadır. Peki, bizim dinimizde, medeniyetimizde boşluk veya tatil, hayatımızın neresindedir, biraz irdelemek gerekmez mi?”

Takım elbiseli bey: “Şöyle ki, tatil, on bir ay çalışmaktan yorulan bedenleri yine sınırlı süre içerisinde hiçbir şey yapmadan yemek, uyumak, eğlenmek ve keyfetmeye yönelik bir anlayış mıdır acaba? Ya da yıl boyu kazandığını bir başka kuruma taksitli veya peşin ödeme şekli ile kapitalist sisteme hizmet etmek midir? Ya da tatil, şehir hayatından sıkılan ve yorulan bedenleri hiçbir şey düşünmeden gönlünce eğlendirmek midir? Batı, önce yoğun çalışmak, sonra dinlenmek ile bu tatil anlayışını doğurmuş. Modernist anlayışta insanın cenneti dünya olup, bu dünyada nefsine hoş gelen her şeyi ferdî olarak yaşamadığı takdirde yaşamın da bir anlamı olmadığı kanaati hâkimdir. Bu anlayış âdeta tüm dünyayı istilâ etmiştir. Eriştiği ve erişeceği tüm zevklere tatil anlayışı kapsamında ulaşmak, burada ana temadır. İlginç olan, ‘holiday’ kelimesinin ‘kutsal gün’ anlamına gelmesi… Kutsallıkla hiç ilgisi olmayan tatil anlayışı, birbirine tezat teşkil etmektedir.”

Hanımefendi: “Evet, çok ilginç! Merak ediyorum, biz Müslümanlar, dünya hayatına şekil vermede öncü olabilseydik, sizce günlük çalışma saatleri, tatil günleri veya ayları nasıl olurdu acaba?”

Takım elbiseli bey: “Elbette tatil günlerinin, aylarının seçilmesi ve tatilin nasıl yapılacağı İslâm esaslarına uygun olurdu. Kur’ân-ı Kerim’de Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: ‘Elbette her zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten her zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Öyleyse boş kalınca hemen kalk, (başka bir) işe koyul. Ve yalnız Rabbine giden yola yönel.’ (İnşirah, 5-8) Bu ayetten de anlaşılacağı üzere, Müslüman için boş kalmak, atıl kalmak diye bir husus olamaz. Müslüman bilim adamları bu ayetten hareketle dinlenmenin en güzel yönteminin devamlı yaptığı bir işi bıraktığında başka bir işe koyulmak olduğunu söylüyorlar. Başka bir ifadeyle, boş vaktinde başka bir iş ile meşgul olunmasını... Bunu bazı cihan padişahlarının hayatlarında da görmek mümkündür.”

Hanımefendi: “Maalesef, günümüz insanları nezdinde tatilin önemi ayrı bir yer tutuyor. Bu anlayış bütün insanlık tarafından kanıksanmış. Bu nedenle bize düşen görev, tatil anlayışlarımızı gözden geçirip kendi değerlerimize göre hareket etmek.”

Takım elbiseli bey: “Kimileri tatil beldesinde yaşıyor, büyük şehirlere gitmek istiyor. Kimisi büyük şehirlerden bunalıyor ve memleketine gitmek istiyor. Bazıları doğada bir hamakta sallanmayı, kırda çay içmeyi tatil görürken, bazıları üç beş arkadaş dostluk hanesi ile ailece bir kır evinde vakit geçirmeyi, sohbet ve muhabbet etmeyi tatil olarak görüyor. Kimisi ferdî olarak kültür turlarına katılıyor, kimisi medeniyet gezileri ile köklere iniyor. Bazısı da köyünün havası, suyu, toprağı ile kucaklaşıyor. Benim üzüldüğüm bir nokta var. Hep içimde ukde kalmıştır; kadim medeniyetimiz, insanın ruhsal ve fiziksel dinlenmesini fıtrata uygun bir ihtiyaç olarak görür. Nice ecdadımız ağaç oymacılığından ebru sanatına geçmesi, meselâ avlanma (Fatih Sultan Mehmet’in deyimi ile “şikari bindi-(/gitti)”) icra eden kişilerin aynı zamanda mûsikî ile iştigal etmesi, bazen nakkaşların veya ahşap işleyenin çiniciliği öğrenmesi gibi ara ara başka meslekleri icra etmesi, dinlenmenin en güzel örneğidir. Bundan da anlaşılacağı üzere, medeniyetimizin tatil ve dinlenme anlayışı, mevcut işinden arta kalan boş vakitlerini başka işe koyulmak suretiyle olmalıdır. Gönüllü ve zevkle yapılan bu diğer sanat ve zanaatlar, keşke günümüzdeki tatil günlerinde de icra edilmek suretiyle yaşansa…”

Genç bey: “İzole tatil kavramını duyduğumda bana çok iyi gelmişti efendim. Şöyle ki, bizim vücudumuz ayrı bir âlem olup mükemmel bir sistem üzere kurulmuştur. Bu dünyada insan vücudu şu âlemin küçültülmüş örneği mahiyetindedir. Başka bir ifadeyle, ‘zübde-i âlem’dir. Nasıl ki âlemde demir, potasyum gibi elementler varsa aynı elementler insanda da var. Kayaların insandaki kemiklere, derelerin insandaki damarlara benzemesi gibi... İnsan bazen kendi gerçeğinin, kendi varlık bilincinin tefekkürüne ihtiyaç duyuyor. Zira tefekkür gafleti izale eder.”

Ve takım elbiseli bey, hülâsayı şöyle yaptı:

“İslâm’da vakit harcamak, vakti öldürmek, zaman geçirmek yoktur. Müslüman, ‘ibnü’l-vakit’ yani vaktin oğludur. Zamanı İlâhî bir emanet olarak görmek gerekir. Hâdiselere Müslüman bilinci ile yaklaşmalı, insanın, zamanın ve zeminin Yüce Allah’a ait olduğunu idrak etmelidir. Bu bilinçli kişi tatilde, evde, işte, her yerde Müslümandır. Buharî ve Tirmizî’de de nakil olunan hadîs-i şerifte şöyle buyuruluyor: ‘İnsanların çoğu şu iki nimette aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.’ Aldanmak, buradaki kilit noktadır. Dünyevî ve uhrevî ihtiyaçlarımızın göz önünde bulundurulduğu, ailemiz veya en yakın hissettiğimiz insanlarla ve de doğa ile tazelenebileceğimiz zamanları kıymetli zamanlar olarak görmeliyiz.”

Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan, bir makalesine şu kaydı düşüyor: ‘Tatil, tembellik demek değil, boş durma değil, zaman israfı değil! Çalışmanın şeklini, dozajını ayarlama, yenilik yaparak tazelenme, tebdil-i mekânla ferahlama, sabit işi dolayısıyla gezip göremediği yerleri görme, gerekli ziyaretleri yapma demek olmalı. İnsan tatilden de bilgisi, görgüsü, sağlığı, dinçliği yönünden bir şeyler, pek çok şeyler kazanmış, enerji depolamış, gençleşmiş, dinçleşmiş, azmini artırmış olarak dönmeli. Cenab-ı Hakk’ın dîvanında, mahkeme-i kübrada yazların, tatillerin hesabını rahat verebilmeli.’[i] Bize has olması gereken gerçek tatil, budur!”

Nefesimi tutmuş hâlde bir eleştiriye maruz kalacağım zannı ile dinlediğim bu tespitlerle 45 dakikalık yolun nasıl bittiğini anlayamadım, ama payıma düşeni aldım.



[i] Başmakaleler-2 / Kadın ve Aile Dergisi Başmakaleleri, Mahmud Esad Coşan