UZUN bir süredir
Hollanda’da ikâmet etmekteyim. Yurtdışında yaşamanın nimetlerini de biliyorum,
memleket ne demek, onu da. İnsanların uyum sağlamak ve birlikte yaşayabilmek adına
kültürlerinden, dinî ve sosyal değerlerinden, belki de en önemlisi
kendilerinden vazgeçtiklerini (üzülerek) defalarca kez müşahede etmiş bulunmaktayım.
Özellikle son senelerde artan geçim sıkıntısı ve yabancı düşmanlığı tüm bu olağan
sorunları daha da içinden çıkılmaz hâle getirdi.
Ne
bu diyarlardan göçüp dönebilmekte, ne de memlekete gittiğimiz zaman üzerimizde damgalanmış
gibi duran “Alamancı” algısından kurtulabilmekteyiz. İşyerlerinde ya da yabancı
dostlar ile bir konusu açıldığı zaman hepimiz birer büyükelçilik vazifesine
soyunuruz. Zaman zaman bunun ayarını doğru yapamadığımız, üslûbumuza gereken özeni
göstermediğimiz gerçeğini de (yine) üzülerek şerh düşmek durumundayım.
Mangalda
kül bırakmayan hararetli konuşmalar, bazen yüreğimizde delikler açar. Savunuruz
savunmaya (!) ama derinlerde bir yerlerde onaylamadığımız şeyleri de açık yüreklilikle
söylemekten kaçarız. Memlekettir çünkü konu; insanlarımdır, toprağımdır, geçmişim
ve geleceğimdir. Bahsi açılınca yüksek perdeden memleket naraları atar,
savunmada ve sevmede ölçü tanımayız. Bazen ise tam tersi… Kızınca tüm gemileri
yakar, yerden yere vurmaktan çekinmez, yaşadığımız diyarların gelişmiş düzenlerinden
dem vuran uzun uzun cümleler kurarız.
***
Aynı
ülkede yaşadığımız bunca insan ile en temel konulardan başlamak üzere tatil
gibi son derece detay ve neredeyse keyfî bir meselede bile büyük anlam farklılıklarımız
mevcut. Yıllar geçtikçe mevcut sorun katmanlarının arasına yenileri usulca inşa
ediliyor. Anlam dünyalarımız ve yaşadığımız tüm farklılıklar, her an kendini
bir başka konunun izdüşümü olarak önümüze getirmekte. Zaman toplumları öğüttüğü,
değiştirdiği ve de dönüştürdüğü ölçüde, bu ve benzeri meseleler de sonraki
nesillere farklı biçimlerde miras kalacak zannediyorum.
Son
yirmi senesine şahit olduğum bu değişimin, memleketim insanları ve tüm Müslümanlar
için hayra doğru evrilmesini diliyor, gözlemliyor, konuşuyor, yazıyor, umut
ediyorum.
***
Tüm
bu ve benzeri kuşatılmış meseleler yüzünden, her izin zamanı puslu ve yağmurlu
bir orman havası gibi bir his kuşatır herkesi. Tatil zamanı gelmiş ve artık
neredeyse konuşulacak konu kalmamıştır. Özlem son safhasındadır. Geçen sene
neler yaşanmış, nerelere gidilmiş, sıklıkla konuşulmaya başlanır. Fotoğraflar
daha bir el altında bulunur. Haftalar bırakılır, artık günler sayılır olur. Çocuklar
her zamanki masumiyetleriyle coşkuludurlar. Anne ve babanın arasında geçen birçok
konuyu esasen anlarlar, ama anlamlandıramazlar. (...) Bunun için büyümeleri
gerekmektedir.
Yeni
jenerasyon Türkler de (Hollandalılar gibi) uçak biletleri veya gidecekleri
tatil beldelerinin konaklama rezervasyonlarını uzun zaman önceden ayarlar. Bu, yaşadığımız
ülkenin genel geçer en mühim kurallarından biridir. Senenin başında çalıştığınız
yere bir izin plânı vermeniz gerekir. İster yaz tatili olsun, ister diğer günler,
bir izin takvimi belirlenip işleme konulması şarttır. Bunu Hollandalılar büyük
bir coşku ile yaparlar. Denizaşırı, pahalı, lüks bir tatil değil bahsettiğim.
Hollanda içinde de gezilecek türden kamp, deniz, eğlence merkezleri gibi birbirinden
cazip seçenekler bulunmaktadır.
Zannedildiğinin
aksine, her bütçeye ve farklı talebe hitap eden bir pazardır bu. Genel olarak
dinî günlerde (!) veya anneler günü, babalar günü gibi belirlenmiş zamanlarda
aile ziyaretleri yaptıkları için Avrupalılar tatili gerçekten tatil gibi değerlendirme
konusunda son derece başarılıdırlar. Bu zaman dilimi önce kendileri için, sonra
aileleri için yerine getirilmesi gereken bir kuraldır âdeta. Uzun muhabbetlerin
genel omurgasını hava durumu ve en yakın tarihte ne yapılacağı plânları
belirler. Yalnız bunu bir övünme yahut böbürlenme olarak değil, kültürel ve sosyal
bir öğreti, şartlanılmış bir vazife olarak yerine getirirler.
***
Oysa
bizler memlekete, ana/baba ocağına gidebilmenin düşlerini kurarız. Tatil, izin,
dinlenmek, gezmek hepsi aynı kelime olur.Özlediğimiz insandır, bazen bir
balkon. Hayâl edilen izin, genel olarak anlaşılanın dışında bir anlam ifade
eder. Akrabaları ziyaret etmenin, senelerdir göremediğin tanıdıklara rast
gelmenin, çocukluğunda gezindiğin yerlerde oturabilmenin adıdır izin. Mezar
ziyaretleri insanın ayağını yere bastırır, tüm sene ruhumuzda biriken pas arınır,
katılaşan duygular yumuşar, buğulanır. Günler plânlanmaz çoğu zaman, hayat gibi
her şey kendi akışına bırakılır. Tüm kaygılar biter, normalde istemediğin işler
birden daha sevimli görünür, hiç olmaz bir yerde veya konuda saatler geçer.
Dert anlatılır, haklı olma ihtimâlinin yüzde yüz olduğu mevzular bitmez,
dinleyenin çoğunu anlamadığı mevzuatlara girilir(!).
Çoğu
zaman ise dert dinlenir. Belli bir yaşın üzerinde bulunan aile büyüklerinin konuları
bitmez. “Biter” dersin ama bitmez. Çözülecek ne çok konu ve dert yığını vardır.
Karşındaki konuşurken konuşan da sen olursun, dinleyen de. Senin ağzından çıkmasa
da birçok söz sana aittir esasen. Konuşulur, daha bir yüksek sesle gülünür, utanılır,
ağlanır, hiç olmadığı kadar derin uyunur. (...)
Uçak
ile gitmeyi tercih edenler valizlerini olabildiğince büyük alırlar. Memleket
bereketlerinden getirmektir niyetleri. Burada olmadığı için, bulunmadığı için değil;
annenin eli değdiği, köyünün toprağında yetiştiği için. “Memleketten”
diyebilmek için…
Bir
de araba ile yola çıkacak olanlar var. Üzerinde düşündüğüm bir konudur; bundan
otuz kırk sene önce burada yaşayanlar, uçak seferlerinin azlığından, olanın da çok
pahalı olduğundan bahsederler. Bir çeşit zorunluluk olarak buralara gelen ilk kuşağın
mecburiyeti olmuş. Malûm, çocuk sayısı da oldukça fazla. Dolayısıyla insanlar bütçelerine
göre buldukları bir arabaya balık istifi dolup bu zorlu ve en az iki gün süren yolculuğa
katlanarak sınırdan girdiklerinde buldukları ilk çorbacıda kutlamışlar. Ancak günümüzde
de insanlar hâlâ araba ile gitmeyi son derece cazip bulmaktalar. Artık uçak
seferlerinin azlığı değil mesele!
Günlük
hayatın eksiklerinden, olmayanlarından, azlarından kurtularak, gerekirse kredi
ile büyük bir araba almak, markalı gözlüğü takip yollara düşmek, bir çeşit başkaldırı
sayılmakta. Yetişkin erkeklerin ergen hâlleri… Avrupa’nın aşağı yukarı bütün ülkelerinden
Türkiye’ye araba yolculuğu yapılmakta…
Gezerek,
istediğin yerde durup dinlenerek, gerekirse kareli örtüleri serip piknikler
yaparak yolculuk etmek, bizim kültürel kodlarımızda var olan bir gerçek. Türk
sinema tarihi, beğensek de, beğenmesek de bunun düzinelerce örneğiyle dolu. Olduğundan
farklı (havalı) görünmek değil mesele. Mesele, gerçeklik ile hayâller arasında
olmak hâli. Kendi memleketimiz bile olsa ulaşımın gözümüzde büyüyor oluşu.
Toplu taşıma araçlarını kullanacak sabrımızın olmayışı(!)… Birçok konuda
acemiliğimizin ortaya çıkmasını gizleyebilmek için korunaklı ve kapısı olan bir
kaçış sekli…
Velhasıl,
sevdiklerinle sevdiğine kavuşmak… Havadan ya da değil, yaz mevsiminde yahut kışın
karda… Her hâline hayran olduğumuz, bulduğumuz ilk fırsatta sevdiklerimize kaçtığımız,
rüyalarımızda çocukluğumuzda dolaştığımız yerlerde bulunduğumuz, burnumuzun direği
sızladığında “Şimdi orada olmak vardı!” diyebildiğimiz vatanım, memleketim,
devletim, milletim, geçmişim, geleceğim, kıymetlim…
Hollanda
da yaşayıp aynı kelimeyi kullanarak, aslında farklı şeyler anladığımız
konulardan yalnızca biri “tatil”. Her sene komşum izne giderken yanına aldığı birkaç
parça eşya, omzuna astığı sırt çantası... Birbirimize iyi tatiller diler, gülüşürüz.
Onlar tatili seçer, bizlerse memleketi!