“TAŞLARIN yerinden oynaması”
demek, zeminin kaygan olması demektir. Zemin kaygan olmasa taşlar neden
yerinden oynasın ki?
Düşünün;
taşların yerine kocaman kocaman kayalar olsaydı ve bu kayalar da yarlarda, dağ
yamaçlarında olsaydı ve yine zemin de kaygan olsaydı, o zaman ne olurdu? Tabiî
ki erozyon olur ve erozyonun da yeni zemini nasıl şekillendireceği belli
olmazdı.
Ama
şurası kesin ki, bu durumda yeni bir zemin oluşur ve oluşan bu yeni zeminin de
hayra mı, şerre mi delâlet edeceğini zaman gösterirdi.
Türkiye’nin
konumu
Türkiye,
jeopolitik ve jeostratejik açıdan kaygan bir zeminde yer almaktadır. Orta Doğu
coğrafyası, Avrasya gerçeği, târihî İpek Yolu, enerji havzası, kadîm
medeniyetlerin membaı, kadîm dinlerin beşiği, mezheplerin çeşitliliği, etnik
yapıların farklılığı bu kaygan zeminde her zaman her şeyin olabileceğini ve
kimi zaman da olan her şeyin radikal değişiklerle sonuçlanabileceğini ortaya
koymaktadır ve tarih de zâten bunun şahididir.
Türkiye’nin
durumu ve iki lider
Cumhuriyet
tarihinde taşların yerinden oynatılmasıyla çok değişiklikler olsa da, radikal
mânâda iki kez taşlar yerinden oynatılmış ve bunun sonucunda da ülkenin yapısı
siyâseten, ictimâî ve müessesevî olarak ve daha birçok açıdan önemli
değişikliklere uğramıştır.
Radikal
değişikliklere, ictimâî ve müessesevî transformasyonlara (dönüşümlere) yol
açacak olan taşların yerinden oynatılması hâli, Cumhuriyet tarihinde ilk olarak
Mustafa Kemal Atatürk döneminde ve onun eliyle olmuş, ikincisi de Adâlet ve
Kalkınma Partisi döneminde ve Recep Tayyip Erdoğan eliyle olmuştur.
Elbette
ki bu dönüşümlerin temelinde ve yapısında şartların gereği olarak amaç,
felsefe, siyâset, mahiyet ve niyet olarak çok büyük farklılıklar vardır ama
fâillerin eylemsel olarak müşterek yönleri, taşların yerinden oynatılması bakımından
ortak bir paydada buluşmalarıdır.
Yine
şartların gereği olarak meşruiyyetin kaynağı farklı olsa da, otoriter yönetim,
karizmatik liderlik ve “tek adamlılık (olabildiğince tüm yetkilerin tek elde
toplanması)” özellikleri bakımından fâiller birbirlerine çok benzemektedirler.
Ama
bütün bunlar yapılırken (taşların yerinden oynatılması suretiyle ortaya çıkan
değişiklikler) aralarındaki temel fark, birisinin bunu metazori ile radikal
biçimde yapması, diğerinin ise olabildiğince demokratik usûllere uygun bir
şekilde seçimle iş başına gelerek ve yine radikal bir şekilde ama bu kez işi
kılıfına uydurarak (Anayasa ve milletvekilleri çoğunluğuna dayalı bir şekilde Meclis’ten
çıkarılan yasalara uygun olarak) yapmasıdır.
Bu
mukayese üzerine birilerinin duygusal ve ideolojik olarak “Mustafa Kemal
Atatürk ile Recep Tayyip Erdoğan hiç mukayese edilebilir mi?” dediklerini duyar
gibiyim. Siz şimdi bu ideolojik ve duygusal yaklaşımları bir tarafa bırakınız
da, olanları olgular ve olaylar üzerinden olmuşların sonuçlarına bakarak bir
değerlendirme yapınız lütfen!
Elbette
ki, yetişme ve yetiştirilme tarzları, bulundukları ortam ve yaşadıkları sosyal
çevre, zamanın şartları, yaptıkları-ettikleri, amaçları-niyetleri çok farklı
olsa da, her ikisi de taşları yerinden oynatma bakımından sahip oldukları
otoriter ve karizmatik liderlik özelliklerini devreye sokmuşlardır.
İşte
Türkiye’nin yaklaşık olarak son yirmi yılına damgasını vuran Recep Tayyip
Erdoğan eliyle taşlar yerinden oynamış ya da oynatılmıştır. Bu bir realitedir.
Devletin
yapısında, sivil ve askerî kurumlarda, bürokraside, mevzuatta, eğitimde,
sağlıkta, yönetim tarzında, ekonomi, siyâset ve sosyal hayatta, cemaat ve
tarikat ilişkilerinde, hizmet sektöründe, millî savunmada, uluslararası
ilişkilerde, dış politikada ve daha birçok alanda dikkat çekici ve önemli değişim
ve dönüşümler gerçekleştirilmiştir.
Bütün
bu değişim ve dönüşümlerin sonuçları hayırla mı sonuçlanacak, şerle mi sonuçlanacak,
elbette bunu zaman gösterecektir ve tarih de bir gün apaçık yazacaktır.
Cumhurbaşkanlığı
Hükûmet Sistemi’nin oynattığı taşlar ve gerçek yüzler
Cumhurbaşkanlığı
Hükûmet Sistemi’ne geçildikten sonra, özellikle son yıllarda siyâsette taşlar
öyle yerinden oynadı ya da oynatıldı ki herkes ve bütün siyâsî partiler politik
fırtınaların etkisiyle olmadık ve umulmadık yerlere savruldular.
Siz,
30-40-50 yıl önce durduğunuz yerin ideolojik ve politik saplantıları ve
argümanlarıyla bugünkü durduğunuz yerin durumunu nasıl izah edeceksiniz? O
zamanlar sağda solda vuruşanlar, söyleyin bakalım, ne için vuruşmuştunuz? Hangi
değerler uğruna birbirinizi yemiştiniz? Şimdi ise kimlerin yanında duruyor ve
kimlerin safında bulunuyorsunuz? Hele bir kendinizi sorgulayın bakalım!
O
zamanlar, uğruna mücâdele ettiğiniz değerlere ya tam olarak inanmıyordunuz ya
da şimdilerde sizlerde birtakım ilkesizlik problemleri zuhur etmiştir. Yoksa
eskiden de mi böyleydiniz de biz mi fark edememiştik?
Eskiden
“Vatan millet Sakarya”, “Din iman” diyen ve bunları kimseye bırakmayarak
tekeline alan bazı oluşum, kurum ve grupların son yıllarda doğrudan veya
dolaylı olarak vatan, millet, din ve iman düşmanlarına bilerek ya da bilmeyerek,
isteyerek ya da istemeyerek siyâseten destek vermelerini, onların ekmeklerine
yağ sürmelerini, onlara destek olmalarını nasıl izah edeceğiz?
İzah
edilecek mâzeretler bulunur elbet, fakat dilin kemiği mi vardır? Ama bu
mazeretler ne olursa olsun, gerçekte bunun izahı yoktur.
Mevki,
mâkâm ve koltuk hırsıyla, dünyevîleşme tutkusuyla, güç devşirme düşüncesiyle,
pireye kızıp yorganı yakma duygusuyla, bu ülkenin hayrına fikir ve düşünce üretmeyenlere,
dış güçlerden yardım ve mandacılık isteyenlere direkt veya dolaylı yoldan
destek verilmesi, hiçbir şekilde izah ve tevil edilemez! Ve dahi bu tür yaklaşımların
mâzur görülecek hiçbir tarafları da yoktur.
Oynatılan
taşların sonuçları ve kalite kontrolü
Taşların
yerinden oynamasıyla herkesin foyası, boyası, gerçek yüzü ve kişilik
özellikleri apaçık ortaya çıkmış, bu toplum fertlerinin sağcısıyla solcusuyla,
milliyetçisiyle İslâmcısıyla, liberaliyle demokratıyla, ulusalcısıyla Kemalistiyle,
sosyal demokratıyla sosyalistiyle, cemaatçisiyle tarikatçısıyla ne kadar
tutarlı, ilkeli ve kaliteli olduğu bir kez daha anlaşılmıştır.
İşte
taşların yerinden oynatılmasının en azından bu faydası olmuştur ve netice
itibariyle kendi insanımızı tanıma noktasında böylesi bir iş görmüştür.
Bu az bir şey midir?!