Taş kırıldı, tunç eridi

Kemalist geçmişi sahiplenme, o geçmişin mağdurları olanlara haksızlıktır. Milliyetçi Türkçü çevreler bu çelişki ile ancak Kemalist kapana yakalanmış oldular. Altı oktan birisinin milliyetçilik olması bu gerçeği değiştirmez.

MİLLİYETÇİ çevreler her 3 Mayıs’ı “Türkçülük Bayramı” ya da “Türkçülük Günü” olarak kutlarlar. Bu günün ortaya çıkışının ilginç bir öyküsü vardır.

Türkçüler kendi görüşlerini anlatmak için “milliyetçi” kavramını tercih etmiştirler. Yusuf Akçura 1904’de yazdığı Üç Tarz-ı Siyaset’te, bazı sakıncalarının yanında İslâmcılık ve Osmanlıcılık görüşüne karşılık Türkçülüğün daha gerçekçi bir yol olduğunu savunmuştu.

Belki bu görüşün bir sonucu olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin de iktidarda olmasının verdiği ilham ile 1912’de Türk Ocağı kurulmuştu. Kurucular arasında Yusuf Akçura da vardı. Ocak Türklerin tarihini, edebiyatını, kültürünü araştırmayı, Türkler arasında ortak bir görüş geliştirmeyi kendisi için görev bilmişti.

Tek parti iktidarı ile birlikte bütün kurumlar resen içerik değişimine uğradı. Türklüğün tanımı da değişmiştir. Türk Ocağı Tüzüğü’nün ikinci maddesi 1927’de değiştirilip ocağın faaliyet alanı Türkiye Cumhuriyeti ile sınırlandırılmıştır. Türkiye sınırları dışında kalan Türklerle ilgili bilimsel bir araştırma yapıp yayınlamak dahi, SSCB Ankara elçisinin uyarısından dolayı ocağın faaliyetleri arasından çıkarılmıştır. Böylece Kemal Paşa’nın tam bağımsızlık siyâsetinden Türk Ocağı bile nasibini almıştır.

1931’de Kemal Paşa bir adım daha atarak Türk Ocağı’nı kapattırdı. Ocak varlığını Halk Evleri’ne armağan ettiğinden, onun yerine Halk Evleri kurulmuş oldu. Halk Evleri’nin kurucuları arasında da Yusuf Akçura vardı. Halk Evleri’nin varlık nedeni ise elbette Türklerin tarihi, edebiyatı ve kültürünü araştırmak gibi dönemin şartlarında bazen önemsiz, bazen gereksiz görülen konularla meşgul olmak yerine, Kemal Paşa’yı Türk halkına tanıtmak, tek parti yönetiminin Türk halkı için taşıdığı mânâ ve önemi kavratmak gibi çok daha önemli bir görevdi. Ocak ise, 1944’te ikinci defa kurulmasına İnönü izin verdiği hâlde, Kemal Paşa’ya olan plâtonik bağlılığını sürdürdü. Kendini kapatan bir yöneticiye bağlılığın bir örneğini vermesinden dolayı Türk Ocağı, kendi alanında dünyada fedakârlığın tarifsiz örneğini vermiştir.

1925’ten itibaren Kemal Paşa’nın Ankara’daki çok özel misafiri, Eugene Pittard olmuştu. Fransız asıllı ama İsviçreliydi. Türklerin “mavi gözlü, sarı saçlı, brekisefal kafa yapısından ve en önemlisi de beyaz ırktan olduklarına” Kemal Paşa’yı ikna etmişti.

Pittard’ın sahibi olduğu bu tezin önemli sorunu ise “Türklerin Asyalı olması ve Anadolu’ya sonradan gelmiş” olmalarıydı. Tarih döneminde adları duyulan Firig, Hitit, İon, Lidya, Sümer ve Urartu gibi topluluklar, Türk tanımının neresinde olacaklardı? Pittard buna da çözüm bulmuştu. Aslında Türklerin anayurdu Anadolu’ydu, adı geçen topluluklar da Türk’tü. Türkler Anadolu’dan Orta Asya’ya göç etmişlerdi. Pittard’ın tarih görüşü, Kemal Paşa’nın fikirleri olarak Afet İnan tarafından Temmuz 1932’de Birinci Türk Tarih Kongresi’nde okunmuştu. Fuat Köprülü itiraz eder gibi olup sıkıyı görünce itirazını geri almıştı. Zeki Velidi Togan ise sonuna kadar itiraz etti. Ağır hakaretlere uğradı. Türkiye’yi terk edip Viyana’ya gitmek zorunda kaldı. Kendini ancak Viyana’da savunabildi. Togan kongreyi bilimsel bir zemin olarak düşünmüş, kendi görüşlerini de özgürce savunmaya çalışmıştı. Bunun ağır bedeli olacağını ya hesap edememiş ya da göze almıştı.

Böylece Tarih Kongresi’nde Kemal Paşa’nın tarih görüşleri “Türk Tarih Tezi” veya “Kemalist Tarih Tezi” (TTK/KTT) olarak kayıtlara geçmişti. Kemal Paşa, Harp Okulu’nun piyade bölümünden mezun olmuştu. Tarih dersi de okumuştu. Ancak yine de tarih tezi geliştirecek bir donanıma sahip değildi. Bu teze göre Firig, Hitit, İon, Lidya, Sümer ve Urartu gibi topluluklar Türk olmuştu. Türklerin İslâmiyet sonrası dönemlerinde ortaya çıkan Karahanlı, Gazneli Selçuklu ve Osmanlılar ise “Türkleri geri bırakan, Arap kültürünü benimseten karanlık devirler” olmuştu. Özetle KTT’de Selçuklu’nun, Osmanlı’nın yeri yoktu ama Firig, Hitit, İon ve Urartuların müstesna yerleri vardı.

Kemal Paşa, Türk halkı için büyük değişiklikler yapmıştı. Türkleri beyaz ırka katarak son iyiliğini yapmak istemişti. Bunun için kendisine teorik malzemeyi Pittard sunmuştu. Yaptıkları ve görüşleri tartışılamaz, sorgulanamaz sayılan Kemal Paşa’nın kararı ile Türk Tarih Kongresi’nde Türklerin beyaz ırktan oldukları ilân edilmişti.

Kongrede Reşit Galip, gönlünce Togan’a hakaretler yağdırmışken, dinleyici olarak bulunan Hüseyin Nihal (Atsız), Reşit Galip’e itiraz etmiş, Togan’ın talebesi olmaktan iftihar ettiğini söylemişti. Elbette Kemal Paşa’nın sağlığında KTT bir daha müzakere edilemedi.

Ölümünden sonra ise İkinci Dünya savaşı başladı. Şef İnönü, savaşın başında Almanya’ya/Hitler’e yakın durdu. Milliyetçi görüşleri savunan eserlere, çalışmalara izin verdi. Ancak 1943’te Almanya’nın yenilgisi başlayınca, Şef İnönü de taraf değiştirdi, SSCB’ye yakın bir yerde durdu.

Milliyetçi faaliyetler, eskiden beri SSCB’nin itirazları ile karşılaşmıştı. Bu yüzden Kemal Paşa, önce Türk Ocağı’nın tüzüğünü değiştirmiş, sonra kendisini kapatmıştı. Türkiye’nin dışında Türklerin varlığının hatırlanması Kemalizm’e, onun “Yurtta ve dünyada barış” politikasına uygun değildi. Türkistan ve Kafkasya SSCB işgalindeydi. “Oralarda Türk var” gibi sözler SSCB ile dostluk ve barış politikasına zarar veriyordu. Şef İnönü de Kemalizm’in bu tam bağımsızlık siyâsetine sadık kalmıştı. İzin verir gibi olduğu milliyetçi faaliyetlerin üzerine 3 Mayıs 1944’te hışımla yürümüş, aralarında Togan, Atsız, Türkeş gibi isimlerin olduğu grubu “Turancı olmakla” suçlayıp ağır işkencelerden geçirmişti.

Mustafa Müftüoğlu, İnönü’nün SSCB’ye ayarlı bu tutumunu “Çankaya’da Kâbus” adlı kitabında hikâye etmişti. Aslında Şef İnönü için kâbus, Hitler’in yayılması ile başlamıştı. Hitler Türkiye’ye saldırmış olsaydı, İnönü’nün şefliği biterdi. Bunun için solculuk aleyhtarı bir siyâseti öne çıkardı. Zaten Türkiye’nin sosyal yapısı da bu işe uygundu. Ancak Almanya’nın yenilmeye başlaması ile birlikte Şef İnönü kurnazlığını göstermiş, bu sefer solculuğu kayırır gibi olmuş, Alman yayılmacılığını yerden yere vurmuştu. Yerli yersiz, Türkistan, Kafkasya, Kırım adlarını ağızlarından düşürmeyenlere bir ders vererek, SSCB’ye “Yurtta ve dünyada sulh” politikasına ne kadar bağlı olduğunu göstermişti.

Bu olaylar daha sonra kurulacak olan CKMP’nin ve MHP’nin de siyâsî geçmişi oldu.

Şimdi “3 Mayıs Türkçülük Günü” diyenlerin yazılarında, mesajlarında ise Kemal Paşa ilk sırayı almaktadır. Türkçüler, Türklerin tarihinin bir bütün olarak ele alınmasını savunurlar. Türklerin İslâmiyet’i kabul etmelerinden sonraki bin yılı “gerileme ve Araplaşma devri sayıp mahkûm eden” Kemalizm’i sahiplenerek benzeri zor bulunacak bir çelişkiye sürüklenirler. Atsız’ı, Türkeş’i işkencelerden geçirip yargılayan tek parti dönemi ve Kemalizm’in altı oku (Atatürk ilkeleri) ile barışıp uzlaşarak o günleri yâd etmeye çalışıyorlar.

20’nci yüzyılın başında boşta gezer bir İsviçrelinin icat ettiği, “Türkleri beyaz ırktan ve brekisefal kafa yapısından ibaret görüp Hitit-Sümer-Urartu gibi milletleri Türk bilen ama Osmanlı’yı, Selçuklu’yu yok sayan” Kemalizm’e “Hayır!” diyemeyen bir Türkçülük, nasıl bir şeydir? Bu Türkçülerin içinde kaç tanesi kendisini Urartu, Hitit, İon ve benzeri topluluktan saymaktadır? Urartu-Hitit penceresinden Türklük nasıl bir şey olarak görünmektedir?

Türkçülerin bu tutumu her şeyden önce kendilerini inkârdır. Türklük adına bütün söylediklerini yok saymaktır. Türk tarihini sıfırlamadır. Pittard’ın arkasında saf tutmaktır. 3 Mayıs 1944 benzeri olaylardan yalnızca Şef İnönü’yü sorumlu tutmak, ama Türk tanımı ve tarih tezi ile Türklerin geçmişini aslında 1919’dan başlatan Kemalizm’e sığınıp onu ibra etmek gibidir. Şef İnönü devri, Kemalizm’in ikinci kısmıdır. Birinci kısmına, Kemal Paşa dönemine itiraz edemeyenler, o döneme bağlananlar, İnönü dönemine muhalefet ediyorlar.

İddialarının aksine Cumhuriyet’le birlikte Ziya Gökalp’in Türklük tanımı da benimsenmiş değildir. Zaten Gökalp, Malta’dan dönüşünde Ankara’da barınamamış, Diyarbakır’a gitmek zorunda kalmıştı. Ölümüne yol açan hastalığından sonra ancak arkadaşlarının yardımı ile İstanbul’a tedavi için gelmiş ve orada, 1924’te vefat etmiştir. Gökalp 1926’ya kadar yaşamış olsaydı muhtemelen İzmir Suikastı bahanesiyle yargılanıp önemli bir ceza alırdı.

Türkçülük günü için Ziya Gökalp’ ve Nihal Atsız’ın adını Kemal Paşa ile birlikte anmak, bu tarihî çelişkiyi büyütmektedir. Taşları kıran, tunçları eriten bir çelişkidir. Kemal Paşa, ömrünün hiçbir döneminde Türkçü olduğunu söylemiş değildir.

Türkçüler her nedense Pittard’ın tezlerini içselleştiren Kemalizm’i sahiplenerek, kendilerini Gökalp’in görüşlerini kabul etmiş saymaktadırlar. Gökalp’in “Türkleşmek-İslâmlaşmak-muasırlaşmak” görüşleri ile Kemalizm’in yapıp ettikleri birbirinden farklı, mahiyetleri itibarı ile de apayrı şeylerdir. Gökalp’in Türklük görüşünde beyaz ırk veya Anadolu’dan Orta Asya’ya göç etmiş olmak gibi akıl/mantık temelinden uzak iddialar yoktur.

Kemalist geçmişi sahiplenme, o geçmişin mağdurları olanlara haksızlıktır. Milliyetçi Türkçü çevreler bu çelişki ile ancak Kemalist kapana yakalanmış oldular. Altı oktan birisinin milliyetçilik olması bu gerçeği değiştirmez. CHP’nin başlangıcında yer alan dokuz umdede (dokuz ilke) İslâm’a, Halife’ye bağlılık da vardı, oysa Kemalist jargonda İslâm irticadır, Halife ise en önemli iç düşmandır. Altı oktaki milliyetçilik dönemseldir ve o milletin tanımı ise KTT ile yapılmıştır. Türklük için ümmet anlayışını zararlı görenlerin Urartu, Hitit, İon ve Firigleri ata saymaları ve içlerine sindirmeleri, akıl yolundan temelli ve bir daha geri dönülemez şekilde ayrılmaktır.

 

Kaynakça

Zeki Velidi Togan, Tarihte Usul, İstanbul 1985.

Füsun Üstel, İmparatorluktan Ulus Devlete Türk Milliyetçiliği: Türk Ocakları (1912-1931), İstanbul 19997.

Hans Lukas Kieser, Türklüğe İhtida 1870-1939 İsviçre’sinde Yeni Türkiye’nin Öncüleri, Çeviren: A. Dirim, İstanbul 2008.

Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce. Milliyetçilik, Kolektif, İstanbul 2020.

Mustafa Müftüoğlu, Çankaya’da Kâbus (1944 Turancılık Davası), İstanbul 2005.

Nazan Maksutyan, Türklüğü Ölçmek, İstanbul 2007.

Uriel Heyd, Türk Ulusçuluğunun Temelleri, Çeviren: Kadir Günay, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1979.