Taş kimde ise baş onun elinde

İlginçtir, eskiler yenilerden, yeniler ise eskilerden şikâyetçi... Peki, ne oldu bize? Dün yaptıklarımızı, bugün neden yapamıyoruz? Bizi aslımızdan uzaklaştıran nedir?

ÇALIŞMA masam pencere kenarında; gözüm pencereye, daha doğrusu eşiğe, lapa lapa yağan kara ilişiyor. Gökyüzü beyaz, yer beyaz… Kirlenen dünyaya inat, dünyalıya beyazı sunuyor düzenin yegâne Sahibi...

Yağan kar, ihtimâl, iki yılı aşkın süredir bizi inleten salgının belini kıracak; senelerdir göllerin, barajların ve yeraltı kaynaklarının su seviyesini yükseltecek, ovalara, tarlalara, bağlara, bahçelere, hatta bozkırlara bereket getirecek. Yanan ormanlara yeniden ruh üfleyecek ve yeşile boyayacak. Yuvası bozulan kuşlara, karıncalara, yaban keçilerine, tavşanlara, kaplumbağalara yuva sunacak. İçeri tıkılan, karla, kartopuyla, kardan adamla, kızakla, henüz düşüp kalkmayla buluşmayan çocukları neşeye, sokakları ise cıvıltıya boğacak…

Eskileri de eskiye ama eskimeyen kışlara götürecek…

Bu gözle bakanlar, mevsimin nimetlerini şükürle karşılayacak ve Rablerine duâ ile ilticada bulunacaklar. Bakamayanlar yahut bakmak istemeyenler ise -ki çoğunluktalar- karın yere düşmesini, yolların kapanmasını, yolda kalanların çoğalmasını, hayatın sekteye uğramasını, kazaların yaşanmasını, belki de hastalananların çoğalmasını isteyecekler…

Gözlerim sağdan sola, sesin geldiği yöne çevriliyor. Hatta gözlerimden evvel kulaklarım “İstanbul’da oteller kar yağışını fırsata çevirdi!” anonsunu duyarken, ekranda beliren “Gecelik fiyatlar ‘Bu kadar da olmaz’ dedirtti!” yazısı şok ediyor…

Geçen haftanın en çok konuşulan konusuydu; meteorolojiden yapılan uyarılara rağmen, önlemlerin alınmadığı İstanbul’da etkili olan yoğun kar yağışı, kentin birçok noktasında hayatı durma noktasına getirmişti. Müdahalede yetersiz kalan ekipler, binlerce vatandaşın yollardaki araçlarda mahsur kalmasına neden olmuştu. Saatlerce kurtarılmayı bekleyenler ısınmak için araçlarını çalıştırmak zorunda kalmış, yakıtları bitince de çareyi çevredeki AVM’lere, camilere, okullara, polis karakollarına, hastanelere, lokantalara ve otellere sığınmakta bulmuşlardı. Ancak bu kez de yer bulamamışlardı, misafirperverlik de…

Haber ajanslarındaki muhbir meslektaşlarımız, İstanbul’da karın en fazla etkilediği ilçenin Arnavutköy olduğunu, çok sayıda aracın caddelerde mahsur kaldığını ve araçlarını terk edip otel aramaya başladıkları bilgisini geçmişti.

Buraya kadar her şey normaldi; anormal olan ise, otel sahiplerinin kar yağışını fırsata çevirdiğine dair şikâyetlerdi. Bazı otel sahiplerinin geceliği 300 lira ile 500 lira arası olan odalar için bin liradan 100 avroya kadar fiyat istediklerine dairdi haberler.

Gördüğümüz de, duyduğumuz da ne inancımız, ne de gelenek ve göreneklerimizle uyuşan cinstendi. Yolda kalarak mağduriyet yaşayanlara kapılarını ardına kadar açması gereken esnafın bunu fırsata çevirmesi çok acı bir durumdu.

Oysa başka bir yerde bambaşka bir hikâye yazılıyordu. Israel Album isimli bir Yahudî haham, ziyaret için geldiği İstanbul’da kar çilesinde mahsur kalanlardan biriydi. Yoğun kar yağışı nedeniyle trafikte zor anlar yaşayan haham ile birlikte orada bulunan yaklaşık 200 kişinin imdadına Türk polisi yetişmiş, önce polis merkezine, ardından da bir camiye götürülmüşlerdi.

Gerisini 61 yaşındaki hahamın ağzından dinleyelim: “Camide namaz kılan cemaat beni büyük bir sıcaklıkla karşıladı. Camide ısındıktan sonra rahatça uyuyabildim. Misafirperverlikleri ve bana yaklaşımları harikaydı…”

Ne oldu bize?

Nefsimizi okşayan şeyler de, şeytanın isimleri de çoğaldı. Markalar birer put hâline geldi. Zengin ile fakir, Müslüman ile gayrimüslim aynı yaşamı talep etmeye başladı. Din, objelerden sıyrılamadı ve hodbin bir hayat talep edilmeye başlandı.

İbadetlerimiz de, duâlarımız da eskisi gibi tam değil artık. Hayır hasenat hem azaldı, hem de deşifre edildi. Sadaka taşları birer birer kırıldı, kanaat unutuldu, şekva ise çoğaldı.

İsraf arttı, kıtlık çoğaldıkça çoğaldı…

Helâl kazanç kavramı unutuldu, fahiş fiyat, faiz ve kredi gibi normalleşti.

İlginçtir, eskiler yenilerden, yeniler ise eskilerden şikâyetçi... Peki, ne oldu bize? Dün yaptıklarımızı, bugün neden yapamıyoruz? Bizi aslımızdan uzaklaştıran nedir?


Sorular çok, biliyorum, ama cevap da tek. Ancak kimse dillendirmek istemiyor! Daha doğrusu, duymak istemiyor. Çünkü kimsenin işine gelmiyor!

Dışarıda kar yağmaya devam ediyor, kulağımı haberlerden ıraklaştırıp Âşık Veysel Şatıroğlu’na veriyorum: Beyhude dolandım, boşa yoruldum/ Benim sadık yârim kara topraktır…”