Tartıya çıkmaya hazır mısınız?

Sırtında gömleği terlemeyenler ile gömleğinin teri hiç kurumayanlar aynı kefeye konulmuşlarsa, olay bitmiştir. Artık adalet terazisi hakkı tartmamaya başlamıştır.

BİRKAÇ aydır iş nedeniyle yoğun seyahatler yapmak zorunda kaldım. 3-5 ülke, 5-10 şehir gezdim. Sonuç şu: Müslümana bu dünyada her yer zindan. Koca şehirler, binalar insanın üstüne üstüne geliyor, her taraf haram kokuyor. İnsanlık henüz icat olmamış oralarda…

Nefes alırken zorlanıyorsun. Şöyle içine çekesin gelmiyor hayatı. Her nefeste yok oluyorsun “Ne zaman gelecek son?” diye. Hayıflanıyorsun. “Duaların, ibadetlerin ve sevdiklerin olmasa ne için yaşarsın bu dünyada?” diye sorguluyorsun.

İnsan sebep arıyor yaşamak için. Mücadele için bir çığlık duyuyorsun. Bugün Filistin, peki yarın neresi?

Sonra çıkıyor, “Ah işte, sebeb-i hayatım inandıklarım ve ahiretim için yaşamak gerek” diyorsun.

Sevgili dostlar, Peygamberimiz (sav) işe yaramayacak öğüdü vermez. O, “Elinizle düzeltemiyorsanız dilinizle düzeltin” demişse hak yolunda yapmaya mecburuz. O yolda değilsen, o zaman başka! Kimi zaman bu sözler komutanın dilinde askere motivasyon, kimi zaman bir annenin dudağında evlâda öğüt.

Bugünlerde Filistin’de umut. O nedenle hem burada, hem de bulunduğumuz bütün platformlarda haksızlıkları konuşmayı bırakmamalıyız. Sakın “Bir sözden ne olur?” diyerek susmayalım. Dilsiz şeytan olmamalıyız. Yanağımızın altında kaldırım taşı değil, beyaz bir yastıkla, ellerimiz sevdiklerimizin elleri arasında olsun istiyorsak, susmadan haykırmaya devam edecek ve hak için, insanlık için, mazlumlar için, ümmet için haykırmayı kendimize görev sayacağız.

Müslüman, din kardeşini düşmana teslim etmez, onu terk etmez, tehlikeye atmaz. İbni Battal, mazluma yardım etmenin her Müslümanın üzerine farz-ı kifaye olduğunu, devlet başkanına ise bunun farz-ı ayn olduğunu söyler.

***

Peygamberimizin (sav), “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır” hadisini asla unutmayalım. Bakara Sûresi 193’üncü ayette buyuruluyor ki, “Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Fakat vazgeçerlerse, artık zalimlerden başkasına saldırmak yoktur”. Bu ayet ile emrolunan hedefe gayret gerekmez mi?

Bugün mücadelen kelimelerle, yarın kaderinde ne varsa onunla. Kader gayrete âşık. Dilde dua, kalpte imanla mücadeleye devam inşallah.

Evet, Kudüs edebiyata çoktan doydu. Bir Salahaddin, bir Abdülhamid duruşu bekliyor artık. Bugün gücümüz yettiği kadar sorumluyuz olanlardan; o yüzden kendin düşün yapabileceklerini, mahşerde sorulacak hesaba cevabın hazır olsun.

Peki, ne zaman düzelir bu olanlar? Cevabı şurada: Sabah namazında camide yer bulamadığımız zaman dünyaya hâkim oluruz. Zira her yeni günün ilk ibadeti, sabah namazı. Ve sabah namazı, beş vakit namazın en mühimi. Hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “Her kim sabah namazını kılarsa, o kimse Allah’ın koruması altındadır.”

Allah-u Teâlâ, namaz kılan Müslümanları dünyada da, ahirette de yalnız bırakmayacaktır. Ve Vahiyle sabittir ki, sabah namazı şahitlidir.

***

“Bunca kötülük neden insanlığın başına geliyor?” diye kahrederken, gördüğüm bir paylaşımla şimşekler çaktı beynimin her kıvrımında…

Zina bir toplum içinde yayılırsa, halk, daha önce görülmemiş bulaşıcı hastalıklara maruz kalırmış. Alışverişte hile yapılırsa geçim darlığı başlarmış. Zekât verilmezse yağmur yağmazmış. Dine olan bağlılık zayıflayınca düşmanların saldırısına maruz kalınırmış. Dine uymayan idareciler zuhur edince anarşi çıkar, millet birbiriyle boğuşurmuş. Ne dersiniz, bugün toplum olarak içine düştüğümüz çarpık düzende, millî-manevî değerlerimize resmen tecavüz ettiğimiz bu süreçte yaşadıklarımız nedendir? Bu kadar huzursuzluğun sebebi yaptıklarımızda Allah’ın rızasını düşünmeyişimiz mi?

Sırtında gömleği terlemeyenler ile gömleğinin teri hiç kurumayanlar aynı kefeye konulmuşlarsa, olay bitmiştir. Artık adalet terazisi hakkı tartmamaya başlamıştır. Allah rızası unutulmuş, Kur’ân lafta kalmış, Sünnet sadece şeklî plânda işler olmuştur. Ve tehlikeli serüven böylece başlamış demektir.

Ancak aklı başında bir insan için asıl tehlike “Seni yok ederiz” diyen düşmanın varlığı değil, “Seni kılıçlarımızla düzeltiriz” diyen dostların yokluğudur. Siz, siz olun, “Dostum” dediklerinizi Allah yolunda Allah için uyarmaktan vazgeçmeyin!

***

Sevgili dostlar, “Başarılı olmak nedir?” diye sorulunca hep bir ağızdan aynı cümleler kuruluyor; “eğitimli, zengin, makam mevki sahibi olmak”, başarı diye pazarlanıyor. Sağınıza solunuza, arkanıza ve önünüze bakının, gerçek başarıdan bahseden ve onu arayan yok korkarım.

“Hedefe ulaşmak için her yol mubahtır” anlayışına şahit oluyoruz.

Peki, Peygamberimiz (sav) ne buyurmuştu? “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.” (Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 38, 60;Tirmizî, Hudûd 3, Birr 19; İbni Mâce, Mukaddime 17)

Bu hadisi bir değil, yüz kez okuyalım. Bu sözün neresindeyiz, sorgulayalım. Zira gerçek başarı, yaptığınız her eylemde Allah’ın rızasını aramak. Bunu anladığımızda arzu ettiğimiz her nesneye kavuşacağımızı göreceğiz.

İnsan, bilgiyi paylaşmadıkça eğitimin, kazancını Allah yolunda infak etmedikçe zenginliğin, hakka ve hukuka riayet etmedikçe makamın hayrını göremez. Allah cümlemize, rızası istikametinde niyet kuran, niyetini yaşamaya gayret eden ve yaşayabilen kullarından olabilmeyi nasip etsin! (Âmin.)

***


 

Bugün memleketimizin ne kadar sıkıntılı bir yolda olduğunu göremeyen var mı? Küreselciler, tek gayeleri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı devirmeye odaklanmış şekilde ekonomi üzerinden  Devlet üzerine bastırdıkça bastırıyor. Farklı renklerdeki paralı sivil toplum örgütleri, küreselcilere bizzat gönüllü olarak hizmet ediyorlar. “Toplumsal cinsiyet” mevzuu da bu başlıklardan. “Nereye gidiyoruz?” diyenlerin sayısı artsa da kitleler etkisiz eleman pozisyonunda dururken bu sapkın akımlar hiç olmadıkları kadar güçlenmiş vaziyetteler. Gençlik evlilikten uzak duruyor, boşanmalar hızla artıyor, toplum hızla yaşlanıyor. “Süresiz nafaka” meselesi bile defalarca söz verildiği hâlde çözülmüyor. Kokuşan bir toplum düzeni ile “Bindik bir alâmete, gidiyoruz kıyamete” misâliyle baş başayız. Acı ama gerçek!

Diğer tarafta ise başıboş köpekler meselesinin bile çözülememesi moralleri iyice bozuyor. Emeklilerimiz haklı olarak geçim sıkıntısı içinde ve küsmeye devam ediyor. Para sıkılaştırma politikasını desteklemek için tasarruf çağrıları yapılıyor ama “israf” bütün hızıyla devam ediyor; konserler bile gırla. Kimse müdahale etmiyor.

Piyasada bir yandan işsizlik, diğer yandan da iş yapacak eleman bulamama sıkıntısı var. Ara eleman sorunu büyüyor. Dost ikazlarında bulunanlar, “Bırakın bu işleri!” denilerek psikolojik baskı altında tutuluyorlar. Darbelere, muhtıralara direnen insanlarımız, sağlı sollu linç operasyonlarına maruz kalıyorlar. Kur’ân ve Sünneti hatırlatanlar dâhilî ve haricî saldırılarla uğraşıyorlar. İlâhiyat fakültelerinde sahi Ehl-i Sünnet karşıtlarının ağırlığı gittikçe artıyor.

Küçük ve orta çapta esnaf, dükkânını ayakta tutabilme mücadelesi veriyor. Devlet kapısına yığılmalar artıyor ve gençler kurtuluşu Devlet’e kapak atmakta görüyor. Aslında tüm bu sorunların sebeplerini, konuştuğunuz herkes ekonomik değerlerle açıklıyor. Muhalefet seçim kazanmak için bağırıyor ancak kendi belediyelerinde zam vermeye gelince sessiz kalıyor. Vaatlerini seçim sonrasında hatırlattığımızda, “O zaman ilgi çekmek için söylemiştim” diyerek hiç utanıp sıkılmadan milleti güya aptal yerine koyuyor.

***

Sorunların kaynağını doğru tespit edemediğimiz sürece yalancı çözümlerle vakit kaybeder, birbirimizi kırarız. Sorunun kaynağını hatırlatalım bu yüzden: İnsan bilgiyi paylaşmadıkça eğitimin, kazancını Allah yolunda infak etmedikçe zenginliğin, hak ve hukuka riayet etmedikçe makamın hayrını göremez. Geçmişimizi, inandıklarımızı, kimliğimizi yani kendimizi unuttuğumuz gibi geçmişimize ihanet etmeye başladık ve böylece ne idik, ne olduk!

Nereden geldik, nereye gidiyoruz? Bu millet kendini millet yapan millî-manevî değerlerle nasıl bir büyük tarih yazmışsa, aslına rücû ederek tarih yazmaya devam edecektir. Bu sorulara cevap bulmak isteyenlerle bu yollar aşılır.

Gelin, önce bizi biz yapan değerlerle kendimizi tartalım, sonrası kolay!

Allah’ım, başımıza daha büyük musibetler gelmeden geçmişimizi ve unuttuklarımızı hatırlamayı ve herkese anlatmayı bizlere nasip et! (Âmin.)