Tarım stratejik bir sektördür, ihmâle gelmez!

Aile çiftçiliğinin olmadığı yerde devreye büyük holdingler girer ve tarımsal üretimde tekelleşme yaşanır. Bu da kriz anlarında gıdaya erişimde kaosların yaşanmasına sebep olur. Bu yönüyle de aile çiftçiliği, küresel gıda güvenliğiyle ayrılmaz şekilde bağlantılıdır.

GIDA üretimi her ülke için en elzem konulardan biri. Ülkemiz, birçok tarımsal ürünün yetiştirilebildiği bir ülke. Hattâ bazı ürünlerde, dünyada önemli üreticilerden biri. Ancak tarım politikalarının yanlışlığı, çiftçilerin bilgi ve teknolojik eksikliği, küresel krizler, iklim değişiklikleri gibi bir sürü sorun tarım sektörünü olumsuz etkilemekte ve gelir seviyesi düşen birçok çiftçi bu mesleği ve hattâ bulunduğu alanı terk etmektedir.

Köyden şehre doğru akan göç dalgasına rağmen hâlihazırda çok büyük bir sıkıntı yok gibi ama bu, olmayacağı anlamına gelmiyor. Gerekli önlemler alınmazsa tarımın geleceği pek de iyi görünmüyor. Ama şurası da bir gerçek: Tarım ülkemizde de, dünyada da hiçbir zaman önemini kaybetmeyecektir. Zira ülkeler, kendi nüfuslarını beslemek zorundadırlar. Bunun için de gıda üretimi şarttır. Coğrafî konumu gereği yeterli bir tarımsal üretim yapamayan ülkeler, tarımsal üretim fazlası olan ülkelerin açık pazarı olurlar. Ancak bu pazarlara girmek için kaliteli, izlenebilir ve güvenilir gıda üretimi şarttır.

Üretim ama nasıl?

“Üretim” dedik de, bu üretim nasıl olacak? Üretim sürdürülebilir ve kaliteli olacak. Ayrıca üretilen gıda da güvenli ve izlenebilir olacak. İşte bu yüzden Tarım Bakanlığı, misyonunu, “ülkemizdeki ekolojik kaynakların kalkınma modeli perspektifiyle etkin, verimli ve sürdürülebilir bir şekilde harekete geçirilip ekolojik, bitkisel ve hayvansal katma değer vasıtasıyla ekonomik güvenliği, gıda arz güvenliğini ve insan sağlığını güvence altına almak” olarak belirlemiştir. Yine “küresel ölçekte model bir ekolojik kaynak yönetimi” de Tarım Bakanlığı’nın vizyonudur.

Sürdürülebilirlik nedir?

Sürdürülebilir tarım, tarımsal üretimin doğayla uyumlu ve doğal kaynaklar yok edilmeden, uygun mâliyetlerde ve verimli bir şekilde yapılması demektir. Zira hiçbir doğal kaynak sonsuz ve tükenmez olarak değerlendirilemez. Özellikle doğaya karşı duyarsız yürütülen üretim faaliyetleri, küresel iklim değişikliğinin en önemli etkenleri arasında yer almaktadır. Bu da mevsim ortalamalarının üzerinde aşırı sıcakları, soğukları ve yağış rejimindeki aşırı dalgalanmaları beraberinde getirmektedir. Bu iklim değişikliği ise tarımsal faaliyetleri direkt olarak etkilemektedir.

Sürdürülebilir tarım uygulamaları ile en başta toprak ve su kaynaklarının korunması hedeflenir. Bunun için de aşırı sulama, gübreleme ve ilâç kullanımından kaçınılır. Su kaynaklarınınsa kimyasal ve evsel atıklardan korunması, işin bir başka ayağıdır. Toprak verimliliğini arttırmak ve bunu sürekli kılmak için hasat edilen ürünler tarafından kaldırılan, yıkanma veya buharlaşma yoluyla kaybolan besin maddeleri mutlaka tekrar toprağa geri verilerek doğal dengenin korunması sağlanır. Bunlar sağlandığında çiftçi korunmuş olacaktır.

Gıda güvenliği

Sürdürülebilirlik meselesini kısaca izah ettikten sonra gelelim gıda güvenirliği meselesine…

Gıda güvenliği; üretimden tüketicinin sofrasına ulaşana dek gıdalardaki olası fiziksel, kimyasal, biyolojik, mikrobiyolojik ve her türlü zararın öngörülmesini ve uzaklaştırılmasını temel alan tedbirlerin tamamını ifade eden kısa bir tanımdır.

Güvenli/güvenilir gıda, her türlü bozulma ve bulaşmaya yol açan etkenden arındırılarak tüketime uygun hâle getirilmiş, sağlık açısından bir sakınca oluşturmayan ve besin değerini kaybetmemiş gıdadır. 

İzlenebilirlik ise, üretimin her aşamasının kayıt altına alınmasıdır. Artık dünya pazarında kimliksiz hiçbir ürün dolaşamıyor. Her ürünün bir kimliği var. Bu kimlikte o ürünün nerede, kim tarafından, hangi şartlarda üretildiğine dair bilgiler mevcut. Artık gelişigüzel üretim yapan tarım devri bitmiş, yerine izlenebilir tarım üretimi geçmiştir. Bizim de bu seviyede üretim yapmamız şarttır.


Tarımın üretici ayağı: Çiftçi

Sadece üretim ile sorunlar hâllolacak mı? Elbette hayır! Üretici de tüm bu saydığımız hususları yerine getirebilmek için yeterli bilgi, teknoloji, imkân ve alana sahip olacak. Bunun yanında, ürettiği ürünün hasadından depolanmasına ve pazarlamasına kadar geçen süreçte hem bilgili, hem donanımlı olacak. Yani piyasayı, neyi ne zaman satacağını bilecek. Hattâ neyi ne kadar üreteceğini de…

Üretici, işin finans kaynağından kredisine, kredinin faizinden ödemesine kadar tüm hesabı kitabı da yapacak. Kısaca sahada ziraat mühendisi, meteoroloji uzmanı ve veteriner hekim, evinde işletmeci, pazarda pazarlamacı, bankada finans uzmanı, ekonomist ve aklımıza gelmeyen diğer yan branşlarda bilgi sahibi olacak. Hattâ kendi haklarını aramada ve savunmada iyi bir örgütçü, lobici ve siyâsetçi de olacak.

Nereden baksanız, bir kişinin bunları gerçekleştirmesi için on branşta eğitim alması lâzım. On kadar diploma sahibi olmalı. Oysa çiftçilerin çoğu ilkokul, çok azı lise ve numûne derecesinde üniversite mezunu. Hülâsa, çiftçilik zor iş!

“Peki, resmî anlamda çiftçi ne demek? Çiftçiliğin tanımı nedir?” diye merak edenlere hemen cevap verelim: 18.04.2006 tarih ve 5488 sayılı Tarım Kanunu’nda çiftçinin tanımı, “Mal sahibi, kiracı, yarıcı veya ortakçı olarak devamlı veya en az bir üretim dönemi veya yetiştirme devresi tarımsal üretim yapan gerçek ve tüzel kişiler” şeklinde yapılmış.

15.05.1957 tarih ve 6964 sayılı Ziraat Odaları ve Ziraat Odaları Birliği Kanunu’na göre çiftçilik, “bu kanunun uygulanması bakımından ekim, dikim, bakım, üretme, yetiştirme ve ıslah yoluyla yahut doğrudan doğruya tabiattan istifâde etmek sûretiyle bitki, orman, hayvan ve su ürünleri elde edilmesini, bu ürünlerin yetiştiricileri tarafından işlenip değerlendirilmesini, muhafaza ve pazarlanmasını” ifâde etmektedir. Ancak halkımız arasında genel kanı olarak çiftçi “köyde yaşayan kişi”, çiftçilik de “köyde yaşayanların yaptığı gündelik iş ve uğraşların tamamı”dır. Maalesef bu yanlış kanı, sadece halk arasında değil, bazı kamu kuruluşlarında da yaygın bir görüş olarak kabul edilmiştir.

İşin aslı bakımından çiftçi, tarımsal faaliyet yaparak geçimini sağlayan gerçek ve tüzel kişidir. Çiftçilikse, yapmış olduğu tarımsal faaliyetlerin tamamına birden verilen bir meslek adıdır. On Birinci Kalkınma Plânı Kırsal Kalkınma Özel İhtisas Komisyonu Raporu’nda kullanılan şu ifadeler bu tezimizi destekliyor: “Çiftçilik hem bir yaşam biçimi, hem de bir meslektir. Dünyada hâlen milyarlarca insan çiftçilikle ve tarımla hayatını kazanmaktadır. Gelecek yüzyıllara, toprağına sahip çıkan, koruyan ülkeler daha güvenli bir ortamda geçeceklerdir. İşte bunun için çiftçiliğe, çiftçilik mesleğine önem veren ülkeler, bunu yaşatan ülkeler gıda güvencesi, toprak ve su kaynaklarının, biyolojik çeşitliliğin korunması açısından geleceğe daha güven içinde bakmaktadır. Burada ana aktör olarak çiftçiyi görmektedirler.”

Yine söz konusu raporda bir yanlışa da parmak basılmış: Ülkemizdeki en önemli sorunlardan biri olarak çiftçiliğin tam olarak bir meslek kolu olarak görülmemesi, giriş engeli bulunmayan ve herkesin yapabileceği bir iş kolu olduğunun düşünüldüğü gerçeği… Tam da burada Prof. Dr. Orhan Özçatalbaş’ın “Tarım ciddî iştir, romantizmi kaldırmaz!” sözü aklıma geldi.


Tarım ve kırsal kalkınma

Çiftçilik genel olarak şehirlerin dışındaki kırsal alanda yapılan bir uğraşıdır. Yine söz konusu rapora atıfta bulunursak, kırsal alan, hâkim iktisadî faaliyetin tarım olduğu, seyrek nüfuslu ve geniş doğal çevreye sahip yerdir. Tabiî TÜİK’e göre işin bir de matematiği var. TÜİK’e göre nüfusu 20 bin 1 ve üzeri olan yerleşim yerleri “kent”, 20 bin ve daha düşük nüfusa sahip olanlar ise “kır” olarak tanımlanmış. Peki, köy, kasaba ve şehir nasıl belirlenmiş? Bu husus da 18.03.1924 tarihli ve 442 sayılı Köy Kanunu ile nüfus büyüklüğü ölçütü kullanılarak, 2 binden az yerleşmeler “köy”, 2 bin ilâ 20 bin arasında olanlar “kasaba” ve 20 binden fazla olan yerleşmeler ise “şehir” olarak tanımlanmış. Bu kanun ile TÜİK mukayese edildiğinde, köy ve kasabalar “kırsal” olarak belirlenmiş oluyor.

Söz konusu raporda da belirtildiği gibi, kır hayatının temelini ve kırsal ekonominin omurgasını, toprağa bağlılık, diğer bir ifadeyle tarımsal faaliyetler oluşturmakta. Dolayısıyla kırsal toplumun aynı zamanda bir tarım toplumu olduğunu söylemek mümkündür.

Kırsal alan meselesine girmemizin de bir gayesi var; zira “tarım, çiftçi” kelimeleri yan yana gelince, “kırsal kalkınma” tâbiri de peşinden gelir. İnsanların kırsaldan şehirlere göç ettiği, tarımsal faaliyetlerin bir meslek olarak görülmediği bir dönemde “kırsal kalkınma” tâbiri, devleti idâre edenler tarafından çok önemsenen bir kavramdır.

Aile çiftçiliği

Yukarıdaki tanımlardan ve yorumlardan yola çıkarak, ülkemizde kırsal kesimdeki yerleşimlerin odağını köylerin, kırsalda yaşayan toplumun çekirdeğini de köylülerimizin oluşturduğunu, onların da büyük ölçüde geçimlerini tarımsal faaliyetlerden sağladığını görüyoruz. Köyde yaşayan ve tarımsal faaliyetler yapan her aile, bir aile işletmesidir aynı zamanda. İşte burada yeni bir kavram çıkıyor karşımıza: “Aile çiftçiliği”…

Adından da anlaşılacağı gibi aile çiftçiliği, kadın, erkek ve yerine göre çocukların da dâhil olduğu, diğer bir ifadeyle tüm aile fertleri tarafından ailesel işgücüne dayalı olarak tarımsal faaliyetlerin yürütülmesidir. Aile çiftçiliği, bizim ülkemizde olduğu gibi hem gelişen, hem de gelişmekte olan ülkelerde gıda üretimi sektöründe tarımın en etkin birimlerinden biridir. Bu yönüyle de aile çiftçiliği, sosyo-ekonomik, çevresel ve kültürel bakımdan ülkeler açısından stratejik öneme sahiptir. Bu önem de temelde aile çiftçiliğinin geleneksel gıda ürünlerinin, tarımsal biyo-çeşitliliğin korunmasına ve kaynakların sürdürülebilir şekilde kullanılmasına olan katkısından kaynaklanmaktadır. Bu nedenlerden dolayı aile çiftçiliği, sosyal politikalarla desteklendiği durumda yerel ekonomilerin canlanması için de bir fırsat olarak ortaya çıkmaktadır.

Aile çiftçiliğinin olmadığı yerde devreye büyük holdingler girer ve tarımsal üretimde tekelleşme yaşanır. Bu da kriz anlarında gıdaya erişimde kaosların yaşanmasına sebep olur. Bu yönüyle de aile çiftçiliği, küresel gıda güvenliğiyle ayrılmaz şekilde bağlantılıdır.

Özellikle aile çiftçiliğinin yoğun olduğu ülkelerde tarım politikalarının hedef kitlesi sadece aile işletmeleri olabilmektedir. FAO’nun bildirdiğine göre dünyada aile çiftçiliği, Asya’da yüzde 85, Afrika’da yüzde 62, Kuzey ve Orta Amerika’da yüzde 83, Avrupa’da yüzde 68 ve Güney Amerika’da yüzde 18’lik bir orana sahiptir. Bunların yanı sıra dünyada 500 milyonun üzerinde aile çiftliği vardır ve bu rakam tarımsal işletmelerin yüzde 98’den fazlasına tekabül eder. Bu yönüyle de dünya genelinde tarımsal arazinin yüzde 56’sında en az yüzde 56 oranında tarımsal üretim yaparlar. Bu üretim netîcesinde dünyadaki gıda üretiminin yüzde 80’i aile çiftçileri tarafından gerçekleştirilir.

Bu kadar stratejik öneme sahip aile çiftçiliği müessesinin günümüz şartlarında bir işletme olarak görülebilmesi için bunun asgarî ve azamî sınırlarının belirlenmesi de gerekir. Her şeyden önce unutulmamalıdır ki, aile çiftçiliği bir hobi değildir. Ne toprak dileyenin üzerinde istediğini yapmasına amadedir, ne de tarımsal üretim keyfe göre yürütülecek bir uğraştır.

Tüm sorunların yanında ve hepsinin toplamı olarak belki de en önemli sorun, reel bir mâliyet analizi yapılmadan ürün alım fiyatının belirlenmesi ve fiyat belirlemede çiftçinin söz sahibi olamamasıdır. Bunun yanında, aracıların ve tedarikçilerin çokluğu da başka bir sorun. 

Ülke tarımının sorunları

Bugün gelinen noktada kırsal kesim kan kaybetmektedir. Kırsalda yaşayan genç nüfus, artık şehirlere kaçmaktadır. Taşımalı eğitimin başını çektiği yeni moda ile tarım da taşımalı sistemle yapılmaktadır. Birçok çiftçi ekim, gübreleme, ilâçlama, sulama ve hasattan oluşan birkaç günlük periyotlarda arazisinin başına geliyor, bunun dışında ne köyünde duruyor, ne de alternatif bir üretim arayışına giriyor. Ancak tarımsal faaliyetleri az çok babadan, dededen öğrenen bu jenerasyon, bilgi, beceri ve tecrübelerini kendi çocuklarına aktaramıyor, hattâ birçok genç, köyünün ve tarlasının yolunu dahi bilmiyor.

On Birinci Kalkınma Plânı Raporu’nda da belirtildiği gibi, ülkemizde kırdan kente göçlerin en olumsuz sonucu, tarımsal faaliyetlerin sürdürülmesini sağlayan çiftçiliğin terk edilmiş olmasıdır. Bu durum, başta tarımsal ekonominin geleceğini tehlikeye atarken, diğer taraftan okulda öğrenilmesi mümkün olmayan ve binlerce yıldan beri kuşaktan kuşağa damıtılarak süzülüp gelen geleneksel bilginin gelecek kuşaklara aktarım mekanizmasının da kaybolmasına sebep olmaktadır.

Göçün en büyük sebebi, tarımın bir sektör olarak yaşadığı ekonomik ve sosyolojik sorunlardır. Tam da burada, tarımın yaşadığı sorunlardan bahsetmek faydalı olacaktır.

Tarımsal faaliyetler kendi içinde bitkisel ve hayvansal üretim olarak ikiye ayrılıyor. Her iki üretim dalı da kendi içinde kollara ayrılmakta. Bitkisel üretim açısından olaya bakalım:

1. En başta tarımsal sulama sonunun hâlledilememesini görüyoruz. Tarımda su, çok önemli! Çeşitlilikten verime kadar birçok şeyi etkiliyor.

2. İkinci önemli sorun, üretimde etkili bir plânlama olmadığı için üretim fazlalığı yaşandığı yıllarda ürün para etmiyor ve maalesef çürüyüp gidiyor.

3. Piyasanın, daha doğrusu tarıma dayalı sanayinin istediği evsafta ve kalitede ürün üretilememesi de çiftçiye pazarda sorun yaşatıyor.

4. Alet, ekipman, mazot, gübre, ilâç, tohum gibi temel girdilerin yüksek olması da bitkisel üretimin belini büken bir diğer sorun olarak karşımıza çıkıyor.

5. Tarımsal destekler yetersiz.

6. Tarım arazilerinin parçalı durumu ve sürekli gündemde olmasına rağmen yapılaşmaya müsaade edilmesi de bir diğer sorun.

7. Tüm sorunların yanında ve hepsinin toplamı olarak belki de en önemli sorun, reel bir mâliyet analizi yapılmadan ürün alım fiyatının belirlenmesi ve fiyat belirlemede çiftçinin söz sahibi olamamasıdır. Bunun yanında, aracıların ve tedarikçilerin çokluğu da başka bir sorun. Sonuçta kazanamayan çiftçi, artık üretmek de istemiyor!

Gelelim hayvancılık sektörüne… Hayvancılık, dengeli ve yeterli beslenme açısından artan nüfusun hayvansal protein ihtiyacının karşılanması yönüyle önemli bir sektördür. Hem bitkisel üretim, hem de tarıma dayalı sanayi ile iç içedir. Ancak hayvancılık sektörü de başlı başına bir sorun yumağı… Hayvancılık sektöründe kanatlı sektörü profesyonelleştiği için bir şekilde kendi yağıyla kavruluyor. Ama özellikle et ve süt üretimine dayalı hayvancılığın durumu içler acısı. Bu sektörde de yaşanan sorunları sıralayalım:

1. Yem, ilâç, damızlık gibi girdiler çok yüksek.

2. Meralar yetersiz olduğu gibi kaba yem üretimi de yetersiz.

3. Buzağı ölümleri dünya ortalamasının çok çok üzerinde!

4. Üreticiler bilgi ve teknoloji kullanımı açısından yetersizler.

5. Üreticiler, et ve süt fiyatlarının belirlenmesinde söz sahibi değiller. Fiyat belirlemede maalesef ciddî bir mâliyet analizi yapılmıyor.

6. Plânsız ithalatlar üreticiyi âdeta cezalandırır şekilde yapılıyor.

7. Hangi bölgede hangi tür hayvancılığın yapılacağı hususunda bir plânlama yok. Zayıf meralarda küçükbaş hayvancılık yapılarak en azından et ihtiyacının karşılanmasında büyük mesafeler alınabilir.

8. Büyükbaş üretiminde hangi bölgede etçi, sütçü ve kombina ırkların yetiştirilmesi hususunda da bir plânlama yok.

9. Hayvan hastalıkları ile mücadele yetersiz. Bu konuda üretici de bilinçsiz ve duyarsız. Tam anlamıyla kontrol altına alınamayan hayvan hareketleri bu sorunu büyütüyor.

10. Kredi faizlerinin yüksek olması bir diğer sorun.

11. Et ve süt piyasası istikrarsız!


Bazı çözüm önerileri

Peşinen belirtmek gerekir ki, sorunlar da, çözümler de ülke tarımını yönetenlerce bilinmektedir. Hattâ bu konuda ciddî çalışmalar yapılmakta, raporlar hazırlanmaktadır. Ancak tarımda yaşanan sorunlar bugün ortaya çıkmış değildir. Yılların birikmiş sorunlarıdır ve çözümü çok da kolay olmadığı gibi gelecekte de bu ve bunların doğuracağı daha farklı sorunlarla uğraşılacaktır.

İlk yapılacak iş ise, popülizmi ve günü kurtarmayı bırakarak ciddî ve yapısal adımlar atmaktır. Ülke olarak teknolojik gelişmelere ayak uyduramamış olmamız ve sanayi devriminde Batı ile aramızın açılması, tarım sektöründe de yaşanmıştır. Bilgi ve teknolojiye sırt dönerek, geleneksel yöntemlerle üretim yaparak dünya ölçeğinde var olmamız mümkün değildir. Tarımda bir zihniyet devrimi şarttır. Öncelikle tarımı, çiftçiyi, üreticiyi ve üretimi ciddîye almamız gerekmektedir. Suçu birilerine atmak, siyâset yapmak en kolayıdır. Örneğin tarımda ilk suçlu olarak mühendis ve veterinerleri göstermek, meseleye şaşı bakmaktan başka bir şey değildir. Sanki bu meslek mensupları gidip çiftçinin tarlasında, ahırında, ağılında, serasında ırgat gibi çalışacakmış gibi bir beklenti var. Siz hangi inşaat mühendisini müteahhidin inşaatında duvar örerken, demir bağlarken gördünüz? Ya da insanlar hastalanıyor diye hastanedeki hekimleri suçluyor musunuz? Ya da vergi kaçakçılığı, kaçak elektrik kullanımı gibi durumlarda ilgili kurum çalışanlarını suçlayan var mı? Trafik kazâlarından hırsızlık, kapkaç, adam öldürme gibi asayiş olaylarına kadar olumsuzluklar polis ve jandarmanın suçu mu?

Elbette sektördeki tüm paydaşların sorumluluğu vardır. Ama suçu bu kadar kolaycılıkla başkalarına atmak doğru değildir. Bu durum, elleri cebinde yangına bakıp birbirini suçlayan ama yangına müdahale etmeyen mahalle sakinlerinin durumuna benziyor. Zira şu an komşunun evi yanıyorsa, az sonra senin evin de yanacaktır!

Ülke tarımı hepimizindir. Onun batması demek, muhalefeti ve iktidarı, üreticisi ve tüketicisi, mühendisi ve veteriner hekimi ile hepimizin büyük bedel ödemesi demektir.

Alternatif tavsiyeler

1. Köyden şehre akan göçü makul seviyelerde tutmak için ilk önce kırsal kalkınma stratejileri gözden geçirilmeli, atılacak her adım projelendirilip hayata geçirilmelidir. Yazımızın başında bahsettiğimiz raporda da belirtildiği gibi, “kırsal alanlar tüm dünyada kalkınma politikaları bakımından en kırılgan alanlar ya da kesimler arasında görülmektedir”. “Millî kültürlerin, toplumsal geleneklerin, örf ve âdetlerin muhafazasında, geleceğin gelenekler ile bağlantısında ve dolayısıyla toplumun sürdürülebilirliğinin sağlanmasında kırsal alanlar içerdiği çeşitlilikle sigorta işlevi görmektedir. Artık sadece yukarıdan aşağıya kalkınma yaklaşımlarına dayanan stratejiler yerine, yerelin kendi beklenti ve ihtiyaçlarını ortaya koyan, programlama ve uygulama aşamasında ise paydaşlar arasında işbirliği ve ortaklıkları hâkim kılan sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı esas alınmaktadır.”

2. Üretim mâliyetlerini düşürecek tedbirler alınmalıdır. Özellikle dışa bağlı olduğumuz gübre, akaryakıt, ilâç, tohum ve damızlık temini konularında ciddî adımlar atılmalı ve bu prangadan kurtulmalıyız.

3. Tarımsal eğitime önem vermeliyiz. Bu eğitimde çiftçilere mevcut yenilikleri, teknolojileri ve pazarlama stratejilerini uygulamalı bir şekilde öğretebileceğimiz imkânlar sunulmalıdır. Bunun yanında ziraî eğitim de masaya yatırılmalı ve uygulama alanları ve imkânları olmayan yerlerde ziraî eğitim verilmemelidir. Ziraî eğitimde ikinci öğretim uygulamasından vazgeçilmelidir. Bu okulların gerekirse süresi bir yıl daha uzatılmalıdır. Ayrıca ziraat mühendisliğine eşit ağırlık puanı baz alınarak öğrenci alınmalıdır. Veteriner hekimlik eğitiminde de uygulama esas alınmalıdır. Burada da en azından kanatlı, büyükbaş-küçükbaş, pet hayvanları, farmakoloji gibi temel birkaç alanda tıp eğitimine benzer bir ihtisaslaşmaya gidilmelidir.

4. Tarım Bakanlığı ile Orman Bakanlığı birbirinden ayrılmalıdır. Tarım Bakanlığı, daha aktif olacağı bir formatta yeniden yapılandırılmalıdır.

5. Çiftçi örgütleri de yeniden yapılandırılmalıdır. Yetki kargaşası ortadan kaldırılmalıdır. Aynı tarım kolunda farklı isimlerde bir yığın birlik açmaktansa birleştirici olmak esas alınmalıdır. Buralarda yönetim yapısı da değişmelidir. Veteriner hekim ve ziraat mühendisi gibi teknik elemanların da söz sahibi olduğu bir yönetim anlayışı getirilmelidir. Bir ilde faaliyet gösteren tarımsal kooperatifler bağlı bulundukları birliklerin yönetimini, birlikler de kendi aralarından Ziraat Odası Başkanı ve yönetimini seçmelidir. Böylece üretici, kooperatif ve birlikler arasında bir koordinasyon sağlanmış olur.

6. Gerek bitkisel üretim, gerekse hayvancılıkta işletmelerin çok küçük olması ekonomik bir üretimin önündeki engellerden birisidir. Bitkisel üretimde arazi toplulaştırma çalışmaları hızlanmalı ve bu çalışmaları aksatan nedenler belirlenerek farklı bir formatta bu iş bir an önce tamamlanmalıdır. Hayvancılık alanında faaliyet gösteren aile işletmeleri belirli bir ekonomik büyüklüğe kavuşturulacak şekilde desteklenmelidir. Aile çiftçiliği baz alınarak tarımsal faaliyet gösteren her hâne bir işletme sayılmalı ve hâne içinde yaşayan fertler için ayrı ayrı işletme numarası verilmemelidir.

7. Hayvancılıkta barınak modernizasyonu çok önemlidir. Hayvan barınakları hem sağlık açısından, hem de kullanılacak mekanizasyon imkânlarınca yeterli olmalıdır. Bu hususta kredi destekleri arttırılmalıdır.

8. Hayvan hastalıkları ve buzağı ölümleri ile daha etkin bir mücadele yapılmalıdır. Koruyucu hekimliğe gereken önem verilmelidir.

9. Hayvan ıslahı ve suni tohumlama konularında bakanlıkta etkin karar verecek kurullar oluşmalıdır. Embriyo transferi gibi tekniklerin kullanımı yaygınlaştırılmalıdır. Hayvansal desteklerde suni tohumlama şartı geri getirilmeli veya suni tohumlamayı özendirici destekler verilmelidir. Nüfusun yoğun olduğu, pazara yakın bölgelerde sütçü ırklar öne çıkmalıdır. Nüfus yoğunluğunun kısmen orta düzeyde olduğu bölgelerde kombine ırklar, nüfus yoğunluğunun en az olduğu bölgelerde de etçi ırklar ön plâna çıkarılmalıdır.

10. Sütte fiyat belirlemede daha reel bir yöntem ve uygulamaya gidilmelidir. Süt sorununun et sorunu da olduğu unutulmamalıdır.

11. Et açığını kapatmak için sütçü işletmelerde damızlık değeri düşük olan sütçü düve ve ineklere kullanma melezlemesi denilen bir yöntemle suni tohumlama yöntemi ile etçi ırk boğa sperması verilmelidir. Böylece elde edilecek döllerde oluşacak melez azmanlığından yararlanıp elde edilecek buzağıların tamamı besiye alınmalıdır. Böylece hem üretilen et miktarı, hem de elde edilen etin kalitesi arttırılmalıdır.

12. Kaba yem açığını kapatacak adımlar atılmalı, kaba yem üretimi daha cazip bir şekilde teşvik edilmelidir.

13. Mera ıslah çalışmalarına hız verilmelidir.

14. Küçükbaş hayvancılık teşvik edilmelidir.

15. Sulanabilir tarım alanları su ile buluşturulmalı ve tarımsal sulamada modern sulama teknikleri kullanılmalıdır.

16. Tarımda ülkesel politikalar belirlenirken bölgesel farklılıklar göz önünde tutulmalıdır. Bu ülke yedi coğrafî bölgeye bölündüyse bu keyfî bir işlem değildir. Ülkenin Karadeniz’i güneyine benzemez, ortası doğusuna benzemez. Her bölgeye uygun politikalar üretilmelidir.

17. Tarımda eğitim ve danışmanlık hizmetleri de hafife alınmamalıdır. Mutlaka Tarım Bakanlığı bünyesindeki Eğitim Yayım İşleri, bir genel müdürlük seviyesinde yönetilmelidir. Üniversiteler ile Araştırma Enstitüleri arasında mutlaka koordinasyon sağlanmalıdır. Ülke ihtiyaçlarına göre araştırmalar yapılmalı ve bunların sonuçları çiftçiye ânında ulaştırılmalıdır. Tarımsal danışmanlık sistemi de revize edilerek daha aktif bir hâle getirilmelidir. Burada model olarak aile hekimliği sistemi değil, mâlî müşavirlik sistemi örnek alınmalıdır. Danışmanlık firmaları bünyesinde veteriner hekimden birkaç farklı bölüm mezunu mühendislerine, teknisyen ve teknikerlerine kadar güçlü ve donanımlı bir yapıya dönüşmeli, bu firmalarla sözleşme imzalayan çiftçiler artık tarım bürokrasisi ile uğraşmadan üretimini plânlamalı ve kârlı bir üretime geçmek için çaba sarf etmelidir.

Sonuç

Tarım sektörü, ihmâle gelmeyecek bir sektördür. Bu sektör dışa bağımlı olamaz. Bu sektör dışarıdan müdahaleleri kaldıramaz. Bu sektör yerinde sayamaz. Dünya ölçeğinde tarımda gelişmiş ülkelerde yaşanan bilgi, tecrübe ve teknolojileri ânında transfer ederek kendimize adapte etmek zorundayız. Tarımı gelişmiş ülkelerde dahi tarım sektörü dış rekabete karşı desteklenmiş, hattâ sübvanse edilmiştir.

Hükûmetler piyasaya ucuz ve güvenilir gıda sürmek isterler. Ancak tarımın da bir hesabı kitabı vardır. Tarımsal girdilerin yüksek oluşu mâliyetleri yükseltiyorsa, bunun suçlusu üretici değildir. Marketlerde satın aldığınız bir ürünün fiyatının 5 ilâ 10’da 1’i ancak çiftçinin cebine girmektedir. Yani sizin manavda 3 TL’ye aldığınız patatesi çiftçi tarlasında 50 kuruşa zor satmaktadır. Kazananlar aracılardır, çiftçiler değil! Meselâ kilosunu 5 TL’ye aldığınız bir fasulyeyi, biberi veya domatesi tarla şartlarında birçok kimse 5 TL’den toplamak bile istemez.

Tarımda en büyük tehlike tekelleşmedir. Üretim alanları hızla boşalırsa, ister istemez buralara büyük firmalar girecektir. Kriz zamanlarında gıda maddelerini çok yüksek fiyatlara almak zorunda kalabiliriz. Bundan kurtulma yolu ise aile çiftçiliğini ayakta tutmakla sağlanır.

Aile işletmeleri de çağa ayak uydurmak zorundadırlar. Bilgiye, teknolojiye ve ekonomik realitelere sırt dönerek kimse ayakta duramaz. Hele hele hobi mantığıyla bir inek, bir dana, iki koyun veya üç keçi ile hayvancılık yapılmaz. Üç beş dönüm kıraç alanda buğday ekerek, yüz metrekare bir alanda sebze ekerek çiftçilik yapılamaz.

Zamana ayak uyduramazsak, zaman bizi beklemez ve yoluna devam eder.