MİLLETLER de tıpkı insanlar gibidirler; aralarında çok
yönlü benzerlikleri bulunmaktadır. Milletler de insanlar gibi zamanı yaşar,
aynı zamanda dostu, dünü, bugünü, yarını, düşmanı ve tarihten üstlenip taşıdığı
belirli özellikleriyle temel algılara sahiptirler. Hâfıza kaybı yaşayan bir
insan, geçmişini bilemediği gibi, dostu ile düşmanını birbirinden ayırt edemez.
Fayda ve zararlarını da bilemez.
Tarih bilinci
olmayan toplumlar/milletler hâfıza kaybına uğradıklarından geleceğe de
hazırlanamaz, fayda ve zarar dengesini kuramazlar. Bugün içinden geçilen süreç,
bir bakıma tarihin tekerrürüdür. Gerek iç ve gerekse dış meseleler birbiri ile
bağlantılı bir bütündür. O bakımdan milletlerarası ilişkilerde cereyan eden
olayları bağlamından kopararak değerlendirmek, tutarlı bir sonuca götürmez.
Aksi hâlde, ülke çürük zemine oturtulmuş, küçük ölçekli bir depremde yıkılan
binalar gibi harâbeye döner.
Tarihin söz konusu
edildiği yerde bir konuyu daha göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Tarih
konusunda “Batı” ile aramızda müthiş bir anlayış farkı bulunmaktadır. Bu
farklılık bir bakıma zıtlıktır. Bizim tarih kabulümüze göre -ki doğru olan gerçek
budur- insanlık, hiçbir zaman karanlık dönemden geçmemiştir. Tarih, ilk insan
Hazreti Âdem’le başlar. Hazreti Âdem, aynı zamanda bir peygamberdir. Her
peygamber medenîdir. O sebeple bizim tarih anlayışımızda “ilkel insan” yer
almaz, daima medenî insan vardır!
Batılı tarih
anlayışı, insanı mağara, taş veya çamurluktan çıkararak günümüze getirmektedir.
Bilimsel gerçeklerden uzak, temelsiz ve tutarsız teorilerden beslenerek tarih
yapan Batı anlayışı, yazık ki kapsama alanına alarak azâmetli bir tarihe sahip
Müslümanları da tarihlerine düşman nesiller yetiştirerek kimlik bunalımına
itmiştir.
Artık tarih anlayışımızın
bilimsel ve sarsılmaz temeller üzerinde inşâ edilmesinin zamanı gelmiştir! Acı
bir gerçeği, hiç çekinmeden, korkmadan ifade etmekte yarar var. Cumhuriyet
döneminde nesiller, yukarıda bahsi geçen azâmetli tarihten habersiz, mâziye
düşmanlık hisleriyle zihinsel anlamda kirletildi. Son yüz yıl boyunca nesiller
hem tarihten soğutuldu, hem de tarihe düşman yetiştirildi. Mevcût nesiller
tarih bilincinden yoksun bir hayat sürmektedirler.
Hâlbuki bizim
tarihimiz dar bir muhit ve kısa zaman ile sınırlı değildir. Tarihimiz, muhteşem
bir medeniyetin sınırları kadar geniş, geçmişi ise Hazreti Âdem’e kadar uzanır
hâldedir. Tarihimizde asla ilkel bir dönem bulunmamaktadır.
Günümüzde cereyan eden olaylar ve
milletlerarası ilişkiler açısından tarihin önemi ve fonksiyonu ne olmalıdır?
Müthiş bir coğrafî
konumda olan Türkiye, milletlerarası münasebetlerinde sürekli tarihî gerçeklerle
karşılaşmaktadır. Tarihten gelen, ırk ve din bağı olan müttefikleri ile
ilişkilerinde de hep aynı kabullerle yüz yüze gelmektedir. Hâfızalarda tâzeliğini
koruyan, uzun zaman değil, daha birkaç hafta evvel Azerbaycan-Ermenistan arasındaki
çatışmalarda devreye giren Türkiye, tarihten aldığı güçle kendini göstermiş ve
çatışmanın kaderini ve seyrini değiştirmemiş midir?
Azerbaycan-Ermenistan
çatışmasının çok yönlü boyutları bulunmaktadır. Azerbaycan Ordusunun disiplini
yanında Türkiye’nin sağladığı SİHA ve İHA’ların elde ettiği teknik üstünlük ve
başarı derinlemesine incelendiğinde, temellerinde, tarihten aldığı ilham ve
güçle işgalci Ermenilere dünyayı dar etmiş, elde ettiği tarihî üstünlükle dosta
ve düşmana karşı kendisini hayran bırakmıştır.
Son derece haksız,
hukuksuz ve barbarca işgal edilen Karabağ’ın geri alınmasında Azerbaycan
Türklerinin sabrının son kertesinde Ermenistan’ın tecavüzkâr tutum ve tavrına
yirmi dokuz yıl sonra galebe etmesinin temelinde de tarih bilinci
bulunmaktadır. Ermeni-Azeri çatışmasında dikkate alınması gereken önemli bir
nokta da, dünya milletleri arasında eylem, söylem ve tarihleriyle üç ırk hep
öne çıkmaktadır. Söz konusu üç ırk, gayr-i insanî tavırları, vahşetleri, yaptıkları
hile, sahtekârlık ve katliamlar ile öne çıkmakta ve böylece tarihte
bilinmektedir.
Her üç millet
arasında, tamamen uydurma tarih geleneğinden geldiği konusunda milletlerin
gafletinden yararlanan Yunanlar öne çıkmaktadır. Son derece çirkin bir geçmişe
sahiptirler. Fransa’nın eski Atina Büyükelçisi La Gorce’nin “Çağlar Boyu Yunanlar”
adlı eserinde, iki cümle ile bu millet şu özetlenmektedir: “Keşişlerin
muhayyilesi olmasaydı, onları, Romalıların olsun, bizzat kendilerinin olsun,
görmüş olacakları gibi, bütün çıplaklığıyla görürdük bizler de; sefih, küstah,
alçak, kokuşmuş bir millet olarak (H:14)…” Üzülerek ifade etmek gerekiyor ki,
Yunanlar gerçek kimlik ve tarihleri ile ülkemizde tanınmamaktadırlar.
Mâzisi yarım yüzyıl
öncesine dayanan, Orta Doğu’nun kalbinde paslı bir hançer gibi duran Siyonist
devlet İsrail... Kurulduğu günden beri hep kandan beslenerek ayakta kalan, kendilerinden
olmayan insanların temel hak ve değerlerini yok sayan, dünyayı sömüren Yahudi...
Son olarak 28 yıl önce, başta Hocalı olmak üzere Karabağ’da insanları katleden
ve topraklarını ellerinden alan Ermeniler…
Ermeniler, kana
doymadıkları için yeniden bir işgal hareketi başlatmışlardır. Bu, tarihimiz
açısından meçhul değildir. Birinci Cihan Harbi’nde Doğu Anadolu’da, özellikle
Erzurum’da yaptıkları katliamlar zihinlerdeki tâzeliğini korumaktadır. Ermenilerin
Doğu Anadolu’da yüz yıl önce gerçekleştirdikleri katliamlar, özellikle yakın tarihte
Türk diplomatlarına karşı işledikleri cinayetler hâfızalardaki yerini korurken,
Azerbaycan’a yeniden saldırılması ise hafife alınacak bir hâdise değildir.
Çok ilginçtir,
vahşi ve katil üç millet ve çetesi ile komşuluk ötesinde tarihî ilişkileri olan
Türkiye için gerek yurtiçi ve gerekse milletlerarası ilişkilerde olayları
değerlendirirken tarihin gölgesi unutulmamalıdır. Türkiye, Ermeni saldırısı
karşısında Azerbaycan’ın yanında yer alarak tarihten gelen güçlü kardeşlik
duygularını, “iki devlet, tek millet” olarak bir kez daha ispat etmiştir.
Azâmetli tarihimiz, bize Libya ve Suriye’de olduğu gibi, Kafkaslarda yani Azerbaycan’da yüz on yıl sonra yine zafer getirmiştir.