Tarihin başladığı topraklara tohum ithal etmek günahtır!

Dikkat edilmesi gereken husus, yerli tohumun “ata tohumları” üzerinden üretilmesi, tohumu ürüne çevirecek gübrenin yerli olması, kullanılacak ilâçların yerli tohuma uygun ve hastalık etkenlerinden uzak düzeyde yerli olmasıdır! Yerli tohum konusu sadece üreticiyi değil, tüketiciyi, ekonomiyi, sağlığımızı ve geleceğimizi doğrudan ilgilendirmektedir. Bu sebeple topyekûn Millî Tohum Stratejimizi yeniden yazmalıyız!

MUTLAKA karşılaşmışsınızdır; Çorum’da, Kayseri’de, Manisa’da, Aydın’da, Mersin’de, Diyarbakır’da, Mardin’de, Şanlıurfa’da ve daha birçok şehrimizde 3 ilâ 5 binyıl öncesine ait tohumların bulunduğuna dair her ay birkaç kez haber düşer ajanslara…

Bu tohumlar, arkeolojik araştırmalar sırasında keşfedilen özel ve kamusal ambarlarda saklanmış ve binyıllarca soğuk hava deposu hükmündeki ambar yapısı dolayısıyla tazeliğini, en azından verim niteliğini koruyan ürünlerdir.

Anadolu’nun tarihle yaşıt kimliği düşünülünce, söz konusu tohumlar özbeöz bu toprağın ürünüdür ve bu toprağın tertemiz kodlarını taşır.

Genetiği ile oynanmamıştır. Zira oynanamamıştır…

Hititlerden, Friglerden, Urartulardan, Sümerlerden ve daha nice kadim gelenekten kalan bu tohumlar, günümüz itibariyle ulaşılabilen tarihin tarım kayıtlarının canlı işaretleridir.

Anadolu, vicdanın ve insanlığın beşiği olduğu gibi tarımın ve tarım iktisadının da beşiğidir.

Bu anlamda tarım, çalışma, üretim ve ticaret hukukunun da geliştiği topraklardır Anadolu…

Yine bu çerçevede zenginliği de tatmış, bu yüzden düşman da kazanmıştır. Elbette düşmanın olduğu dilimde savaştan da bahsetmek mümkündür. Ve tabiî uzlaşıdan da…

***

Günümüz şartlarında tohum ve tarım için savaş verilmediğini sanır alelâde insan.

Zira üretime değil, tüketime endekslenmiştir. Şehir sandığı sözde kent konforu, tarımı değersiz ve itibarsız kılmış, onu her şeye kolayca ulaşabileceğine inandırmıştır.

Sadece sözde şehirli için değil, kırsal alan sakinine dahi bu düşünceyi belleten derin savaş, küçük toprağını sattırıp sözde şehre göçü tetiklemiş ve büyütmüştür.

Evet, küreselleşme çabasının karanlık egemenleri, küçük küçük aldıkları toprakları kendi hesaplarında büyüterek şehirdekini işletme binalarında, kırsaldakini ise genetiğini değiştirdiği tohumları serpiştirdiği tarlalarda kendisine post-modern köle edinme yoluna girmiştir.

Üretim mâliyetlerini ve sosyolojiyi kendi menfaatleri sınırında şekillendiren küresel egemen düşüncenin ilk saldırdığı alanlardan biri, bu yüzden yerli tohumdur.

Yerli tohum, bu toprağın kodlarını, bu toprağın sağlığını, bu toprağın bağışıklığını taşır.

Ve bu toprağın insanı, ancak bu toprağın tohumuyla sağlığına kavuşabilir.

***

Tohumda dışa bağımlı olmak, tarımda tamamen dışa bağımlı olmak demektir.

Kendi tohumunu satan ülkeler ve şirketler, kendi gübresini ve ilâçlarını da satmaktadırlar.

Ve bu düzlemde tamamen kendilerine bağımlı kalınmasını istemektedirler.

Suyu ve toprağı oldukça kıt olan İsrail’in dünya üzerinde uyguladığı tohum stratejisine en çok maruz kalan ülkeler, tarımı en gelişmiş ülkelerdir. Bunlardan biri de maalesef Türkiye’dir!

Çiftçilerimizin kısa dönemde daha verimli tohum kullanarak daha fazla kâr etmek istemeleri doğaldır, ancak uzun dönemde verimsiz kalan kısır tohumlardan çiftçimizi Devlet eliyle korumamız da elzemdir.

Dünyada tohum üzerine “oyun açıktır”!

Uluslar üstü şirketler, tohum, gübre ve ilâçta tarım ülkelerini kendilerine bağımlı hâle getirmek ve tohumu stratejik bir silah olarak kullanmak istemektedirler.

Yerli tohum üzerine ülkemizde birçok çalışma yapılmaktadır.

Dikkat edilmesi gereken husus, yerli tohumun “ata tohumları” üzerinden üretilmesi, tohumu ürüne çevirecek gübrenin yerli olması, kullanılacak ilâçların yerli tohuma uygun ve hastalık etkenlerinden uzak düzeyde yerli olmasıdır!

Yerli tohum konusu sadece üreticiyi değil, tüketiciyi, ekonomiyi, sağlığımızı ve geleceğimizi doğrudan ilgilendirmektedir.

Bu sebeple topyekûn Millî Tohum Stratejimizi yeniden yazmalıyız. Zira tarihin başladığı topraklara tohum ithal etmek, kesinlikle günahtır!