MUTLAKA
karşılaşmışsınızdır; Çorum’da, Kayseri’de, Manisa’da, Aydın’da, Mersin’de,
Diyarbakır’da, Mardin’de, Şanlıurfa’da ve daha birçok şehrimizde 3 ilâ 5 binyıl
öncesine ait tohumların bulunduğuna dair her ay birkaç kez haber düşer
ajanslara…
Bu tohumlar, arkeolojik araştırmalar sırasında keşfedilen
özel ve kamusal ambarlarda saklanmış ve binyıllarca soğuk hava deposu
hükmündeki ambar yapısı dolayısıyla tazeliğini, en azından verim niteliğini
koruyan ürünlerdir.
Anadolu’nun tarihle yaşıt kimliği düşünülünce, söz konusu
tohumlar özbeöz bu toprağın ürünüdür ve bu toprağın tertemiz kodlarını taşır.
Genetiği ile oynanmamıştır. Zira oynanamamıştır…
Hititlerden, Friglerden, Urartulardan, Sümerlerden ve daha
nice kadim gelenekten kalan bu tohumlar, günümüz itibariyle ulaşılabilen
tarihin tarım kayıtlarının canlı işaretleridir.
Anadolu, vicdanın ve insanlığın beşiği olduğu gibi tarımın ve
tarım iktisadının da beşiğidir.
Bu anlamda tarım, çalışma, üretim ve ticaret hukukunun da
geliştiği topraklardır Anadolu…
Yine bu çerçevede zenginliği de tatmış, bu yüzden düşman da
kazanmıştır. Elbette düşmanın olduğu dilimde savaştan da bahsetmek mümkündür.
Ve tabiî uzlaşıdan da…
***
Günümüz şartlarında tohum ve tarım için savaş verilmediğini
sanır alelâde insan.
Zira üretime değil, tüketime endekslenmiştir. Şehir sandığı
sözde kent konforu, tarımı değersiz ve itibarsız kılmış, onu her şeye kolayca
ulaşabileceğine inandırmıştır.
Sadece sözde şehirli için değil, kırsal alan sakinine dahi bu
düşünceyi belleten derin savaş, küçük toprağını sattırıp sözde şehre göçü
tetiklemiş ve büyütmüştür.
Evet, küreselleşme çabasının karanlık egemenleri, küçük küçük
aldıkları toprakları kendi hesaplarında büyüterek şehirdekini işletme
binalarında, kırsaldakini ise genetiğini değiştirdiği tohumları serpiştirdiği
tarlalarda kendisine post-modern köle edinme yoluna girmiştir.
Üretim mâliyetlerini ve sosyolojiyi kendi menfaatleri
sınırında şekillendiren küresel egemen düşüncenin ilk saldırdığı alanlardan
biri, bu yüzden yerli tohumdur.
Yerli tohum, bu toprağın kodlarını, bu toprağın sağlığını, bu
toprağın bağışıklığını taşır.
Ve bu toprağın insanı, ancak bu toprağın tohumuyla sağlığına
kavuşabilir.
***
Tohumda dışa bağımlı olmak, tarımda tamamen dışa bağımlı
olmak demektir.
Kendi tohumunu satan ülkeler ve şirketler, kendi gübresini ve
ilâçlarını da satmaktadırlar.
Ve bu düzlemde tamamen kendilerine bağımlı kalınmasını
istemektedirler.
Suyu ve toprağı oldukça kıt olan İsrail’in dünya üzerinde
uyguladığı tohum stratejisine en çok maruz kalan ülkeler, tarımı en gelişmiş
ülkelerdir. Bunlardan biri de maalesef Türkiye’dir!
Çiftçilerimizin kısa dönemde daha verimli tohum kullanarak
daha fazla kâr etmek istemeleri doğaldır, ancak uzun dönemde verimsiz kalan
kısır tohumlardan çiftçimizi Devlet eliyle korumamız da elzemdir.
Dünyada tohum üzerine “oyun açıktır”!
Uluslar üstü şirketler, tohum, gübre ve ilâçta tarım ülkelerini
kendilerine bağımlı hâle getirmek ve tohumu stratejik bir silah olarak
kullanmak istemektedirler.
Yerli tohum üzerine ülkemizde birçok çalışma yapılmaktadır.
Dikkat edilmesi gereken husus, yerli tohumun “ata tohumları”
üzerinden üretilmesi, tohumu ürüne çevirecek gübrenin yerli olması, kullanılacak
ilâçların yerli tohuma uygun ve hastalık etkenlerinden uzak düzeyde yerli
olmasıdır!
Yerli tohum konusu sadece üreticiyi değil, tüketiciyi,
ekonomiyi, sağlığımızı ve geleceğimizi doğrudan ilgilendirmektedir.
Bu sebeple topyekûn Millî Tohum Stratejimizi yeniden
yazmalıyız. Zira tarihin başladığı topraklara tohum ithal etmek, kesinlikle
günahtır!